Babylon: Hollywood’un Işıltılı Karanlık Tarihi

Editör:
Işılay Güzel Yılmaz

Yönetmen ve senarist koltuğunda La La Land, Whiplash ve The First Man filmlerinden tanıdığımız genç ve dinamik isim Damien Chazelle oturuyor. Başrollerinde Margot Robbie, Diego Calva ve Brad Pitt‘i izliyoruz. Ayrıca yapımcılar arasında yer alan Tobey Maguire‘ın da yardımcı rol olarak filme değer kattığını ekleyelim. Filmde yer alan diğer oyuncularsa şöyle: Li Jun Li, Jean Smart, Jovan Adepo, Phoebe Tonkin, Olivia Wilde, Samara Weaving, Max Minghella, Katherine Waterston ve daha niceleri diyebiliriz.

Filmin süresi 3 saat 9 dakika sürüyor. Dram/Komedi türündeki film sona yaklaştıkça süre olarak uzun gelmeye başlıyor diyebiliriz. Buna rağmen girişindeki seyrine doyum olmayan parti sahnesi sayesinde de unutulmaz bir film olmayı başarıyor.

Babylon… Gösterişli, büyük şehir… Hollywood’u tanımlamak için dünyada bir şehir seçilecek olsa, bu tanımı en iyi Babil şehri karşılardı.

Sinemanın Altın Çağı

1926 yılı, Hollywood… Sinemanın altın çağı olan yıllar… Sessiz film dönemi…

Babylon, sinemada 1920’li yıllarda başlayan yıldız oyuncu etkisinin zirveye ulaştığı zamanları anlatıyor. Aralarında yılda bir milyon dolar kazanan oyuncuların olduğu zamanlar… Filmde Brad Pitt’in hayat verdiği Jack Conrad karakteri de bu çok kazanan oyunculardan biri olarak hikayedeki yerini alıyor. Evlilikler, boşanmalar, sayısız ilişkiler… Gösterişli evler, çılgın partiler… Uyuşturucu batağı… Kimisinin başarısı sabun köpüğü gibiyken, kimisi de parladıkça parlıyor. Sirk çadırının hiç kalkmadığı bir kasabadır Hollywood. Şov hep devam eder. Bu dönemin en bilinen, en sevilen kişisi kuşkusuz Charlie Chaplin‘dir. Sessiz sinema dönemi dendiğinde ilk akla gelen isimdir, ancak filmde Chaplin yok, şöyle bir adı geçiyor sadece. Zaten film tam olarak sessiz film dönemini anlatmıyor. Seyirciyi o dönemden alıp sessiz filmlerin bittiği, müziğin ve sesin filme dahil olduğu o geçiş dönemini anlatıyor.

Babylon, Damien Chazelle’in sinemaya yazılmış aşk mektubu diyebiliriz. Kimisi için erken yazılmış bir mektup gibi dursa da Chazelle bu filmde kusursuz bir işçilik kullanmış. Sessiz dönem ya da sonraki dönemlere biraz hakim olan biri, Chazelle’in filmde o döneme ait her şeyi kullanmaya çalıştığını fark edecektir. Şaşaanın hüküm sürdüğü dönemde, iflah olmaz partilerde kullanılan uyuşturucu maddelerle ölen oyunculardan; yine kumar masalarında borçlanıp ölüme giden yıldızların hayatlarının sönüşünü izletiyor film. Babylon için, yönetmenin sinemanın altın yıllarına yazmış olduğu aşk mektubu dedik, ama bu yılları anlatırken hem gerçeklikten kopmamış hem de bir noktada nüktedan bir tavır da takındığını söyleyebiliriz. Stüdyo döneminde çekilen filmlerin, çekim yöntemlerini ayrıntılı, ama hızlı bir yöntemle göstermesi şekli filmin yine en güzel sekanslarından biri olarak kabul edilebilir. Hikayeye kattığı ironi ve gerçekçilik açısından seyirciyi tatmin ettiğini söyleyebiliriz.

1920’lerin sonuna doğru yıldız oyuncular ücretlerini arttırmayı başarmışlardı, ancak sesli filmlerin gelişiyle yıldız oyuncuların durumları sıkıntıya girmişti. İlk sesli film çekme önerisine karşılık Harry Warner şöyle söylemiştir: ”Oyuncunun konuştuğunu duymak istemezler ki.”

Sessiz Yirmilerin Sonu

Yine de 1927’de ilk sesli film olan Caz Şarkıcısı‘nı (Jazz Singer) çektiler. Babylon’da Jazz Singer filmini izleyen seyircinin verdiği tepkiyi görünce, izleyici olarak sessiz film döneminin sonuna gelindiğini de anlıyoruz. Sinemada yeni bir dönem başlıyor ve bu yeni dönemde güzellik ve mimik konusunda başarılı olan, dönemin en büyük yıldızlarının bile şayet güzel bir ses tonu ya da düzgün bir aksanı yoksa kariyerinin sonu olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi gerekiyor.

Margot Robbie’nin hayat verdiği Nellie LaRoy da çok güzel ve yetenekli bir oyuncuyken, güzel bir ses tonu ve düzgün bir aksanı olmayışından dolayı yıldızı sönmeye başlayan oyunculardan biri oluyor. Davetiyesiz dahil olduğu partilerden birinde keşfedilip ilk rolünü aldıktan sonra yıldızının parlamasına ve sessiz film döneminin bitişiyle biten kariyerine, son olarak da henüz 34 yaşındayken ölü şekilde bulunmasına tanıklık ediyoruz. Büyük hayallerle Hollywood’un ışıltılı dünyasına adım atan bu insanların sona giden yolda kayıp giden yıldızlar gibi sönüşünü izliyoruz. Filmde yer alan her karakter, sinemanın o döneminde yaşamış bir yıldızın hayatından örnekler taşıyor. Esin kaynağı sayılabilecek isimler bile zikredilebilir. O dönemin Hollywood yıldızlarının yaşam şeklini, ilk yarım saatlik sekanstaki partide yaşananlar bile özetleyebilir. Aşırıya kaçan seks görüntüleri, uyuşturucudan bir köşede yitip giden hayatlar, ayak üstü ünlü olanlar, su gibi akan alkol, kumar masalarında riske atılan yaşamlar…

Hollywood’un o dönemine damga vuran en ünlü skandallardan biri daha filmin başında selamlıyor bizi. Şişman bir oyuncuyla genç ve güzel bir oyuncu kızın görüntülerini izliyoruz. Sonrasında kızın aşırı dozdan öldüğünü öğreniyoruz. Bu aslında Şişko lakaplı Roscoe Arbuckle‘ın başına gelen tecavüz suçlamasına yapılan gönderme olarak değerlendirilebilir. Çok uzun zaman boyunca konuşulmuş bir olay olduğunu ve komedi oyuncusunun bu suçtan beraat ettiğini de belirtelim.

Amerikan Dönem Filmi Çekilir de Siyahi Irkçılığına Yer Verilmez Mi?

Ülkenin güneyine hitap edebilmek için siyahi bir yıldız olarak parlatılan Sidney Palmer‘ın (Jovan Adepo) seyirci için daha izlenilebilir hale gelsin diye normalden daha açık olan ten rengini daha siyah yapması isteniyor. Bu aşağılamayı Manny‘nin onu manipüle etmesi sayesinde kabul ediyor, fakat hemen sonrasında işi bırakıyor. Normalde içinde bulunulan yılları baz alırsak, ırkçılığın yükseklerde yaşandığı bir dönemden kolaylıkla söz edilebilir; ancak paranın Tanrı sayıldığı bir sektörde siyah bir insana duyulan nefrete rağmen, onun ten rengi daha fazla para kazandıracaksa bunu öne çıkarmayı sorun yapmıyorlar. Siyah daha siyah, beyaz daha beyaz olabilir. Yine sessiz yirmilerde lezbiyen bir oyuncuyu severek takip edip, ona iş sağlarlarken 1930’lu yıllara gelindiğinde lezbiyenlik artık iş bulmaya değil iş kaybına neden oluyor.

Sessiz filmlerin bitimiyle kamera önünde ve arkasında uygulanacak yeni ahlak kuralları belirleniyor. Eskiden erotizm ve seks satarken, artık daha oturaklı ve erotik durmayan oyuncuları izlemek tercih ediliyor. Bu da stüdyolara güç kazandırırken, oyunculara güç kaybettiriyor. Filmin başında kimsenin tanımadığı sıradan bir adamken, Jack Conrad sayesinde Hollywood camiasında yükselişe geçen Manny (Diego Calva) karakteriyse 1920’lerdeki gözümüz gibi duruyor. Sanki o da bizim gibi bir izleyici ve olan biteni bize aktarmakla görevli kişi konumunda filmde yerini almış gibi hissettiriyor.

Hollywood’un Karanlık Dönemi

Tobey Maguire’ın yer aldığı sahnelerde, filmde Hollywood’un sözde aydınlık bir yüze kavuştuğunu iddia ederken, yeraltından çıkmaya hazırlanan ve sinema sektörünü ele geçirecek bir mafya döneminin geleceğine dair göndermelerle finale adım atılmış denebilir.

Filmin 30 dakika kadar kısaltılması, genel izlenilirlik açısından daha iyi olabilirdi. Bazı sahneler olması gerektiğinden fazla uzundu, ancak yine de filmin ışığını çalan bir durum olduğunu söylemek söz konusu bile olamaz.

Babylon’da yönetmen, dönemin ihtişamını ve ışıltısını izletirken, Hollywood’un karanlık tarafıyla da yüzleşmemizi sağlıyor. Altın çağ olarak adlandırılan bu dönem, Hollywood’un karanlık çağı olarak da en sert haliyle seyirciye aktarılıyor.

Oyunculukların her biri kusursuzca işliyor. Özellikle Margot Robbie’nin kusursuz performansı filmi çok yükseklere taşıyor. Brad Pitt ve Margot Robbie filmde bir karaktere hayat vermekten çok, o karakter olmayı başarmışlar. Birer yıldız oyuncuyu oynamalarına rağmen, izlediğimiz kişilerin Brad Pitt ya da Margot Robbie olduğunu düşündürmüyorlar. Onlar seyirci için Nellie LaRoy ve Jack Conrad.

Oscar Adaylığı

Hollywood’a öyle karanlık hikayeler söz konusu ki; Chazelle filminde çoğuna yer veriyor. Yönetmen, 3 saati geçen anlatı boyunca sona doğru tempo düşmüş olsa bile başarılı bir film izletiyor. Buna rağmen açıklanan Oscar adaylıklarından oyuncu, yönetmen ve film kategorilerinde filme hiç adaylık çıkmadı. Amerika kendi ipliğini en sert haliyle pazara çıkaran bir filmi görmezden gelerek kendi kara tarihini de reddetmiş mi oluyor diye de düşünülebilir.

En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En iyi Film Müziği ve En iyi Kostüm Tasarımı kategorilerinde toplamda 3 Oscar adaylığı kazandı. Aday olduğu kategorilerde kazanırsa, kesinlikle hak ettiğini de dile getirebiliriz. Yönetmenin müziğe olan aşkına diğer filmlerinden hakimiz elbette. Frank Sinatra‘nın yer aldığı Singing in the Rain filminin en ünlü sahnesiyle bitirdiği finaliyse kalplerde hoş bir kıpırtı bırakıyor.

Film hala gösterimdeyken sinemada izleme şansını kaçırmayın.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Harry Potter Serisinin Unutulmaz Replikleri

Harry Potter'ın büyülü replikleriyle büyücülük dünyasında kaybolmaya hazırlanın!

Küçük Gün Işığım Film İncelemesi: Kabullenmenin Gücü

Kusursuzluk arayışının değil, kendin olmanın kıymetini; sonuca değil, yolculuğa odaklanmanın anlamını keşfedeceğiniz sarsıcı ama iç ısıtan bir aile hikâyesine davetlisiniz.

Joseon’daki İstikrarsızlık: Kral Injo

İstikrarsızlığıyla Kore ulusunun gelişmesinin önünü kapamış bir hükümdar olarak hatırlanan ve günümüzde hala eleştirilen Kral Injo'nun tarihteki yeri.

Sessizliğe Karşı Yazmak: Kadın Yazarların Sansüre Direnişi

Sansür, yalnızca siyasi bir baskı mekanizması değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve cinsiyet temelli bir sessizleştirme aracıdır.

Hasçelikler and the City: Dijital Bir Ailenin Hikâyesi

Hasçelikler and the City; dijital dünyada temsiliyet, samimiyet ve medya sınırlarını sorgulayan gerçekçi bir aile anlatısıyla izleyicileri içine çekiyor.

Cumhuriyet Aydınları: Behice Boran

İlk kadın sosyolog, ilk kadın siyasi parti genel başkanı, Marksist, yazar ve akademisyen olan Behice Boran; Türk solunun en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.

Tabloları Dinlemek: Édouard Manet

Bazı bakışlar ancak bazı nefeslerle tanımlanıyor. Manet'nin fırçası, Tezer'in nefesi gibi...

Edebiyatta Semtlerin İzleri: Emirgan

İstanbul'un en güzel semtlerinden biri olan Emirgan, şiirlerde de romanlarda da ele alınan bir semt olmuştur.

Natalia Ginzburg: Edebiyatın ve Direnişin Güçlü Sesi

İtalyan yazar Natalia Ginzburg, toplum ve aile temalarını sıklıkla işleyen, döneminin devrimci kimliğini benimsemiş ve bunu da eserlerine yerleştirmeyi uygun bulmuştu.

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Editor Picks