Yönetmenliğini ve senaristliğini Çağan Irmak’ın yapmış olduğu 2005 yapımı drama filmidir. Aile bağlarına, kuşak çatışmalarına, keşkelere ve “babalık” kavramına değinmektedir. Dönemin siyasi ortamına ve bıraktığı etkilere de değindiği için birçok şekilde insana dokunmaktadır. Filmin ismi Babam ve Oğlum olsa da her yaştan her cinsiyetten insanın hayatından parçalar bulacağı bir yapıttır.
Film İncelemesi

Babam ve Oğlum filmi 12 Eylül 1980 darbesinin gecesinde başlıyor. Aysun sancılanmaya başlasa da darbe gerçekleştiği için onlara yardımcı olacak kimseyi bulamıyorlar. Bir parkta Sadık, kucağında bebek Deniz ile kalakalır. Sadık, babasından beklediği ama göremediği babalığı Deniz’e vermek için çok çabalar. Kısa bir dönem hapse girmek zorunda kaldığında evladından ayrılsa da yanına güvendiği birini bırakır. Hapisten çıktıktan sonra yine oğluna göre yaşamaya devam eder ancak Sadık 15 yıldır babası ile konuşmamaktadır. Bir baba – oğul ilişkisinde yaşayamadığı ne varsa oğluyla yaşamak ister. Kendi babasından beklediği ama göremediği her duyguyu Deniz’e yaşatmak istese de hayatın Sadık için başka planları vardır. Sadık, hapishanede gördüğü işkenceler sonucunda rahatsızlandığını ve kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Küs olsa da baba evinden başka gidecek kimsesi bulunmamaktadır. Yıllar önce arkasına bile bakmadan tek başına çıktığı o eve şimdi oğlu ile dönmek içinde fırtınalar kopartsa da oğluna hiçbir şey belli etmemeye çalışır. Baba evine gittiği zaman aslında oraları ne kadar özlediğini ne kadar sevdiğini tavırlarından anlamak mümkündür. Kasabanın her köşesinde bir anısı ve bir parçası vardır. Sadık, babasına durumunu anlatmak istediğinde babası her zamanki gibi onu dinlemeden eleştirmeye, üzerine gitmeye devam eder. Ama tek fark Sadık’ın artık karşı gelebilecek gücü yoktur. Ağzını bile açamadan içindekileri, keşkelerinin nasıl içinde kaldığını anlatır. Baba, oğul ve torun arasındaki diyalogları, aile bağları ve keşkelerinin dile getirilmesiyle duygu dolu bir film bizi karşılamaktadır.
Sadık için o kadar zor bir durum ki bu hastalık, zaten baba hasreti çekiyordu ve bunu oğlu ile doldurmaya çalışıyordu. Onun babası varken yoktu ama vardı. Bir şey olursa görebileceğini, hiç değilse annesinden onun hakkında bilgiler alabileceğini biliyordu. Ama o oğlundan hiç haber alamayacaktı, oğlu da ondan. O kadar çok keşkesi var ki hayata karşı, hayat ondan çok şey almıştı. Şimdi de kendisini alıyordu. Oğluna her zaman yanında olacağına dair verdiği sözler yarım kalmıştı. Ne oğlunu görebilecekti ne de oğlunun ilklerine şahit olabilecekti. Tek gördüğü şey babasının oğluyla çok iyi anlaştığıydı. Kendisi baba olarak yanında olamasa da dedesi olarak her zaman yanında olacaklarını biliyordu.
Otuz Beş Yaş Şiiri

Filmde geçen tek şiir Cahit Sıtkı Tarancı’nın yazmış olduğu Otuz Beş Yaş şiiridir. Tarancı neredeyse bütün şiirlerinde ölüm ve fanilik konularını ele almıştır. Otuz Beş Yaş şiirinde de kendini anlatarak ölüme değinmiştir. Aynada kendine baktığını ve ölüm yaklaşınca yüzünün nasıl değiştiğini; bunun fani olmakla alakalı olduğunu aktarmıştır. Dizeler arasında geçmişe, bugüne ve geleceğe değinerek ince geçişler bulunmaktadır. Yolun yarısına geldiğini bunun farkına bile varmadığını ama şu anda da çok geç olduğunu belirterek yakarışta bulunmuştur. Bu yakarışında aslında faydasız olduğunu bilse de aynadaki kendisine isyan etmeye karşı koyamamıştır.
Dili açık ve sade olduğundan anlatmak istediği duyguları anlamak hatta hissetmek çok kolaydır. Bu kadar açık ve günlük konuşma dilinde yazmış olsa da kendince kattığı kelimeler şiirini farklılaştırmaktadır.
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Şiirin Film İçindeki Yeri

Otuz Beş Yaş şiiri filmde Sadık’ın dostlarıyla 15 sene sonra buluştuğu ve hasret giderdiği yerde karşılıyor izleyicisini. Hastalığını sır gibi sakladığı için derdi devleşmiş bir şekilde içer. Eski dostu Özkan bu sessizliğini bozmak için ona hayatı hakkında sorular sorup dostunu o karamsarlıktan çıkarmak ister. Ama Sadık’ın derdi o kadar çoktur ki; memleketine kızar, müdürlerine kızar, kendisine kızar, babasına kızar…
Özkan ve Sadık, ikisi de kasabadan gitmeyi istese de bunu yalnızca Sadık başarabilmiştir. Özkan, gidebildiği için Sadık’a imrendiğini dile getirir ama aslında o da gitmeyi başaramamıştır. Kasabadan bedenen gitmiş olsa da ruhen gidememiştir. Sevdiklerini bıraktığı için pişmanlığı vardır. Orada da sevdikleri olmuştur ikisini bir arada bulamadığı için arada kalmıştır. Kendisinin de dediği gibi “ne gidebilmiş ne de kalabilmiş”tir. İşte tam da bu dertleşme esnasında Özkan şiiri okumaya başlar. Sadık sessizce dinler. Bu şiir, daha 35 yaşına gelememiş ve geride ailesini bırakmak zorunda kalan Sadık için yazılmış gibidir. Hayatının daha ortasında oğlu ile yapmak istediklerini yapamadan, evladının ilklerine şahit olamadan, küslüğü yeni bitmiş babasına ve sıcak aile özlemine doyamadan bu dünyadan ayrılması gerekmiştir. Sadık ölümü kabul etmiş gibi gözükse de sevdiklerine veda etmek zorunda olduğu için kabullenememektedir. Hastalığı yüzünden çökecek bedenini oğlunun görmesini istemez aynaya baktığı zaman gördüğü halinden utanmaktadır. Eski günlerinin film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi ama zamanını tutamaması canını daha çok yakmaktadır. O kadar çok keşkesi vardır ki ama bunları iyi ki ye çevirebilecek kadar zamanı yoktur. Filmden şiirin sahnesini dilerseniz “Otuz Beş Yaş Şiiri” adı ile izleyebilirsiniz.
En çok babasına kızsa da dediği her şey siniri bozsa da en çok onu sevdiğindendir siniri. Babasının ona babalık yapmadığını düşündüğünden kızmaktadır. Oysa babası da bilmez ki evlat nasıl sevilir, babalar evlatlarıyla nasıl konuşur. O da kendi babasından görmemiştir. Zaten insan görmediği, bilmediği bir şeyi nasıl yapabilir? Sadık okumuş, görmüş insan böyle olmaması gerektiğini bilir. Hüseyin Efendi de bilir ama bunu dile dökemez. Babasının bu çaresizliğini ise en iyi bu diyaloglar aktarır:
Hüseyin: Ben gonuşma bilemem, sen benim oğlumsun. Canımdan öte cansın. Bu kade deycem gerisini sen anlayıver gari.
Sadık: Anladım baba. Çok iyi anladım.
Hüseyin: Bi de şey dedin hani “Keşke beni böyle görmeyeydi, yatakta hep böyle hatırleycek” deye. Korkma. Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar. Öyle demi Sadık? Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar.”
“Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? “
Sadık, sevdiklerine, hayallerine ve pişmanlıklarına bir sonbahar günü veda etmiştir. Öleceğini bilmiş olsa da ölümü kabullenmiş gibi gözükse de aslında kabullenememiştir. İnsan zaten öleceğini nasıl kabullenir ki? Sevdiklerini, evladını bırakıp gitmeyi nasıl kabullenebilir? Sadık, güçlü bir baba olsa da o da bir oğuldur. Deniz’e karşı dimdik dursa da babasının karşısında küçük bir oğlan olmuştur. Ama Hüseyin Bey, oğlunun karşısında dimdik duramamış ne gitmesine ne de ölmesine engel olamamıştır. Ne de olsa “Gidecem diyen adamın önünde dağ olsa durmaz.”
Kaynakça
-
“Babam ve Oğlum – Çağan Irmak “. Sinematog. Web. 17.07.2024.
- “Cahit Sıtkı Tarancı – Otuz Beş Yaş” . Can Yayınları. Web. 17.07.2024.
- Kaplan, Mehmet. “ Şiir Tahlilleri 2 : Cumhuriyet Devri Türk Şiiri”. İstanbul: Türkiye Dergah Yayınları, Temmuz 2016. 17.07.2024
- Adem Çalışkan, “Ana Çizgileriyle Cumhuriyet Devri Türk Şiirine Teorik Bir Yaklaşım (1923-1960)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi / The Journal of International Social Research, Volume: 3, Issue: 10, Winter 2010, ss. 140-199. 17.07.2024


