“Mimarlar, heykeltıraşlar, ressamlar – hepimiz zanaatkarlığa dönmeliyiz! Çünkü ‘mesleğe göre sanat’ diye bir şey yoktur. Sanatçı ile zanaatkar arasında esaslı bir fark yoktur. Sanatçı, yüce bir zanaatkârdır.” Walter Gropius
Oskar Schlemmer tarafından tasarlanan Bauhaus amblemi
Birçok sanatçı, mimar ve tarihçi için Bauhaus modernizmin ve sanatsal becerinin sembolüdür. Ancak birçok kişi için de Bauhaus bir parça tuhaf ve kısa bir süre popüler kalabilmiş bir Alman sanat okuludur. Günümüzde yaygın olarak modern, uygun fiyatlı mobilyaları Ikea ile ilişkilendirilse de bu konsept bir çok Bauhaus tasarımcısının klasik eserlerinden ilham almıştır.
Bauhaus’un kökenleri, 19. yüzyılın sonlarında, modern üretim tarzının ruhtan yoksun üretim tarzına ilişkin endişelerde ve zamanla sanatın toplumsal önemini yitirmesinden duyulan korkularda dayanmaktadır. Bauhaus’un kurucusu mimar Walter Gropius güzel sanatlarla işlevsel tasarımı yeniden birleştirmeyi, sanat eserlerinin ruhuyla pratik nesneler yaratmayı amaçlamıştır. Gropius bir yandan okulun öğrencilerini birer ustaya çevirebilecek bir okul yaratmışken öte yandan da bir çeşit herkese açık deneysel bir laboratuvardı burası. Burada birbirinden farklı eğitim ve arka plana sahip öğrenciler beraber çalışarak ve fikirlerini birbirleriyle paylaşan bir topluluk oluşmuştu.

Bauhaus, geleneksel anlamdaki güzel sanatlar eğitimini birçok yönden terk etse de, konularına yönelik entelektüel ve teorik yaklaşımlarla derinden ilgilendi. Sanatsal ve tasarım eğitimlerinin çeşitli yönleri kaynaştırılarak Rönesans döneminden bu yana yerinde duran sanatların hiyerarşisi dengelendi: burada pratik el sanatları -mimari ve iç tasarım, tekstil ve ahşap işleri de heykel ve resim gibi güzel sanatlarla eşit bir noktaya yerleştirildi.
Bauhaus’un öğretim yaklaşımına karşılık gelen deney ve problem çözme üzerindeki vurgu aynı zamanda, çağdaş sanat eğitimi üzerinde oldukça etkili olduğu kanıtlanmıştır. Böylelikle sanatsal sürecin edebiyat veya tarih gibi bir beşeri bilimler alanından çok bir araştırma bilimine benzer şekilde yeniden kavramsallaştırılmasına yol açmıştır.

Kavramsal olarak, Bauhaus, 19. yüzyılın sonlarında güzel ve uygulamalı sanatı yeniden birleştirme, yaratıcılığın mekanikleşmesine karşı geri adım atma ve eğitimde reform yapma arzularından ortaya çıktı. Aynı zamanda, 1910’larda Rus Konstrüktivizminin gelişimi, Bauhaus’un sanatsal ve teknik tasarımı birleştirmesi için daha hızlı ve stilistik olarak uygun bir örnek sağladı.
Kökenleri

Adını “bina evi” anlamına gelen Almanca bir kelimeden alan Bauhaus, 1919 yılında mimar Walter Gropius tarafından Almanya’nın Weimar kentinde kuruldu. 1915’te Grand-Ducal Sakson Sanat ve El Sanatları Okulu’nu devraldı ve dört yıl sonra bu kurumun Weimar Güzel Sanatlar Akademisi ile birleşmesi sayesinde radikal yeni tasarım okulu kuruldu.
Oskar Schlemmer, Bauhaus Merdivenlerinde sanat öğrencileri

Okulun yaklaşımının merkezinde özgün ve etkili bir müfredat yatmaktaydı. Bu Walter Gropius tarafından yaratılan ve Johannes Itten tarafından başlatılan, tasarımın temel yönlerine ve özellikle çeşitli formların, renklerin ve malzemelerin zıt özelliklerine dayanmaktadır.
Ortadaki iki halka, biçimle ilgili sorunlara odaklanan form teorileri (formlehre) ve teknik el sanatları ve becerilere yönelik uygulamalı, atölye temelli bir eğitim programı olan atölye (werklehre) olmak üzere iki ara üç yıllık kursu temsil ediyordu. Bu sınıflar, işlevselciliği, özellikle kolaylıkla yeniden üretilebilen basit geometrik formların kullanılmıştır. Bu da gelecek yıllar boyunca modernist mimarinin ve tasarımın kavramsal bir temel taşı olduğu söylenebilir.
Çarkın merkezinde bina inşaatı konusunda uzmanlaşmış, öğrencilere mimari tasarım, mühendislik ve inşaatın temellerini öğreten, ancak modern inşaat süreçlerinde kaybolduğu hissedilen kişisel zanaat ve işçiliğe vurgu yapan dersler vardı. Tüm derslerde uygulanan pedagojik yaklaşımın temel amacı, rekabet eğilimlerini ortadan kaldırmak, yalnızca bireysel yaratıcılığı değil, aynı zamanda bir topluluk duygusu ve ortak amaç geliştirmekti.
Okulun bazı önemli sanatçılarına bakalım;
Bale en yaygın olarak icra edilen avangart sanatsal dans haline geldi ve Oskar Schlemmer sayesinde balenin okulda yaygın bir tür olmasına yardımcı oldu.

Sanatsal bir topluluk olarak Bauhaus aynı zamanda düzenlediği partilerle de bilinmekteydi. Walter Gropius, tiyatro şovlarının, şiir, müzik ve kostüm partilerinin hepsinin eğitim programının bir parçası olması gerektiğini de savunmuştur. Ona göre dinlenmek ve rahatlamak yaratmak için en az çalışmak kadar önemlidir. Öğrenciler ve öğretmenler, partiler için gerçeküstü kostümler yaratmak için beklenmedik miktarda enerji harcadılar. Partiler doğaçlama olaylar olarak başladı, ancak daha sonra Oskar Schlemmer’in 1922’deki Triadic Ballet‘i gibi büyük ölçekli prodüksiyonlara dönüştü.
İsviçreli ressam Johannes Itten‘in yedi farklı renk kontrastı yöntemini öğreten ve renk kullanımını derinlemesine analiz eden renk teorisi dersi Bauhaus’taki müfredatın önemli bir parçasıydı. Renklerden “sıcak” veya “soğuk” olarak bahseden ilk kişi Itten’di. Ayrıca belirli renkleri müzik tonlarıyla ilişkilendirirdi. Grafik tasarımcılara hala renk teorisi öğretilmekte ve görsel etki ve etkili iletişim için renkleri birleştirmenin ve kontrast oluşturmanın önemi anlatılmaktadır.
Paul Klee– Wassily Kandinsky ile birlikte bir resim atölyesi öğreten İsviçre doğumlu Alman sanatçı.
Paul Klee’nin defterinden renklerle deney,
Anni Albers– Tarzını Bauhaus’ta geliştirdikten sonra usta bir dokumacı olarak Bauhaus’taki dokuma atölyesinin başkanı olarak okulda kıdemli bir rolde olan az sayıda kadından biri oldu.

Marianne Brandt

Bu zarif çaydanlık, çapraz çubuklar üzerinde ortalanmış ve düz dairesel bir kapakla kapatılmış yarım küre gövdesiyle, belirgin bir biçimde modern bir tasarımın temeli olarak geometrik formların etkileşimini kullanır. Adeta her bir parça – kapak, kulp, çıkış ucu ve taban – net bir şekilde seçilebilir. Brandt daha sonra hepsini bir araya getirerek soyut bir heykel yaratır ve aynı zamanda da bir çaydanlıktır. Düz ve küresel şekiller mükemmel uyum sağlar.”
Marcel Breuer‘in klasik Model B3 sandalyesi, uzayda geometrik formlar gibi yüzen gergin dikdörtgen kumaş paneller ile kavisli, üst üste binen paslanmaz çelik boruların bir karışımı olan on dokuzuncu yüzyıl çizim odasının klasik döşemeli ‘kulüp sandalyesine’ devrim niteliğinde bir yaklaşımdır. 1960 yıllarında Breuer İtalya’da sandalyenin seri üretimini başlatmıştır ve sandalyeyi çok beğenen sanatçı Wassily Kandinsky’nin hatırına sandalyeyi ‘Wassily’ olarak adlandırmıştır.


Bauhaus, hem güzel sanatlar hem de tasarım eğitiminin unsurlarını birleştirdi. Tarzı, işleve yaptığı vurguda ve sanatı gündelik yaşamla tekrar temasa getirme amacında açıkça görüldüğü üzere, sanat ve zanaat hareketi ile modernizmin bir birleşimi olarak karakterize edebilir. Bu nedenle, tipik Bauhaus tasarımları – ister resimde, ister mimaride veya iç tasarımda olsun – çok az süslemeye sahiptir, dengeli formlara ve soyut şekillere odaklanır.
Tek bir iş için birçok sanat formunu kullanmayı, sanatın sentezi olan bir parça yaratmayı hedefleyen Bauhaus’ta tüm öğrenciler, kumaş sanatçıları, ressamlar, heykeltıraşlar, mobilya tasarımcıları, mimarlar ve daha birçokları ile birlikte çalışıyorlardı. Ayrıca Bauhaus öğretmenleri ve öğrencileri, seri üretimi bireysel vizyonla birleştiren, estetik ve güzelliği de işlev ve fayda ile birleştiren parçalar tasarlayarak üreten bir tasarım yaklaşımı benisediler. Böyle bir ideolojinin sonucu, kültürel bir sözlüğün tanımlanmasına ve modern tasarımın dünyaya yayılmasına yardımcı olan çok sayıda bina, resim, çizim, tekstil ve tasarımdı.
Sanatta, işleve yapılan vurgu, Wassily Kandinsky ve Paul Klee gibi Bauhaus sanatçılarının soyut resimlerinin dengeli kompozisyonlarında belirgin olarak ortaya çıkar. Kuşkusuz mimariden ilham alan resimlerde, boyutsallığı ön plana çıkarabilmek için düz yüzeyleri üst üste binen şekillerle eşleştirilmiştir.

Bauhaus sanatına benzer olarak mimaride de geometrik şekiller ve işlevselliğe olan eğilim uyumlu bir biçimde dengelenmesi umulmuştur. Ayrıca, bu modern mimari hareketi, Bauhaus binalarının temiz hatlarını ve işlevsel tasarımını örnek alan yüzyıl ortası modern evlerin görünümüne büyük ölçüde ilham verdi.
Weimar’da bulunan okul 1925’te Almanya’da Dessau’ya ve daha sonra 1932’de Berlin’e taşındı. Almanya’da Nazi gücünün yükselişi ile Bauhaus “dejenere” olarak etiketlendi ve birçok sanat eseri ve tasarım yok edildi. Ardından Nazilerin devam eden baskıları altında olan okul sonunda 11 Nisan 1933 yılında polis tarafından kapatıldı.
Bauhaus’un yeteneği, geleneği, estetiği ve ideolojisi, okulu Alman modernizmiyle neredeyse eş anlamlı hale getiren bir sanat ve tasarım hareketini de doğurdu. Okulun öğretmen ve öğrencileri 14 yıl boyunca dünyanın dizayn anlayışını temelden değiştirecek eserler üretmiştir. Modern tasarım, mimari, sanat ve eğitimin geleceği üzerinde derin bir etkiye sahip olan okul on yılı aşkın bir süredir hevesli tasarımcılara ilham kaynağı olmaktadır.
Kaynakça:
www.theartstory.org/movement/bauhaus/artworks/#pnt_3
www.metmuseum.org/toah/hd/bauh/hd_bauh.htm
builderscollective.com/bauhaus-movement/
www.archilovers.com/stories/27001/10-bauhaus-facts.html
www.history.com/topics/art-history/bauhaus