Bakış Açınızı Değiştirecek 10 Distopik Roman

" hide_table_content="td_encvalW2dpemxlXQ=="]

? Bu yazı İrem Nur Kaya tarafından Editörün Seçimi listesine eklendi. ?

Daha güzel bir dünya misyonuyla yolan çıkmış ütopyalara bir antitez olarak konumlanmış distopyalar; tarih boyunca birçok sistemi, rejimi veya yönetimi kendi dünyalarında kendi kurguları dahilinde çarpıcı bir gerçeklikle eleştirdiler. Usta yazarların hayranlık uyandıran bir öngörü ile ilmek ilmek dokuduğu bu karanlık dünyalar çoğu zaman toplumlarına acımasız birer ayna tutma görevini başarıyla yerine getirdiler. Bir tür olarak distopya eserleri 20. yüzyılın başından günümüze kadar geniş kitlelere ulaşarak toplumlar üzerinde büyük bir farkındalık ve aydınlanma etkisi yarattılar.

Gelin bu türün bazı örneklerini birlikte inceleyelim, keyifli okumalar.

Öteki Dünya

Distopyalar yıllar boyunca çeşitli sorunları ele alarak muhtemel felaket senaryolarıyla biz okuyuculara farklı bakış açıları kazandırmışken tüketim çılgınlığı hakkında bir eser olmazsa olmazdı. J. G. Ballard 2006 yılında kaleme aldığı Öteki Dünya ile bu boşluğu fazlasıyla dolduruyor. Öteki Dünya kontrolden çıkmış bir modernizmin gelebileceği kaotik noktayı gözler önüne seriyor. Hayatı tüketimi körüklemekle geçmiş işsiz bir reklamcı olan Richard Pearson babasının gizemli ölümü sonucunda kendini Metro-Centre alışveriş merkezinde buluyor. Burası günümüzdeki alışveriş merkezlerinden oldukça farklı bir işlevde konumlanıyor. Vakitlerinin çoğunu bu kutsal ibadethanede tüketim yaparak geçiren ve bunun dışında kalan tüm yapıları tehdit olarak gören bir toplum işleniyor.

Londra’nın Brooklands kasabasında tüm şehirden görülebilecek yüksek ve ışıltılı bir kubbeye sahip bu kutsal mekana girmesi kolayken her tabelanın kendisini gösterdiği Metro-Centre’dan çıkması oldukça zordur. Babasının ölümüne sebep olan saldırının ardında sıradan bir terör girişiminden fazlası olabileceğini anlayan Richard burada kalarak soruşturmaya başlar ve olaylar beklenmedik bir hal alır. Eserlerinde insan şiddetine sık sık yer veren Ballard bu distopyada kapitalizm ve modernizmin tehlikeli kombinasyonunun yanı sıra faşizmin yıkıcı etkisine de yer verir. Tüm bu kaosun ortasında kendilerine sembol olarak St. George haçını benimsemiş futbol holiganları şehir boyunca kaba kuvvet ile terör estiriyor. Günümüzden çok da uzak olmayan bir geleceği tasvir eden gerçekçi bir distopya arıyorsanız Öteki Dünya beklentinizi karşılayacaktır. 

“Tüketici toplumu bir tür yumuşak polis devletidir. Seçme şansımız var sanıyoruz, fakat aslında her şey zorunlu. Alışveriş etmeyi sürdürmek zorundayız, yoksa kentliliğimizi yitiririz.”

Hayvan Çiftliği

Konusu ve işlenişi gereği 7’den 70’e çok geniş bir kitleye dokunabilen bir yapıt olarak Hayvan Çiftliği her okuyucuda farklı bir tat ve mesaj bırakır. Bir başka George Orwell klasiği olan bu modern fabl her distopya severin kütüphanesinden eksik etmeyeceği türden bir eser. Tarih boyunca siyasi oluşumları, şahsiyetleri veya sistemleri eleştirirken sayısız yazar birçok farklı yola başvurdu fakat bunu bir Hayvan Çiftliği kurgusu üzerinden aynı sertlikte ve akıcılıkta yapabilmek ancak Orwell gibi yaratıcı bir hayal gücünün altından kalkabileceği türden bir meydan okumaydı. Barındırdığı karakterlerin çoğu tarihe damga vurmuş siyasetçilere ve yöneticilere benzetilmektedir. Eleştirmen ve okuyucular tarafından Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ni merkeze aldığı varsayılan eserde Orwell sosyalizmin teorik ile pratik arasında barındırdığı uçurumuna vurgu yapar. Her ne kadar masum ve iyi niyetli şekilde eşitlik temeline dayandırılan bir sistem hayali kurulsa da insanın karakteri ve iktidar sevdasının baskın çıkarak sistemi kaçınılmaz sona sürüklediği bir olay örgüsü okuyucuya akıcı ve direkt bir şekilde geçer. 1984 ile birlikte George Orwell’in en çok okunan eserlerinden biri olma özelliğini taşıyan Hayvan Çiftliği, günümüzde distopya edebiyatının altın eserleri arasında yerini koruyor. 

“Bütün hayvanlar eşittir, ancak bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.”

Swastika Geceleri

Feminist edebiyatın önemli yazarlarından Katharine Burdakin 1937 yılında Swastika Geceleri’ni yazarak Nazi ideolojisinin Almanya sınırlarından tüm dünyaya yayıldığı bir ihtimali gözler önüne seriyor. Sadece siyasi yönden değil, gerek toplumsal gerek dini yönden bambaşka bir yapıya evrilen dünya tasvirinde Burdakin, kadın-erkek eşitsizliğini de bambaşka bir noktada konumlandırıyor. 27. yüzyılda geçen roman okuyucusuna kadın cinsinin üreme sürecindeki önemsiz bir araçtan fazla değer görmediği karanlık bir sınıf yapısı sunuyor. Mahzen benzeri yerlerde toplu olarak esaret altında tutulan kadınlar onlara dayatılan geleceğe boyun eğmekte ve yalnızca erkek çocuk dünyaya getiriyorlar. “Hitler” dini dışındaki tüm dinler zamanla dünyadan silinmiştir ve herkes tanrı olarak gördükleri liderlerine sorgusuzca tapınıyor. Fahrenheit 451’i anımsatan şekilde tüm kitapların yakıldığı bu baskıcı toplumda sanattan bahsetmek de imkansız. Yakın tarihe damgasını vurmuş bir sembolü derin bir kurgu ile işleyerek etkileyici bir eleştiriye imza atan Katharine Burdakin, Swastika Geceleri ile distopya edebiyatına farklı bir genişlik kazandırdı. 

“Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde onur da yoktur.”

Otomatik Piyano

Günümüz dünyasında bile üretimin yadırganamaz bir parçasını insan gücünün oluşturduğu bir düzenin içinde yaşıyoruz. Peki tersini hiç düşündük mü? Amerikalı Yazar Kurt Vonnegut bundan tam 70 yıl önce bu ihtimali düşündü ve sonucunda Otomatik Piyano ortaya çıktı. Yazar kitabının konusuyla ilgili 1973 yılında Playboy röportajında sorulan soruya “Konusunu, konusu güle oynaya Biz’den araklanmış Cesur Yeni Dünya’dan güle oynaya arakladım.” cevabını verdi. Cevabın mizahı yanını bir yana bırakırsak hiç de haksız sayılmaz. Kurgusal dünyası Biz, Cesur Yeni Dünya, 1984 gibi distopya edebiyatının önde gelen romanlarıyla paralellik gösterse de kendine has dili ve anlatım biçimiyle Otomatik Piyano oldukça özgün bir eser. Yazarların eserlerini kaleme alırken yaşantılarından esinlendikleri inkar edilemez bir gerçekse Kurt Vonnegut bunun en iyi örneklerinden. İkinci Dünya Savaşı sırasında Dresden şehrinde Almanlar’a tutsak tutulduğu dönemin yanı sıra General Electric bünyesinde çalıştığı yılların Otomatik Piyano’nun yağ ve cıvatalardan meydana gelen metalik dünyasının oluşumunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. Kitap yakın gelecekte Üçüncü Dünya Savaşı sırasında insan emeği olmaksızın üretim yapmanın mümkün kılındığı süreç sonucunda oluşan kriz halini merkezine alır. Patronlar-Mühendisler ve iş güçleri ellerinden alınmış alt sınıf olarak iki sınıfa ayrılmış bir toplumun acı verici portresi çizilir. Kapitalizmin ile insan ahlakının haksız dövüşüne tanıklık edebileceğiniz Otomatik Piyano, dünyamızın geleceğini şekillendirecek nesiller tarafından kesinlikle okunması gereken bir eser. 

“Ve yanlış bir yola sapıldıktan sonra geriye doğru atılan bir adım, doğru yolda atılmış bir adım demektir.”

Uyandığında

Suçluların cezalandırılma biçimi her zaman bir tartışma konusu olmuştur. Cezanın caydırıcılığı potansiyel suçluları kafalarındaki eylemlerinden alıkoymaktan oldukça uzak olacak ki dünya geneli suç oranlarında istikrarlı bir artış gözlemleniyor. Hillary Jordan’ın kaleminden 2011 yılında çıkan Uyandığımda, tam da bu konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşan bir eser konumunda. Bugünkü halinden oldukça uzaklaşmış; kadınların pantolon giymesinin uygun görülmediği, eğitim almalarının önünün kapandığı, eşcinsel ve feministlerin toplum için birer tehdit olarak tanımlandığı distopik bir Amerikan toplumu tasvir ediliyor. Bu karanlık dünyada günden güne artan suçlar sonucunda hapishanelere kaynak sağlanamaz ve yönetimin bulduğu çözüm oldukça sıra dışıdır; işledikleri suça göre derilerine renk enjekte ederek onları toplumda ifşa etmek. Tecavüzün mavi, hırsızlığın sarı, kürtaj yaptırmanın kırmızı renge mahkum edilmesiyle yürütülen süreç okuyucuya oldukça ilginç bir bakış aşısı sunar. Romanın ana kahramanı ve kürtaj suçundan hüküm yemiş Hannah Payne’in gözünden baktığımız bu toplumda kırmızı ten rengi ile ayrıştırılmak nasıl bir his doruklarımıza kadar hissediyoruz. Amerikalı yazarın feminist görüşlerine de sıkça rastladığımız eser, ataerkil toplumun kontrolden çıkması durumunda ne gibi sonuçları olabileceğini de sert bir dille betimler. 

“Sevginin sonsuz çeşidi vardır, derdi, ama en saf olanı merhamettir çünkü bir tek o “benim için ne var” diye sormaz.”

Teftiş

2014 Yılında yayımlanan Kafes romanıyla Netflix yapımcılarının dikkatini çeken ve hikayesi Bird Box ismiyle beyaz perdeye uyarlanan yazar Josh Malerman, 2019 yılında okuyucusunun karşısına Teftiş ile çıkıyor. Bu karanlık roman esrarengiz iki okulda gelişen paralel ve gizemli bir hikayeyi ele alıyor. Kitabın ilk bölümleri görece ağır ve sıkıcı gelebilse de sistemin kavranması ve atmosferin yoğunlaşmasıyla okuyucuya üst seviye bir gerilim ve gizem hazzı sunuyor. Okuldaki öğrencilerin A’dan Z’ye harflerle isimlendirilmesi olaya farklı bir bakış açısı katıyor. Katı kuralların ve otoriter yönetimin yüklediği baskı ve korku rejimi kitabın ana karakteri J’yi belirlenmiş kalıpların dışına ve dış dünya ile bağlantı kurma çabası içine girmeye itiyor. Roman ayrıca merkezinde barındırdığı Karşı cins mükemmele ulaşma yolunda sadece bir dikkat dağıtıcı mıdır?sorusuna cevap ararken sosyolojik çalışmalara veri olabilecek tartışmalar için etkini bir kaynak niteliğinde. Siyah bulutların üzerinden hiç eksik olmadığı dünyası ve gerek psikolojik gerek fiziksel şiddet baskısının omuzlardan hiç kalkmadığı bu akıcı distopya özellikle kasvetli kış aylarında okunduğunda distopya severlerin raflarında özel bir yer alacaktır. 

“Gökyüzünü çoktan görmüş bir oğlandan hepten kör bir adam yaratamazsın.”

Son Ada

Türk edebiyatının başarılı yazarlarından Zülfü Livaneli’nin 2008 yılında yayımlanan romanı Son Ada listemizdeki tek yerli eser. Romanın merkezinde toplumdan izole, kendi yağında kavrulan ve mutlu mesut yaşamını sürdürenbir ada halkının kötü niyetli bir diktatörün dokunuşuyla bir cehenneme dönüşmesinin acıklı portresi yer alıyor. Livaneli politik tutumuna paralel olarak otoriter rejimleri Son Ada eserinde kurguladığı hikaye ile acımasız ve yalın bir şekilde topa tutuyor. Siyasilerin halkı açlık ve sefaletle tehdit edip gözlerine at gözlükleri geçirerek sadece bakmasını istedikleri yöne baktırabildikleri ve görmesini istedikleri şeyleri gördürebildikleri gerçeği net bir şekilde okuyucunun yüzüne vuruluyor. Romanın ilerleyen bölümlerinde yaşanan dehşet dolu olayları eli kolu bağlı şekilde okuma süreci bir hayli yıpratıcı ve düşündürücü. Bir nevi çoban-sürü ilişkisine evrilen başkan ile ada halkı arasında yaşananlar kurguyu kaçınılmaz sona sürüklüyor. Başı önde bir şekilde kendilerine dayatılan yaptırımlara boyun eğen toplumu ve elinde kırbaç tutan yönetimi okudukça günlük hayattan örneklere benzetmek gittikçe mümkünleşiyor. Alegorik mesajlarla dolu bir Livaneli romanı olan Son Ada, yerli distopya bulma konusunda kıtlık yaşayan okuyucular için bulunmaz bir nimet değeri taşıyor. 

“İnsanlar eşit değildir. Güçlüler ve zayıflar vardır ve hayat bunlar arasındaki mücadeleden ibarettir.”

Hayatta Kalma Güncesi

Nobel edebiyat ödüllü İngiliz yazar Doris Lessing’in 1974 yılında kaleme aldığı Hayatta Kalma Güncesi; bilim kurgudan uzak, gerçekçi ve çarpıcı bir distopya. Doğal kaynakların tükenmek üzere olduğu bir dünyada çarklar nasıl dönerdi? Tabii ki güçlülerin güçsüzlerin üzerine basarak yarınlarını kurtardıkları ve sınıf farkının giderek açıldığı bir şekilde… Doğanın fabrika ayarlarıyla oynanması yetmemiş gibi insan psikolojisinin de yerle bir edildiği bu dünyada bir düzen veya denetimden bahsetmek oldukça zor. Tam anlamıyla kaosun hüküm sürdüğü toplumda yağmalanan dükkanlar, moloz yığınına dönüşmüş binalar ve kol gezen çocuk çetelerine sık sık rastlanır. Bütün bu karmaşayı kendisine emanet edilen bir kız çocuğunun sorumluluğuyla hayatta kalma savaşının ortasında yaşlı bir kadının bakış açısıyla görüyoruz. Yozlaşmanın, açgözlülüğün ve bireyselciliğin kriz anlarında nasıl insanı ele geçirip onu vahşi bir hayvana çevirebileceğine tanıklık ettiğimiz Hayatta Kalma Güncesi, okuyucuyu sorgulamaya iten bir roman olma özelliğine sahip.

“Asıl alışılmadık, sıra dışı olan, bizim yaşadığımız bu uzun süreli, huzurlu, normal dönemlerdi, yağmaların, kavgaların birbirini izlediği günler değil.”

Demir Ökçe

Distopya edebiyatının miladı olarak kendinden sonra gelen birçok yazara büyük ilham kaynağı olmuş bir Jack London eseridir Demir Ökçe. Yayım yılı olan 1908’den bugüne içinde barındırdığı fikirleri ve değerleri tüm çarpıcılığıyla taşımayı başarmış ölümsüz bir başyapıt kendisi. Jack London henüz yirminci yüzyılın başlarında oligarşi ve kapitalizm çarkının toplumlar üzerinde bırakabileceği derin yaraları şaşırtıcı bir öngörü sergileyerek gözler önüne serdi. Böylece sonraki özel fikir insanları için görmezden gelinemeyecek derecede bir farkındalık ve aydınlanma yaratarak Orwell, Huxley, Bradbury gibi birçok usta yazara bir distopik dünyanın kurgulanması konusunda yol gösterici olur.

Eserde acımasızca proletaryanın üzerine basarak büyüyen tröstlere karşı geri adım atmayan Ernest Everhard’ın direnişi üzerinden sosyalist bir devrim ihtimali üzerinde durulur. Amerika kırsalında, işçi sınıfının bağrında kavrularak yetişmiş bir yazar olması elbette Jack London’ın kaleminde oldukça etkili olacaktı. Bu etki birçok eserinde net bir şekilde görülse de politik ve fikirsel bağlamda okuyucuya sunduklarıyla Demir Ökçe diğerlerinden ayrı bir kategoride değerlendirilmeli ve şüphesiz ki topluma ayna tutan ölümsüz eserlerin arasında yerini almalıdır. 

“Milyonlarca insan eziyet ve sefalet içinde yaşarken neden rahatı yerinde birinin rahatını bozmayayım?”

Biz

Yevgeni Zamyatin’in kaleminden çıkan Biz, 1924’te yayımlandığı dönem Sovyetler Birliği’nde bir tehdit unsuru olarak görülünce 1988 yılına kadar kendi dilinde Rus okuyucularla buluşamadı. Bir edebi eserin çeşitli siyasi topluluklar tarafından tehlikeli görülerek yasaklanması başlı başına o eserin ne kadar çarpıcı ve bilinmesinin istenmediği bazı gerçekleri gün yüzüne çıkardığının en net göstergesidir. Kendisinden sonra oluşturulacak distopik dünyalara bir esin kaynağı niteliği gören Biz, uzak gelecekte geçen ve otoriter bir Tek Devlet tarafından yönetilen bir toplumu konu alır. Artık isimlerin ve şahsiyetlerin bir öneminin kalmadığı bu yeni toplum yapısı matematik merkezli bir şekilde yönetilmektedir. Şahıs isimleri bile matematiksel kodlardan oluşurken bunaltıcı bir polis yönetimi insanları sürekli denetlemektedir. Bireylerin ne zaman uyuyacakları, eşleriyle cinsel ilişkiye girecekleri ve özel hayatlarında yapıp ettikleri dahi devletin şekillendirmesiyle yürütülür. Duvarları şeffaf ve dışarıdan gözlenebilir evlerde yaşayan toplumda herkese en temel görevi mutlu olmak ve kendini bu yola adamaktır. Hayal gücü, maneviyat ve şahsi zevklerin ölümcül birer zehir olarak görülür. Romanın ana karakteri D-503 başlarda her şeyin yolunda olduğunu ve sistemin kusursuz işlediğini düşünse de zamanla aydınlanacak ve kendini gerçek mutluluğu arayış yolunda bulacaktır. Günümüze kadar yazılmış distopyalarda alışmış olduğumuz klasik totaliter rejim ile başkaldırının çatışmasının ilk ve en saf örneklerinden birinin okuyucuya sunulduğu Biz, kült distopya romanları arasında vazgeçilmez bir eserdir. 

“Bunca yıldır mutluluğun önüne artı işareti koymak ne aptallık! Ne beter bir önyargı! Mutlak mutluluğun başına elbette bir eksi, hem de semavi bir eksi konmalı..”

 

KAYNAKÇA

“Distopya Alıntıları”. 1000Kitap. Web. 10.01.22

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Marmaris’te Yaz Rüyası: 5 Günlük Keşif Rotası

Ege ve Akdeniz'in incisi Marmaris için keyifli bir yol rotası.

Feminizmin Gücü: Patriyarka’nın Sosyal Yapılara Etkisi

Patriyarkal sisteme meydan okuyan feminizm, kadını güçlendirip eşitlikçi bir toplum inşasına öncülük eder.

Söylenti Konser Takvimi: Üç Büyükşehirde Kimler Var?

Söylenti müzik ekibi tarafından hazırlanan; İstanbul, Ankara ve İzmir'e müzik coşkusunu tattıracak birbirinden farklı Mayıs ayı konserleri sizlerle!