2021 yapımı komedi/dram türündeki film Kenneth Branagh imzalıdır. Senaristliğini ve yönetmenliği yaptığı film için Branagh’ın ustalık eseri diyebiliriz. Her karesi profesyonel bir fotoğrafçının elinden çıkmış gibi görünen harika bir sinematografiye sahip. Çağın teknolojik şartları sayesinde hep çok iyi görüntülerle bezenmiş filmler izlesek bile, bazıları o kadar iyi ki, diğer filmlerden muhteşem detaylarıyla ayrılmayı bir şekilde başarıyorlar. İşte bu o filmlerden biri.
Geçtiğimiz yıllarda senaryosuyla Oscar kazanan Jojo Rabbit tadında nefis bir film olmuş. Jojo Rabbit filmindeki gibi, filmin en göz önünde olan karakteri bir çocuk oyuncu. Yetenek dediğimiz şey yaş aldıkça, tecrübelendikçe iyi duruma gelirken, bazen de doğuştan buna sahip olarak dünyaya gelenler olabilir. Çocuk oyuncu olan Judd Hill filmde göz dolduruyor. Tabii filmin diğer oyuncuları da bir o kadar iyiler. Başrollerinde Judd Hill dışında Jamie Dornan, Judi Dench, Caitriona Balfe, Ciarán Hinds, Colin Morgan gibi ağırlıklı olarak İrlanda kökenli oyuncular yer alıyor. (Judi Dench hariç tabii. Kendisi İngiliz.) Filmi izlediğinizde bunun doğal bir seçim olduğunu da anlıyorsunuz. Film Kuzey İrlanda’da yer alan Belfast‘te geçiyor. Filmin adını da aldığı yerleşim yeri.
Film, Belfast’in gökyüzünden yapılan renkli çekimleriyle başlıyor. Sonra tarih 15 Ağustos 1969‘u gösterirken renkler de soluyor ve grileşiyor. Belfast’te Protestanlarla Katolikler arasındaki çatışmalardan birine tanık oluyoruz.
Amerika’da Ay’a ayak basıldığı yıl, İngiltere hakimiyetindeki İrlanda’da iç savaşlar hakimdir. Sözde Hıristiyan olan koskoca bir topluluk kendi gibi Hıristiyan olan, ama farklı mezhebe mensup olanlara saldırmaktadır. Tarih kaç yılını gösterirse göstersin, dünyanın hangi bölgesi olursa olsun kendinden olmayanı dışlamak, aşağılamak, öldürmek insanoğlunun ortak dilidir. Ne yazık ki bu geçmişte de böyleydi, günümüzde de aynı şekilde devam ediyor. Kendimiz gibi olmayanı ötekileştirmek, nasıl biri olduğunu düşünmeden nefret beslemek gibi davranışlar 21. yüzyılda yaşamamıza rağmen değişmedi. Dünya değişiyor diyoruz, ama temel insan doğası hep aynı ilkellikte kalmaya devam ediyor. Şiddet, insanoğlunun kodlarına girdiği Habil ve Kabil‘den beri süregelen bir dürtü olarak içimizde ortaya çıkmayı bekliyor. Hiçbirimiz diğerimizden daha mükemmel değiliz, ancak doğru şeyleri yapmaya çalışanlar hala var. Filmde de öyle. Bütün bu dinsel farklılıklara rağmen, bunu insanın kişiliğinin önüne geçirmeyenler mevcut.
Bütünüyle filme dönersek, Buddy’nin küçük, belki kusurlu ama sevdiği ailesinin bireylerini tanıyalım biraz.
Her cümlesinde tanrıyı mutlaka konuşmasına dahil eden bir büyükanne ve Buddy’e her konuda arkadaşlık eden bir büyükbaba… Yaşadıkları şartlar ve ekonomik durumları nedeniyle çocukları için hep endişe hisseden bir anne… İngiltere’de çalışmak zorunda kalan ve ailesiyle olmayı çok arzuladığı halde, çocukları büyürken neredeyse hiç orada olamayan bir baba… Sessiz yapıya sahip bir ağabey… Bütün bunların arasında zeki, yaşamayı seven ve Olivia’ya çok aşık bir çocuk olan Buddy yer alıyor.
O kadar güzel ki!
Sinemaya gitmeyi çok seven bir çocuk Buddy. Babası İngiltere’den her geldiğinde ailecek sinemaya gidiyorlar. Bu bütün sorunlara, şartlara rağmen ailenin bir arada kalma yolu gibi.
Film ancak finalinde griden renkliye dönmeyi başarıyor. Zaten bu da filmin bittiği ana denk geliyor. Aslında büyük bir dramı barındıran filmde yer yer komik diyaloglar da var. Bir yer ya da yaşanan olay ne kadar kötü olsa da, eğer bunu bir çocuğun gözlerinden anlatıyorsan orada hep masum, eğlenceli bir şeyler vardır; çünkü çocuklar kötüyü bile güzel gösterecek kadar masum canlılar. İnsanlığın kendi kendisini yok edememesinin en büyük nedeni budur belki de: Hala çocukların doğuyor olması.
Yönetmen daha çok oyunculuğuyla tanınan biri olsa da bu film sizi şaşırtabilir. Kendisinden daha geniş filmografiye sahip kişilerin bile imrenerek izleyeceği bir sinematografiye imza atılmış. Oscar yarışında rakiplerini zorlayacak bir film olarak pek çok adaylık kazanacağından neredeyse eminiz. Film, 2021 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde Halkın Seçimi Ödülü’nü kazandı.
Bir çocuğun masum aşkında gizlenmiş detaylarla üzücü bir ana şahitlik ettikten sonra bir anda yüzünüzü güldüren bir film. İlk aşkın verdiği sahiplenme duygusunun kaybetme duygusuyla birleşerek, bütün bu çatışmalara rağmen Belfast’i terk etmek istemeyen 9 yaşındaki Buddy’nin hikayesi…
Müzikler de görüntüler kadar güzel. O dönemin atmosferini yansıtarak filme bakış açısı kazandırıyor.
Judi Dench‘in yıllara meydan okuyan oyunculuğu izlenmeye değer. Yüzündeki her bir çizgiyi deneyimlerken, bunca yıl nelere şahit oldu o çizgiler diye de düşünmeden edemiyor insan. Pek çoğumuzun Game of Thrones‘tan tanıdığı Ciarán Hinds‘in varlığı da güzel detaylardan biri. Ünlü Merlin dizisinden tanıdığımız Colin Morgan‘ı izlemek de ayrı bir keyifti. Jamie Dornan‘ın varlığıyla da çekicilik öğesinin arşa değdiği filmin izlenmek için çok fazla sebebi var.
Her anı nostaljik bir detay gibi incelikle işlenmiş. Sahneleri daha ayrıntılı inceleyebilmek için, durdurup durdurup tadını çıkarmak isteyeceksiniz.
Yönetmenin kendisinin de İrlandalı olduğunu unutmayalım ve filmde yaşananların belki de hepsini yaşamış biri olduğunu düşünürsek, filmin kişisel bir hikayeden çıktığını söyleyebiliriz. Özetle yönetmen bize ”çocukluğumdan öperim sizi ”diyor.
Filmin finalinde yazan cümleler de buna şahitlik ediyor.
”…Kalanlar için,
Gidenler için,
Ve tüm kayıplar için…”
Kendi hikayelerini kaleme alıp çeken yönetmenlerin neredeyse istisnasız şekilde ödüllere doyamadığı bir dünyada Belfast‘in ödül sezonunda şansı ne olur elbette önden söylemek biraz zor, ancak kaç ödül kazanırsa kazansın, bu yılın en iyi filmlerinden biri olmayı çoktan başardı.
Bir yönetmen en iyi kendi yazdığı filmi çekebilir, bir senarist en iyi kendi hikayesini yazabilir. Bunun sonucu: Belfast!