Bu yılın en iddialı filmlerinden biri olan Greta Gerwig imzalı Barbie sonunda vizyona girdi. Renk paletiyle ve detaylarıyla görsel bir şölen sunan film, son derece neşeli bir manifesto olmayı başarıyor. Barbie, yalnızca bir oyuncak reklamı veya animasyon filmlerinin live-action hali olabilirdi. Fakat bunun yerine kadın olmanın zorluklarına değiniyor. Kadınlığın patriarka altındaki ürkütücülüğüne, mükemmel olma algısının saçmalığına ve Barbie’nin neyi temsil ettiğine dair varoluşsal bir bakış sunuyor. Barbie, yılın en şaşırtıcı ve cüretkâr filmlerinden biri oluyor. Anlamsız bir fiyasko olarak sonlanabilecek bir proje; film yapımcılığının sağlam, önemli ve dokunaklı bir parçası olmayı ve aynı zamanda izlemesi muazzam bir eğlence olmayı başarıyor.
“İnsanların tek bir sonu var. Fikirler ölümsüzdür.”

Kadınlar Ütopyası
Barbie, 2001: A Space Odyssey filmine bir göndermeyle başlıyor: Barbie, ikonik mayosuyla çorak bir arazide farklı oyuncak bebeklerle oynayan kızların arasında yükseliyor. Tüm kızlar Barbie için ellerindeki oyuncaklarından vazgeçiyor. Barbie oyuncağı, bir fikir olarak pek çok alanda kartları yeniden dağıtıyor. Barbieland’de ise Barbie, kızlara ilham veren ve cinsiyetçiliğin tüm sorunlarını çözen bir ikon haline geliyor. İlk Barbie oyuncağı piyasaya çıkalı yaklaşık 60 sene oldu. İlk çıktığından beri popülaritesini her daim korudu. Barbie, var olduğu ilk günden beri herkes için farklı bir şeyi temsil eden bir figür oldu. Kimi için küçük kızlara istedikleri her şey olabileceklerini söyleyen güçlü bir kadının simgesiyken kimi için sosyetenin ulaşılması imkânsız güzellik standartlarının altını çizen ve tek tip güzelliği ön plana çıkaran bir dayatmadan ibaretti. Film ilk duyurulduğu zaman, pek çok kişinin aklında bu filme gerçekten ihtiyacımız olup olmadığı sorusu vardı. Ancak tam bu noktada Gerwig, modern ve feminist bir hikâye anlatmak için Barbie’nin temsil ettiği tüm şeyleri yıkarak cesur bir vizyonla karşımıza çıkıyor.
Barbieler için hayat zor veya karmaşık değil. Çünkü her biri plastik bir cennette yaşayan oyuncak bebekler. Fakat burada esas detay, kadınlar tarafından yönetilen ve kadın düşmanlığının söz konusu bile olmadığı bir toplumun ne kadar ütopik olduğudur. Gerçek Dünya’daki zehrin hiç ulaşamadığı Barbieland, adeta bir cennettir. Bu dünyada her işi Barbieler yapar, her gün mükemmeldir. Barbielerin her biri birbirini sever ve destekler, Kenler onlara hayatı zehir etmez. Greta Gerwig aracılığıyla Barbielerin varlığı; kadın olmanın zorluklarına, genel olarak hayatın ürkütücü doğasına, mükemmel olmaya çalışmanın anlaşılmasına varoluşsal bir bakış haline geliyor. Mükemmel kavramı doğası gereği absürttür. Ancak bu kelime aynı zamanda Barbie’nin insanlar için ifade ettiği iyi ve kötü her şeyi kapsar. Klişe Barbie bir gün mükemmel olmayı bırakır. Kafasında ölüme dair düşünceler belirir, selülitleri çıkar ve düz taban ayakkabı giymek zorunda kalır. Bizim dünyamızda normal olan her şey, onun için bir kabustur. Bunu çözmek için Gerçek Dünya’ya gelmesi gerekir.

“Barbie bana neden patriarkadan bahsetmedi?”
Ataerkillik Zehri
Barbie Gerçek Dünya’ya geldiğinde tacizle ve eşitsizlikle karşılaşır. Bu dünyanın sertliği yüzünden ilk kez ağlar. Ken ise atlarla ve pahalı arabalarla tanışır. Ken, bizim dünyamızda kadınları nasıl objeleştirebileceğini ve bu sayede kadınları kısıtlayarak nasıl güç sahibi olabileceğini öğrenir. O artık bir Kenceldir. Ken, Barbieland’e döndüğünde öğrendiği ataerkillik vizyonunu uygular. Artık her gece Kenler için erkekler gecesidir. Barbielerin varlığı, göze hoş görünen objeler olmaya indirilir. Barbieland’in eski belediye başkanı, erkeklere hizmet etmeye başlar. Barbieland’deki Yargıtay, bir anda amigo kız takımına dönüşür. Barbielerden sonra üretilen Ken bebekleri, Ademlerin Havvasının olmasına yakın bir mantığa sahip. Kendileri birer birey değildir, birer yoldaştır. Ken bebekler yalnızca Barbie’nin aksesuarıdır. Filmde de bu fikri güçlendirmeye yönelik bir anlatı var. Barbieland’de, Barbie’nin sahilde yaşayan erkek arkadaşı sadece Ken’dir ve işi sadece plajdır. Ken, Gerçek Dünya yolculuğunda erkeklerin egemen olduğu bir toplum keşfeder. Ken’in sevecen masumiyeti ve saflığı, ona yabancı olan bir kavram yüzünden yok olur: Ataerkillik. Ken, erkek egemenliğinden sarhoş olur ve film, bununla dalga geçer. Gerwig’in Barbie’si, ataerkil ideolojinin topluma ne kadar zarar verdiğini anlatma konusunda mükemmel bir iş çıkarıyor. Film her ne kadar kadınlara hitap etse de asıl izlenmesi gereken kitle, erkeklerdir. Barbie, herkesin gerçekten duyması gereken bir noktaya değiniyor: Kadın haklarını, fırsatlarını ve güvenliğini tehdit eden bir Barbie bebeği değil, ataerkilliktir.

Görevi Anlamak
Little Women ve Lady Bird ile kadınların sesini duyuran bir yönetmen olarak anılmaya başlayan Greta Gerwig, Barbie filmi için kesinlikle en doğru yönetmen. Her filmin senaryosu, gerçek hayattan bir şeyler içerir. Önceki iki filmi, genç kızların kadınlığa geçişinde yaşadığı zorlukları ele alan birer coming of age filmiydi. Gerwig’i başarılı bir yönetmen yapan şeylerden biri belki de çocuk ruhunu koruyabilmesidir. Genç kız olmanın zorluğunu anlattığı başyapıtı Lady Bird bu yüzden çok gerçekçi hissettiriyordu. Little Women ise Gerwig’in Jo March’a yazdığı bir aşk mektubuydu. Gerwig, iki filminde de kadınlığının her safhasını kucaklamış ve en dürüst şekilde kadın olma deneyiminin evrenselliğini yansıtmayı başarmıştı. Şimdi ise Gerwig, yeni bir şey keşfediyor: Şimdilerde çocukça bulduğumuz ve patriarkanın kadınları birbirine düşürmek için kullandığı bir figüre yeni bir benlik kazandırıyor. Üçüncü filmi Barbie ile yönetmen, kadınların ataerkil bir toplumda kişiliğini kaybetmesi ve kendisine bir birey olarak yer bulamamasıyla ilgileniyor. Diğer filmlerinde olduğu gibi Barbie filminde de kadınların izlerken iç geçireceği monologlar bulunuyor. Gerwig, kadınlığın doğasını ve ataerkil toplumun tuzağını onunla dalga geçerek anlatıyor.
Film açıklandığından beri cast tercihi oldukça sık konuşuldu. Ancak filmi izledikten sonra emin olduğumuz bir şey var ki o da Margot Robbie ve Ryan Gosling olabilecek en iyi Klişe Barbie ve Klişe Ken. Margot Robbie zaten kutusundan yeni çıkmış canlı bir Barbie gibi görünüyor. Robbie, kollarını ve eklemlerini gerçekten plastikten yapılmış gibi hareket ettiriyor. Babylon ve Birds of Prey de dahil olmak üzere önceki filmlerinde de fiziksel bir performans sergilemişti. Robbie, bu sefer de fiziksel komediyi sonuna kadar kucaklıyor. Metot oyunculuğunun ayaklar altına alındığı bu zamanlarda filmin reklam süreci boyunca rolden çıkmayan ve karakterini en iyi şekilde yansıtan Ryan Gosling ise kesinlikle Ken olmak için doğmuş. Drive‘da olduğu gibi toksik bir erkek olmaktan son derece uzak, tamamen başka bir karakteri oynamayı başarıyor. He is Kenough! Kadronun geri kalanına gelince daha detaylı bir yorum yapmak pek mümkün olmuyor. Filmin kadrosu çok geniş ve herkes yeterince parlama fırsatı bulamıyor. Bu durum danslarla ve bazı tekrarlarla bir nebze dengelenmeyi başarıyor. Tüm Barbieler ve Kenler olması gerektiği gibi yapmacık birer performans sergiledikleri için Margot ve Ryan’ın yanında bulanık kalıyorlar. Ekibin geri kalanında en çok parlayan ismin Allan rolünde Michael Cera olduğunu söyleyebiliriz. Film, tek izleyişinizde fark etmekte zorlanabileceğiniz mükemmel detaylarla dolu. Yalnızca filmde kullanılan aksesuarlara veya filmin gönderme yaptığı oyuncaklara dikkat etmeye çalışmanız birkaç sefer izlemenizi gerektirebilir. İkonik kostüm tasarımı, filmin her anında ikonik bir karaktere eşlik etmeyi başarıyor. Görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto, pırıltılı enerjisini izleyiciye de bulaştırıyor. Yani filmde emeği geçen herkes, büyük resmin neye hizmet ettiğini biliyor ve bunun için doğru bir çaba gösteriyor.

Barbie Bu Heyecana Değiyor mu?
Duyurulduğundan beri son dönemlerin en başarılı reklam kampanyalarını yönetmiş olan Barbie, yılın en çok merak edilen iki filminden biriydi. Herkes filme gitmeden günler öncesinde pembe kombinlerini hazırlamıştı. Peki Barbie, bu heyecana değiyor mu? Her filmin kusurları vardır. Barbie mükemmel değil, film de mükemmel değil. Barbie büyük bir ikileme sahip: Asıl kitlesi yetişkinler olan, düşünceli ve sevgi dolu bir şekilde yapılmış bir çocuk filmi. Yani filme dair en büyük kusur, hikayesini algısız bir izleyiciye anlatıyormuşçasına anlatması olabilir. Fakat bunun sebebi kitlesinin büyük çoğunluğu çocuklardan oluşacağı için mi yoksa erkekler kadınları başka türlü anlamayı başaramadığı için mi bilemiyoruz. Mattel’in filmdeki yerinin çok da gerekli olmaması ya da filmin kimi anlarda koşarcasına işlenmiş olmasını göz ardı edersek gönül rahatlığıyla Barbie’nin tüm bu heyecana değdiğini söyleyebiliriz!


