John Fante İtalyan asıllı Amerikalı romancı, kısa hikâye yazarı ve senaristtir. Duvar işçisi olan Nick Fante’nin oğludur. Yüzyıl başlarında Amerika’ya göç ettikten 8 yıl sonra dünyaya gelen John Boulder’da yetişmiş ve Colorado üniversitesine kayıt yaptırsa da eğitimini yarıda bırakıp 20 yaşında okuldan ayrılmıştır. Bir süre sonra babasının kendilerini terk etmesi üzerine iyiden iyiye fakirleşmeye başlamış ve Californiya’da bir balıkçı fabrikasında kendisine iş bulmuştur. Durumunu düzelttikten sonra annesini de yanına alarak işten arta kalan zamanlarda hikayeler yazmaya başlamıştır. Aslında çokta bilinmeyen ama ilk göz ağrı olan “bahara kadar bekle bandini” kitabını da o dönemde yazmıştır.
Bukowski’nin öve öve bitiremediği “toza sor” da 1939 da yayımlanmıştır. Yavaş yavaş Hollywood’a kayan yaşamı kendisini ünlü yönetmenlerle tanışmasına ve senaristlik yolunda ilerlemesine vesile olmuştur. Hatta “hayat dolu’nun” senaryosuyla da oscara aday olmuştur. Gitgide kötüye giden sağlığı şeker hastalığına yakalanmasıyla birlikte kör olmasına ve iki bacağının kesilmesine sebep olmuştur. Bu sebeple son romanını eşinin desteğiyle yazmış, ertesi yıl da vefat etmiştir. Ömrünün son yıllarında Bukowski kendisine hep destek olmuş, kitaplarının tekrar basılması için de epeyce çaba göstermiştir.
Şimdi bahara kadar bekle, bandini’den kısa kısa alıntılarla size keyifli bir okuma şöleni yaşatalım.
-“Hep hastaydı, ama belirti göstermeyen türden bir hastalıktı onunki; kansız ve yarasız, acı sadece” (syf. 30)
-“Sütünde bir ekmek kırıntısı bulmuştu ve ona okyanusta yol alan motorlu bir tekneyi çağrıştırıyordu; pırrrrr, dedi motorlu tekne, pırrrr. Okyanus gerçek sütten yapılmış olsaydı Kuzey Kutbu’nda dondurma yiyebilir miydin?” (syf.22)
-“İnsanın ruhunda çektiği acıdan daha büyük acı var mıydı dünyada?” (syf.13)
-“Kimse bakmıyorsa bir ağacı öperdi, bir çim tanesi koparıp çiğnerdi, gökyüzüne öpücükler gönderirdi.” (syf.73)
-“Ne yaparsa yapsın bazı insanların korkunç bir biçimde ölmelerini dilemekten alıkoyamıyordu kendini.” (syf. 71)
-“Kanatlarını çırpmaya mahkum yorgun bir kuş gibi yayılırken ne kadar çok sarsılıp hıçkırmışlardı. Böyle oluyordu biri öldüğünde; Bir gün o da ölecek, dünyanın bir yerinde bir daha gerçekleşecekti bu. O orada olmayacaktı, ama gerekmiyordu orada olmak, çünkü bu bir anı olmuş olacaktı zaten. Ölmüş olacaktı, ama hayatta olanlar bilinmez olmayacaklardı onun için, çünkü bir kez daha gerçekleşecekti bu, henüz yaşanmamış bir hayattan edinilmiş bir anı.” (syf.201)
-“Sen beni öp, ben tarih yazayım!” (syf.30)
-“Sürekli geçen yıllardan bahsedip kendini yaşlı göstermek niyeydi?” (syf.25)
-“On dört yaşındaydı ve annesinin onu heyecanlandıramayışı ondan gizlice nefret etmesine neden oluyordu. Her zaman gözünün ucuyla bakardı annesine. Annesini seviyor, ama ondan nefret ediyordu.” (syf.20)
-“Hiçbir zaman cahillere yol göstermemişti, çünkü kendi cahildi zaten.” (syf.69)
-“Ruhun cennete gidebilmesi için bütün günahlardan arınmış, tertemiz olması gerekiyordu. Ruh ölüm anında Cennet’e gidecek kadar temiz, Cehennem’e gidecek kadar da kirli değilse o ara yer kalıyordu geriye; ruhun bütün günahlardan arınıncaya kadar alevler içinde yandığı Araf. Bir teselli vardı gerçi Araf’a gitmekte: er ya da geç çantada keklikti Cennet. Ama Araf’taki bekleyişin yetmiş milyon trilyon yıl sürebileceğini düşününce sonunda Cennet’e kavuşacak olmakta fazla bir teselli bulamıyordu Arturo.” (syf.68)
-“Tanrı her yerde ise Pazar günleri kiliseye gitmek niye?” (syf.33)
-“Tekrar tekrar, bin kere, yüz bin kere; bedenin uyuşukluğu, zihnin kaçışı, belleğin ölümü,
acının direnişi, inancın sessiz ve derin dalgınlığı. Bunun için yaşıyordu.” (syf.47)
-“Batıdaki maviliğe baktı Bandini.
“Yakında Bahar gelecek” dedi.
“Hem de nasıl” “(syf.175)
-“Henüz yaşanmamış bir hayattan edinilmiş bir anı.” (syf.163)
-“Elveda Rosa, elveda bütün aşk hikayeleri, elveda, elveda; merhaba hüzün ve kahır.” (syf.100)
-“Bir kez olsun bana doğru bak Rosa, bu tarafa, seni seyrettiğim yere.” (syf.86)
-“Yıpranmıştı artık, uykudaydı ve uyanmak istemiyordu.” (syf.61)
-“Cennetimi dünyada iyilik yaparak geçireceğim.” (syf.48)
-“Hayatın anlamsızlığıyla meşguldü zihni. “(syf.29)
-““Anlatırsam ne verirsin bana?”
“Sana bir dondurma alırım.”
“Dondurma mı? Kış ortasında ne yapayım ben dondurmayı?”
“Yaza alırım.”
“Havanı alırsın. Şimdi ne verirsin bana?”
“Varımı yoğumu.”
“Anlaştık. Neyin var?”
“Hiçbir şeyim yok.” ” (syf.18)
-“İki yabancıydılar, farklılıklarının uçurumunu aşmalarını sağlayan tek köprü tutkuydu, ve o gece yoktu.” (syf.134)
-“Hareket özgürlüğünün olduğu yerde insanın kanı da ısınır.” (syf.122)
-“Bir erkeğin karısına anlatamayacağı bazı şeyler vardır. O etkileyici odaya girerken içinde kabaran aşağılık duygusunu anlayabilir miydi Maria, aşınmış ve kardan ıslanmış ayakkabılarıyla kayarak odada yürürken hissettiği utancı.” (syf.114)
-“Gözlerini kaldırıp Maria’ ya baktı, ellerini her an üzerine atlamaya hazırmış gibi koltuğun iki yanına dayamış Maria’ ya; ve ondan korktuğunu fark etti, gülümsedi korkusundan, yaptığı kötülük cesaretini zayıflatmıştı.” (syf.105)
-“Arturo, bana bak! Gördün onu değil mi?” “Hayır.” Ama gülümsedi Arturo; ona işkence etmek istediği için değil, yalanında başarılı olduğunu sandığı için. Acele etmişti gülümsemekte. Maria’ nın ağzı kapandı, yüzü yenilgiyle yumuşadı. Hafifçe gülümsedi; öğrenmiş olmaktan nefret ederek, ama yine de Arturo’ nun gerçeği saklayarak onu korumaya çalışmasından memnun. “Anlıyorum, dedi. “Anlıyorum.” (syf. 91)
-“Ayakuçlarına basarak çıktı yatak odasından, annesinden değil de kendi varlığının ona verebileceği zarardan korkarak.” (syf.89)
-“Unutma, August. Verdiğin sözü unutma.” “Söylememe gerek kalmadı. Biliyor zaten.” “Hayır, bilmiyor.” “Öyleyse neden böyle davranıyor?” “Çünkü aklından geçiyor. Ama emin değil.” “Aynı şey.” “Hayır, aynı şey değil.” (syf.85)
-“Sonunda yenilgiyi kabullenip ayağa kalktı. Giysilerindeki karı süpürdü, kepini giydi ve ellerini emdi ısıtmak için. August hiç kımıldamadan yerde yatıyordu, kan akıyordu burnunda hala; Muzaffer August, bir ceset gibi uzanmış, ama kanıyor, kara gömülmüş, soğuk gözleri dingin zaferiyle pırıl pırıl.” (syf.82)
-“Ebedi huzura o doğrudan, temiz güzergah nasip olmayacaktı ona. Zor güzergahtan gidecekti o Cennet’ e, kavisli yollardan. Adak Çocuğu olmasının nedenlerinden biri de buydu. Bu dünyada biraz sofuluk yapmak Araf sürecini kısaltacaktı mutlaka.” (syf.74)
-“Rahibeler hiç söz etmezlerdi zinadan. Kötü düşüncelerden, kötü sözcüklerden, kötü davranışlardan söz ederlerdi hep. Ah şu Katolik öğretisi.” (syf.72)
-“Cildinin bir dalga gibi kırıldığını hissetti, bir duygu seline kapılıp ağlamaya başladı; suçluluğu akıyordu içinden, boğuyordu onu, uzaklara sürüklüyordu.” (syf.51)
-“Kocasının eve dönmeyeceğini, eve dönmemek için bir yerlerde içtiğini bilmek dehşet vericiydi. Karanlığın ve şiddetin güçlerinin meşum biçimlerde sürünerek eve yaklaştığını hissedebiliyordu.” (syf.46)
-“Onu sevdiğini biliyor muydu acaba? Bu yüzden mi nefret ediyordu yoksa? İçinde gerçekleşen gizemli şeyleri görebiliyor muydu, bu yüzden mi gülüyordu ona?” (syf.35)
-“Çocuklarına bir şey yaptırmak istiyorsan gözlerini üzerlerine dik; çocuk eğitmenin yolu budur.” (syf.24)
-“Tüylerinin ürperdiğini hissetti Federico. “Ne yaptın ki?” diye sordu. Sessizlik bozulmuştu. Hepsi rahatladı, Bandini bile. Alçak sesle konuştu. “Motorlu tekne filan yok, anladın mı?” Bu muydu hepsi? Mutlulukla iç geçirdi Federico. Halbuki babasının iş pantolonundan bozuklukları çaldığını, sokağın köşesindeki lambayı kırdığını, karatahtaya Rahibe Mary Constance’ nin resmini çizdiğini, Stella Colombo’ nun gözüne kar topu attığını ve St. Catherine Kilisesi’ nin kutsal su çanağına tükürdüğünü öğrendiğini sanmıştı.” (syf.24)
-“Başına ne gelirse gelsin inancını yitirmeyeceksin.” (syf.152)
-“Her şey olacağına varır.” (syf.14)


