Balkan Edebiyatında Kadın Yazarlar

Editör:
Sena Yiğit
spot_img

Balkanlar… Haritada sadece minik bir köşe gibi görünen, ama içinde yüzlerce dilin, yüzlerce yarım kalmış hikâyenin dolaştığı o tuhaf coğrafya. Tarihin kanlı sayfaları burada daha koyu yazılmış, sınırlar burada daha sık değişmiş, evler daha çabuk dağılmış. Bununla birlikte bu toprakların kadınları da çoğu zaman hem tarihçilerin hem de edebiyatçıların gözünden kaçmış. Oysa diğer herkes gibi, onlar da yazdı. Sessizliğe, baskıya, savaşa, aşka, göçe ve yalnızlığa karşı yazdılar. Kimi zaman bir annenin fısıltısıyla, kimi zaman bir şiirin içinden haykırarak.

Bu yazı, Balkanların farklı köşelerinden yükselen kadın seslerini bir araya getiriyor. Arnavutluk’tan Romanya’ya, Hırvatistan’dan Kosova’ya uzanan bu yolculukta; kadın yazarların ne anlattığı kadar, nasıl anlattığı da bizimle olacak. Onların kaleminde göç, aşk, savaş, arzu ve isyan var. Kimi zaman bir romanla, kimi zaman birkaç dizeyle…
Şimdi, birlikte bu seslere kulak verelim.

Sessizlikten Çığlığa: 20. Yüzyılın Başında Kadın Kalemler

Kadınların sesi tarih boyunca hep bir fısıltıyla başlamıştır. Ama doğru zamanda, doğru kelimelerle birleştiğinde o fısıltı bir çığlığa, bir direnişe dönüşür. Balkanlarda 20. yüzyılın başlarında, savaşın ve toplumsal baskıların gölgesinde kadın yazarlar kalemlerini ellerine aldıklarında yalnızca hikâye anlatmadılar, kendi varlıklarını haykırmaya başladılar.

Hortensia Papadat-Bengescu (1876–1955) – Romanya

Hortensia Papadat-Bengescu | descopeririro

Modern Rumen edebiyatının öncü kadın sesi olan Hortensia Papadat-Bengescu, feminen duyarlılığı bireysellik ve psikolojiyle harmanlayan ilk yazarlardan biridir. Romanlarında burjuva toplumunun yapay kurallarını, kadının bastırılmış arzularını, ev içi dramları ve zihinsel çöküşleri titizlikle işlemiştir. Yazmış olduğu kadın figürler, çoğunlukla içe dönük, gözlemci, duyguları içinde boğulan ama dışarıya güçlü görünmek zorunda olan figürlerdir.

Concert din muzică de Bach adlı romanı, hem yapısal olarak moderndir hem de tematik olarak dönemi için çığır açıcıdır. Kadınların hem sosyal rolleriyle hem de içsel dünyalarıyla kurduğu çatışmaları anlatır. Her şey yerli yerindeymiş gibi görünen bir hayatın altında kaynayan bastırılmışlık, sessiz çığlıklar halinde sayfalara dökülür. Papadat-Bengescu sadece Rumen edebiyatında değil, Balkanların genel kadın edebiyatı tarihinde de önemli bir dönüm noktası yaratmıştır. Çünkü onun kaleminden bizlere ulaşan kadınlar, artık yalnızca başkaları için değil, kendileri için yaşamaya çalışan kadınlardır.

Desanka Maksimović (1898–1993) – Sırbistan

Desanka Maksimović | serbiantimesinfo

Desanka Maksimović, Sırp edebiyatının hem kalbinde hem de belleğinde yer alan kuvvetli bir isimdir. Şiirleriyle bir kuşağın duygusal hafızasını inşa etmiş, özellikle kadın duyarlılığını savaşın, yoksulluğun ve yalnızlığın içinden anlatmıştır. Onun şiirlerinde kadın ne sadece anne ne sadece sevgilidir. Maksimović’in kadını, bekleyen ama pes etmeyen, susan ama düşünen, sevmekten ve hislerden korkmayan bir figürdür. Krvava bajka adlı şiiri, II. Dünya Savaşı’nda öldürülen çocuklara adanmış olsa da, satır aralarında annenin korkusunu, kadının çaresizliğini ve insanlığın çöküşünü de taşımaktadır.

Maksimović sade bir dil kullanan bir şairdir. Ancak kelimeleri bir bıçak gibi keskin, sözleri kuvvetlidir. O, kadınlık hâllerini süslemeye çalışmaz ancak onlara hak ettikleri inceliği vererek anlatır. Balkan şiirinde, erkek merkezli duyarlılıklara karşı bir denge yaratır.

Direnişin Adı, Kadının Hafızası: Soğuk Savaş ve Sonrası

Totaliter rejimler geçmişten günümüze önce kadınları değil, onların hafızasını susturmak istemiştir. Çünkü kadınlar sadece geçmişi değil; acıyı, arzuyu, yoksunluğu ve direnişi de beraberlerinde taşırlar. Kaleme sarıldıklarında, bir ülkenin unutmaya çalıştığı ne varsa hepsini kelimelerinde işlerler. Soğuk savaş yıllarında Balkan ülkelerinde bir kadın olmanın ve buna karşı geliştirilen edebî direnişi bize yazılarında sundular. Bu dönemin kadınlar yazarları yalnızca yazmadı; aynı zamanda unutmamak için direndi.

Vesna Parun (1922–2010) – Hırvatistan

Vesna Parun | biografijaorg

Vesna Parun, aşkı ve arzuyu kaleme aldığı için çokça eleştirilmiş ama yazmaktan hiç vazgeçmemiştir. 1950’lerin muhafazakâr Balkan atmosferinde, kadınların hisleri, arzuları, düşünceleri genellikle bastırılırken, Parun aşkı tüm çıplaklığıyla dizelerine dökmüştür. Ancak onun şiirleri yalnızca duygusal içerik barındırmaz. Sevmek, Parun için başlı başına bir başkaldırıdır. Kadınların susmasının beklendiği bir toplumda, arzusunu açıkça dile getiren kadın bir şair olmak, o yıllarda politik bir eylem niteliğindedir.

Parun’un kadın karakterleri, sevdikleri için her şeyi göze alırken, kendilerini de asla inkâr etmezlerdi. Onun dizelerinde kadın, aşkın kurbanı değil; aşkın bilinçli taşıyıcısıdır. Bu yönüyle Balkan edebiyatında kadına yönelik idealize edilmiş, edilgen ve fedakâr figürlere karşı cesur, arzulu ve bağımsız bir ses yaratmıştır.

Ana Blandiana (1942– ) – Romanya

Ana Blandiana | glasulcetatiiro

Ana Blandiana, yalnızca Romanya’nın değil aynı zamanda Doğu Avrupa‘nın en cesur kadın şairlerinden biridir. Ceaușescu rejimi döneminde şiiriyle susturulmak istenmiş; kitapları yasaklanmış ama kendisi hiçbir zaman yazmaktan vazgeçmemiştir. Sesini kısamamışlardır. Onun dizelerinde kadın birey oluşunun yanı sıra hafıza taşıyıcısıdır da. Dili sadedir ancak insanın kalbinde derinliklere ulaşır. Şiirlerinde sürekli olarak geçen gölge, kayıp, yasak, sessizlik gibi motifler yalnızca kişisel değil, siyasal bir mesajdır. Kadınlar onun dizelerinde; baskının, kontrolün ve gözaltına alınmış arzuların tanıklarıdır.

Blandiana’nın şiirleri 80’li yıllar boyunca yeraltı yayınlarında elden ele dolanmış, özellikle de kadınlar arasında bir tür sivil direniş mektubu haline gelmiştir. Onun kelimeleri, bir kuşağın vicdanına işlenmiş parçalardır. Ve Blandiana günümüzde hâlâ kadın hakları, ifade özgürlüğü ve insanlık onuru konusunda ilham verici bir figürdür.

Savaşın Gölgesinde: 1990’lar ve Yugoslavya’nın Dağılışı

Bazen kadın yazarlar yalnızca bir edebiyatçı değil aynı zamanda bir tanıktır. 1990’larda Balkanlarda yaşanan savaşlar sadece toprakları değil, kadınların bedenlerini de hedef aldı. Tecavüz, sürgün, sessizlik… Kadınlar susturulmak istendi, ama onlar yazdılar. Yazmak, belki de hayatta kalmanın tek yoluydu.

Slavenka Drakulić (1949– ) – Hırvatistan

Slavenka Drakulić | quillettecom

Slavenka Drakulić, Balkan savaşlarının göbeğinde, olan biteni en çıplak haliyle yazan bir kadındır. Savaş bir kadın yüzü taşımadığında demedi; tam aksine, savaşın en çok kadınlarda nasıl iz bıraktığını anlatmıştır. They Would Never Hurt a Fly adlı kitabında savaş suçlularının psikolojisini incelerken, aslında savaşın sıradanlaştırılmış kötülüğünü de ifşa etmiştir. Ancak onu Balkan edebiyatında bu kadar özgün kılan, kadının konumunu asla göz ardı etmemesidir.

Romanlarında tecavüz, kayıplar, bedenin kırılganlığı, hafızanın zihni gibi temaları işlemiştir. Onun gözünde kadın olmak sadece acıya tanıklık etmek değil; aynı zamanda onu kelimelere çevirebilmektir. Drakulić için yazmak, yaşamak kadar politik ve kişisel bir eylemdir.

Vedrana Rudan (1949– ) – Hırvatistan

Vedrana Rudan | dnevnikhr

Vedrana Rudan bir patlama gibidir. Drakulić’in içten içe yandığı yerde, Rudan alevi dışarı savurur. Öfkesi saklı değildir. Yazarken bağırır. Uho, grlo, nož (Kulak, Boğaz, Bıçak) gibi romanlarında hem savaş sonrası toplumun ikiyüzlülüğünü hem de kadının eve, evliliğe ve “iyi kadın” kalıbına sıkıştırılışını sarsıcı bir dille anlatır. Rudan’ın edebiyatı politik olduğu kadar biyografiktir. Öfke, ironi, mizah ve travma onun dilinin dört temel taşıdır. Her satırında, kadınların nasıl bastırıldığını değil, bastırılmamak için nelerden vazgeçtiğini bize aktarır.

Flora Brovina (1949– ) – Kosova

Flora Brovina | balkaninsightcom

Flora Brovina belki de bu dönemdeki en sahici ve sarsıcı figürdür. Şair, doktor, kadın hakları savunucusu… Savaş sırasında Kosova’da kadınlar için sığınma evleri kurmuş; sonra da Sırbistan’da tutuklanarak işkence görmüştür.

Ancak o da yazmaktan vazgeçmemiştir. Şiirlerinde anneliği, doğumu, savaşı, bekleyişi ve yoksulluğu birlikte işlemiştir. Onun dizelerinde kadınlar yaşadıkları acıyla bükülmez, ayağa kalkar. Brovina’nın şiiri yalın ve hayata çok yakındır. Onun yazısı, Balkanlar’daki savaşın sadece politik değil; bedensel, psikolojik ve toplumsal boyutlarını da gözler önüne serer.

Jasmina Tešanović (1954– ) – Sırbistan

Jasmina Tešanović | alchetroncom

Jasmina Tešanović’in en çok bilinen eseri The Diary of a Political Idiot, aslında savaş sırasında tuttuğu günlüklerden oluşur. Sırbistan’daki rejime ve erkek egemen şiddet diline karşı yazılmış bu metin, bir kadının hayatta kalma notları gibidir.

Aynı zamanda feminist bir aktivist, film yapımcısı ve çevirmen olan Tešanović’in metinlerinde beden, hem savaşın hem de arzunun alanıdır. Kadın olmak onun edebiyatında sürekli diken üstünde yürümek gibidir: hem hissedersin hem görürsün hem susturulursun. Onun dili hem çok kişisel hem çok kolektiftir. Kendi bedenini anlatırken, başka kadınların acısını da taşır. Böylece yalnızca bireysel değil edebi bir dayanışma alanı da yaratmıştır.

Sınırlar, Kimlikler ve Göç: Yeni Yüzyılda Kadın Anlatılar

Savaşlar sona erse de bazı yaralar zamana direnir. Sınırlar silinse bile kimlikler öyle kolay değişmez. 2000’li yılların kadın yazarları, Balkanlar’ın geçmişinden gelen suskunlukla, bugünün küresel kimlik krizini aynı anda taşır. Onlar için “kadın olmak” sadece bir coğrafyada değil; bir dilde, bir kültürde, bir bedende sıkışmış olmanın adıdır. Ve artık anlatılan, sadece acı değil; dönüşüm, göç ve yeniden yazılma hikâyesidir.

Elvira Dones (1960– ) – Arnavutluk / İsviçre

Elvira Dones | libmagch

Elvira Dones, modern Balkan edebiyatının en güçlü kimlik anlatılarından birine imza atmıştır. Sworn Virgin (Yeminli Bakire) adlı romanı, Arnavutluk’un kuzeyinde yüzyıllardır süregelen bir geleneği merkeze almaktadır; erkek gibi yaşamaya ant içmiş kadınlar.

Ancak Dones’in hikâyesi sadece kültürel bir araştırma değildir. Asıl mesele, kadın olmanın hem sosyal hem biyolojik hem de dilsel bir sorgulama alanı olmasıdır. Dones’in dili sade, ama düşündürücüdür. Romanı boyunca kadınlık, erkeklik, aidiyet ve sürgün kavramları iç içe geçer. Göç eden, ismini, kıyafetini, kimliğini değiştiren karakterler aslında Balkanlar’ın geçirdiği dönüşümün metaforlarıdır.

Tea Obreht (1985– ) – Sırbistan / ABD

Tea Obreht | theguardiancom

Tea Obreht henüz 25 yaşındayken yazdığı The Tiger’s Wife (Kaplanın Karısı) adlı romanıyla tüm dünyada büyük ilgi görmüştür. Her ne kadar İngilizce yazsa da, romanında Balkan coğrafyası, savaşın ruh hali ve efsanelerle dolu kolektif hafızayı çok güçlü bir biçimde hissettirmiştir.

Obreht’in yazısı bir sınır yazısıdır. Balkanlar ile Amerika, geçmiş ile şimdi, gerçek ile mit, çocukluk ile ölüm arasında kurulan edebî bir köprüdür. Obreht’e göre kadın olmak, bazen hikâyelerle büyümek ama sonra da o hikâyelerin sınırlarını aşmaya çalışmaktır. Obreht’in kadın karakterleri savaşla büyümüş, göçle yoğrulmuş, ama hâlâ anlatacak masalları olan kadınlardır. Bu masallar ise artık sadece geçmişi hatırlamak için değil; iyileşmek için yazılmışlardır.

Yarının Kıyısında: Yeni Yüzyılın Kadın Sesleri

silverpetticoatreviewcom

Geçmişin travmaları hâlâ hafızada, savaşın suskunluğu hâlâ kulakta. Ama Balkanlarda artık yeni bir kuşak kadın yazar var. Onlar savaşı görmedi belki, ama onun mirasını taşıyor. Onlar göç etmedi belki, ama köksüzlüğü hissediyor. Onlar artık sadece anlatmıyor; analiz ediyor, dalga geçiyor, meydan okuyor.

Yeni kuşağın kadın yazarları için edebiyat; bir tür terapi değil, bir tür teşhis. Aile yapısı, evlilik, queer kimlik, yalnızlık, gündelik ikiyüzlülük ve kadınlığın hâlâ tanımlanamamış ağırlığı… Tüm bunlar artık kısa öykülerde, minimal romanlarda ve şiirlerde yeniden dile geliyor.

Lejla Kalamujić (1980– ) – Bosna-Hersek

Lejla Kalamujić | gkubcuhr

Lejla Kalamujić’in yazıları çoğunlukla hep bir yasla başlar. Annesiz büyüyen, queer kimliğini keşfeden, savaş sonrası Bosna’da bir tür ruhsal harabe içinde yaşayan kadınları anlatır. Zovite me Esteban adlı öykü kitabı, kadın bedenine, kimliğe, travmaya ve aşkın kırılganlığına dair derinlikli anlatılar içerir.

Lejla’nın dili yavaş akar ama alt metni ve barındırdığı anlamlar yoğundur. Her cümlede bir yas, bir yalnızlık, bir arayış vardır. Kadın karakterleri aşkın içinde kendini kaybeder, sonra kelimelerle yeniden doğar. Onun yazıları, Balkanlarda queer olmanın sadece cinsel değil, toplumsal ve duygusal bir mücadele olduğunu gösterir.

Rumena Bužarovska (1981– ) – Kuzey Makedonya

Rumena Bužarovska | cdccsi

Rumena Bužarovska, çağdaş Balkan edebiyatında ironik dilin ve kara mizahın en güçlü kadın temsilcilerinden biridir. En bilinen eseri Mojot mazh, evlilik kurumunu ve heteronormatif aile yapısını yerle bir eden öykülerden oluşur. Hikâyelerdeki kadınlar suskun, kırılgan ya da masum değildir. Onlar bilen, gözleyen, içten içe öfkelenen, zaman zaman da çoğu şeyle alay eden figürlerdir.

Onun dili sade ama keskin, içten içe mizahi ama acımasızdır. Kadın karakterler her ne kadar sıradan evlerde, sıradan ilişkilerde yaşıyor gibi görünse de aslında çok daha büyük bir sistemin içinde sıkışmışlardır: aile, din, ahlak ve gelenek. Bužarovska’nın yazıları, Balkanlardaki “iyi kadın” mitinin maskesini indirir.

Maša Seničić (1990– ) – Sırbistan

Maša Seničić | novostirs

Maša Seničić, şiir, kısa anlatı ve görsel sanatları birleştiren çok yönlü bir çağdaş sanatçıdır.
Şiirlerinde dijital çağda kadın deneyimini işler: ekranlar, sessiz iletişim, kaygı bozuklukları, yalnızlık, algoritmalar… Ama bütün bunların arkasında hâlâ çok tanıdık bir şey vardır: anlaşılamayan kadın.

Maša’nın şiirleri modern, bazen deneysel ama hep duygusaldır. Kadınlık artık sadece anne olmak ya da âşık olmakla ilgili değildir. Onun yazdığı kadınlar kaygılı, sessiz, belki depresif ama farkındalığı yüksek, kendi ruh halleriyle kavga etmekten çekinmeyen bir kuşaktır.

Balkan Kadınlarının Yazıyla Kurduğu Dünya

bookwritingpioneercom

Yüzyıllardır savaşın gölgesinde büyüyen kadınlar, sadece hayatta kalmakla değil, kelimelerle direnmekle de sınandı. İlk seslerini şiirle duyurdular, sonra romanlarla, öykülerle, günlüklerle… Her dönem başka bir yara, her metin başka bir hayatta kalma biçimi oldu.

Desanka Maksimović ve Hortensia Papadat-Bengescu gibi öncüler, kadınlığın bir duygu değil, bir varoluş hâli olduğunu gösterdi. Ana Blandiana ve Vesna Parun, sessizlikten direniş çıkardı. Slavenka Drakulić, Vedrana Rudan, Jasmina Tešanović ve Flora Brovina ise savaşın en çıplak yüzünü kadın bedeninde gösterdi. Elvira Dones ve Tea Obreht, göç ve aidiyet üzerinden kimliğin sınırlarını sorguladı. Çağdaş kalemler, Rumena Bužarovska, Lejla Kalamujić, Maša Seničić, artık geçmişle değil, şimdiyle hesaplaşıyor: sessizlik, yalnızlık, queer kimlik, sınıf, dijital yurtsuzluk

Bugün Balkan kadın yazarlarının kurduğu edebiyat, bir edebiyat türü değil; bir hafıza, bir direniş arşivi, bir kendini bulma haritasıdır. Onlar artık sadece anlatmıyor; tanıklık ediyor, değiştiriyor, hatırlatıyor. Çünkü Balkanlar’da kadınlar yalnızca tarih tarafından değil; çoğu zaman kendi dilleri, bedenleri ve toplumları tarafından da bastırıldı. Ama artık susmuyorlar.


Kaynakça

Blandiana, A. (2010). My Native Land A4. London: Bloodaxe Books.

Drakulić, S. (1993). How We Survived Communism and Even Laughed. Harper Perennial.

Feminist Review, Issue 102 (2012). “Women and War in Former Yugoslavia.”

Obreht, T. (2011). The Tiger’s Wife. New York: Random House.

Zaharijević, A. (2017). What is political in post-yugoslav feminist activism? Gender İn Twenti̇eth-Century Eastern Europe And The Ussr, 201-213.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.