Baba-oğul ilişkisi edebiyatın en vazgeçilmez ve yaygın konularından bir tanesidir. Yüzlerce kitaba konu olmuş, edebiyatın içinde kendine has bir dünyanın oluşmasını sağlamıştır. Oluşturulan bu dünyada baba-oğul çatışmaları; sevgi, nefret, ekonomik sıkıntılar, şiddet, ölüm gibi çeşitli bakış açıları ekseninde döner. Baba-oğul ilişkilerinin farklı bakış açılarıyla ele alındığı söz konusu kitaplar, bu çatışmanın içinde olan okuyuculardan tutun hiçbir zaman bir baba ya da oğul olamayacak okuyuculara kadar herkesin hayatına dokunabilmiştir. Biz de bugün Söylenti Dergi ekibi olarak, sizler için baba-oğul ilişkisini konu edinen kitapları derledik. Keyifli okumalar!
1. Babaya Mektup- Franz Kafka
Franz Kafka‘nın çocukluğu babasından nefret ederek ve ondan çekinerek geçmiştir. Bunun en büyük sebebi babasıyla tamamen zıt karakterlere ve hayat görüşlerine sahip olmalarına karşın, babasının her zaman kendi fikirlerini dayatma isteğidir. Onun beklentilerine ve isteklerine uyamadığını düşünen Kafka, özgüvensiz ve sessiz bir çocuk olarak büyür. 36 yaşına geldiğinde ise, nişanlanmasına karşı çıkan babasına yanıt verme amacıyla bir mektup yazar. Bu mektubunda ondan neden korktuğunu, neden iletişim kuramadığını, aralarındaki ilişki hakkında ne düşündüğünü suçlayıcı bir dille anlatır. Alıcısına hiçbir zaman ulaşamayan bu mektup, 1952 yılında yayımlandı yazılmış en iyi baba-oğul çatışmalarından bir tanesi olarak edebiyat dünyasında yerini aldı.
Cesaret edip söyleyemediği ya da dinlenmeyeceğini düşündüğü için sustuğu her şeyi mektubunda babasına anlatır Kafka. Anlaşılmak, babasına ulaşabilmek için yazdığı bu mektubunda babasının davranışlarının onun karakterini nasıl şekillendirdiğinden de bahsedir. Özgüvensiz, suskun bir çocuk olmasındaki sebepleri ve babasının üzerindeki baskısını şu cümlelerle açıklar:
“Konuşmaktan çekinir oldum. Belki bir basın danışmanı olmayacaktım fakat etrafımdaki insanların sohbetlerine dahil olabilirdim. Ne yazık ki sen henüz ufacık bir çocukken bana konuşmayı yasakladın. ‘İtiraz yok!’ diyerek beni susturdun ve vücut dilinle peşimi bırakmayacak kabuslar yarattın.”
“Zaten tüm düşüncelerimle senin ağır baskın altındaydım, seninkilerle örtüşmeyen düşüncelerimde bile, hatta özellikle bu noktada…”
“Ancak bir çocuk olarak bana yönelttiğin her söz, benim için neredeyse bir Tanrı emriydi, onu asla unutmazdım…”
2. Baba Evi-Orhan Kemal
Orhan Kemal, toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla Cumhuriyet Dönemi’nin en bilindik yazarlarından bir tanesidir. Onu sıklıkla yoksulların, işçilerin, dilencilerin, suçluların hikayelerini anlatırken görürüz. Kitaplarında geçen baba figürü de bu tanımlamalara uygun kurgulanır. Hemen hepsi yoksul, hayatta güçlüklerle karşılaşmış, mücadeleci ve sert mizaçlı kişilerdir. Orhan Kemal’in, Baba Evi adlı otobiyografik eserine baktığımızda kitaplarında oluşturduğu karakterlerde kendi babası Abdülkadir Kemali Bey’den esinlendiğini söylemek mümkün.
Baba Evi, “Küçük Adam’ın Romanı” dizisinin birinci kitabıdır. Bir otobiyografi olan bu kitapta, Orhan Kemal’in aile baskısıyla geçen çocukluğu, maddi sıkıntıları, babasıyla olan ilişkisi ve çocukluğundan anılar kurmaca karakterler aracılığıyla verilir. Kitap, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra iktidarla çatışan bir babanın iki oğluyla beraber Beyrut’a kaçması ve burada bir lokanta işletmesiyle başlar. Baba karakterimiz yoksulluk yüzünden iyice asabi, sert bir mizaca bürünür ve sürekli olarak oğullarıyla çatışır. Gerçek hayatta da babası yüzünden memleketinden ayrı kalan Orhan Kemal, memleket özlemini kitabında şu şekilde anlatır:
“Bilirdim ki vatana dönmeme en büyük mani babamdır. Onun yüzünden vatana hiçbir zaman dönemeyeceğimi, gurbet ellerde ölüp gideceğimi, bu yüzden de kıyametin kopacağını sanırdım.”
Orhan Kemal, babasının sert mizacından, büyük ve kudretli gözüken fiziksel yapısından da çocukluk yılları boyunca etkilenmiş, evde şahit olduğu şiddetten şu şekilde söz etmiştir:
Babam annemi saçlarından yakaladı, sofada sürüdü, sürüdü, sürüdü. Sonra çizmeleriyle tekmeledi, tekmeledi, ezdi ve avucunda kalan bir tutam saçı nefretle silkeledi. Biz iki kardeş, uzun gecelik entarilerimiz içinde tiril tiril titreyerek birbirimize sokulmuş, ağlamaya olsun cesaret edemeyerek donmuş kalmıştık. Dehşetli bir isyan hissiyle babama baktım. Fakat onun çatık, simsiyah kaşları.. Babam bir dev kadar kocaman ve kuvvetliydi!’
3. Şeker Portakalı-Jose Mauro de Vasconcelos
Şeker Portakalı, Zeze adında küçük bir çocuğun hayatla mücadelesini, aile ilişkilerini ve yaşadığı acı verici olayları anlatmaktadır. Zeze’nin ailesi ekonomik sıkıntılar nedeniyle çocuklarıyla ilgilenemez, onlara gereken sevgi ve özeni gösteremezler. Zeze, babasıyla iletişim kurmaya, ondan destek almaya çalışsa da karşılığında sert ve umursamaz bir tavırla karşılaşır. Ailesinden göremediği ilgi ve sevgi ihtiyacını kapatmak için çeşitli yollar arayan karakterimiz sonunda bir portakal ağacıyla ve babası yerine koyduğu Portuga’yla dost olur. Okuyucuya gerçekten 9 yaşında bir çocuğun kaleminden çıkan anıları okuyormuş hissi veren, baba sevgisi görmenin önemini vurgulayan; hayatın içinden, gerçekçi ve dokunaklı bir hikayedir Şeker Portakalı.
“Önemi yok, onu öldüreceğim!”
“Ne diyorsun sen, küçük; babanı mı öldüreceksin?”
“Evet, yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones’un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek…Ve bir gün büsbütün ölecek.”
4. Dünya Ağrısı, Aziz Bey Hadisesi-Ayfer Tunç
Ayfer Tunç roman ve hikayelerinde otoriter, sert baba figürünü oldukça sık görürüz. Yazarın “Dünya Ağrısı” ve “Aziz Bey Hadisesi” kitaplarında da ana tema baba-oğul çatışmasıdır. Kitaplar, otoriter baba tarafından baskılanan, kontrol altında tutulan, söz hakkı verilmeyen kişilerin bununla baş etme yöntemlerini ve yetiştirilme tarzlarının çocuklar üzerlerinde yarattığı etkiden bahseder. Her iki kitapta da karakterlerimiz babalarına karşı koymaya çalışır fakat başarılı olamazlar. Babalarına olan öfke ve kırgınlıklarını çevrelerine yansıtan çocuklar gittikçe yalnızlaşmaya başlarlar.
Dünya Ağrısı kitabında karakterimiz içine itildiği yalnızlıktan sadece babasını değil çevresindeki herkesi sorumlu tutar. Karısına, çocuklarına bile samimiyet gösteremez ve onlarla bağ kuramaz. Babasına duyduğu öfke sebebiyle iyi bir baba olmayı beceremeyen karakterimiz kendine gittikçe yabancılaşır.
Babasına kendi adını koyarken ne düşündüğünü sormadı. Gençliği boyunca yediği azarlardan biliyordu çünkü. Serserilik etme, adına layık ol, kardeşlerine yol göster. Babasının bu sözünü her hatırladığında kendine hangi yolu diye soruyor. Hayat başı sonu belirsiz, bulut gibi dağınık, ansızın yön ve biçim değiştirme yeteneğine sahip bir şey. Hayat tanımlanamayan bir şey. Hatta belki sadece bir fikirdir hayat, daha ötesi değildir. Böyle tanımsız bir bulutta nasıl bir yol olabilir ki?” (Dünya Ağrısı)
Aziz Bey Hadisesi’nde ise karakterimiz babasına karşı tiksinme ve öfke duymasına rağmen ona benzemekten kurtulamaz. Babasından gördüğü aşağılama, sert ve iğneleyici dil bilinç altına işler ve çevresindeki insanlarla anlaşmasını engeller.
“Görebileceğini hiç sanmadığı halde, oğluna duyduğu kinle kalbi taşlaşmış olan babasına yine gitti. Her defasında aynı şeyler oluyordu. Haftada birkaç gün, hazırlıksız yakalamayı umarak değişik saatlerde babasının evine gidiyor, uzun uzun zili çalıyor, babası perdeyi aralayıp birkaç saniye baktıktan sonra camın arkasında kayboluyordu. Aziz Bey bu inatçı ve küskün adamın perdenin ardından ona baktığını biliyordu. Bu yüzden camın önünde yarım saat kadar oturuyor, gözünü pencereye dikip kıpırdamadan bekliyor, bazen kâğıtlara ufak notlar yazıp kapının altından atıyordu.” (Aziz Bey Hadisesi)
5. Babalar ve Oğullar- Ivan Sergeyeviç Turgenyev
Turgenyev’in başyapıtı olan Babalar ve Oğullar, nihilizmin temel taşı olarak kabul edilir. Dönemin Rusya’sının politik meselelerine, baba ve oğul çatışması üzerinden ışık tutulan bu romanda baba karakteri gelenekçi, eski kafalı olan yaşlıları temsil ederken; oğul karakteri ise devrimci ve yenilikçi olan genç nesli temsil eder. Babasının görüşlerini kabul etmeyen, asi, dediğim dedik, inatçı, öfkeli, geleneksel değerleri tümüyle reddeden ana karakterimiz Bazarov, Rus edebiyatında bu özelliklere sahip olunarak yazılan ilk roman karakteri olmasıyla büyük tepki toplamıştır. Dönemin devrimci ve muhafazakar toplulukları eleştirilerinin altyapılarını Babalar ve Oğullar romanında yazılan görüşlere dayandırmış böylece Babalar ve Oğullar, edebiyatta kuşaklararası fikir çatışması bağlamında teknik bir temel olarak kabul edilmiştir.
“Her insan kendi kendini eğitmek zorundadır. Döneme gelince, neden yetiştiğim döneme bağlı olacakmışım? Varsın o bana bağlı olsun.”