1964 Adapazarı doğumlu olan Ayfer Tunç senaryo, öykü ve roman yazarı olarak edebiyat dünyasında eserleriyle birlikte kusursuzca var etmiştir kendini. Öykülerinde ince eleyip sık dokuyarak ifade eder söylemek istediklerini. Üniversite yıllarında birçok dergide yazılar yayınladı ancak 1983’ten itibaren edebiyat üzerine ilk yazıları farklı dergilerde yer aldı. Senaryo, radyo tiyatrosu, araştırma, eleştiri ve öykü türende birçok yazı yazdı.
Ayfer Tunç’un öykülerinde sokakta her gün yanından geçip gittiğimiz, yaşama telaşı içinde olan insanlara rastlarız . Okuyucuya hep tanıdık gelir bu yüzden karakterleri. Romanları ve öyküleri iç içe geçmiştir. Yani bir öyküdeki karakterle başka bir romanında karşılaşabiliriz. Bunun sebebinin ise karakterlerden vazgeçememesi olarak da bir çıkarım yapabiliriz, ne de olsa öykülerindeki bütün karakterler aslında yazarın hayatındaki kişilerin izlerini taşımakta.
“Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan, büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer,içer,yaşar.”(syf 21)
“Aslolanın aşk değil , bırakılıp gidilenin hâline duyulan doymak bilmez bir merak olduğunu görebilirdi.”(syf 23)
“Azîz Bey Hadisesi” kitabının başlangıcı sondan başlar. Son sayfalarda yaşanan olayın, üzüntünün sebep olduklarını okuyoruz aslında kitap boyunca. Her olayın arkasında yatan birçok sebebin olduğunu anlatıyor okuyucuya. Azîz Bey’in dramına tanık oluyoruz bu romanda. Ve bu dram Maryam ‘la başlar. Azîz Bey’ in Maryam’a olan aşkı şekillendirir hayatını. Oradan oraya savrulur, yalnızlık çeker kayıplar yaşar ve hayatı altüst olur. Maryam’ın ailesi ekmek parası kazanmak derdine düşüp Beyrut’a taşınırlar. Azîz Bey de Maryam’ın peşinden gitmeyi kafasına koymuştur lakin bir sebep aramaktadır. Babasıyla da şiddetli geçen kavgadan sonra bir akşam evi terk eder ve Maryam’ın peşinden gider. Maryam’ın onu gördüğünde kollarına sarılacağını sanar. Oysa Maryam onu terk etmiştir.
“Azîz Bey Maryam tarafından aldatıldığını düşünmüştür hep. Oysa , Maryam’ın mektuplarındaki samimi çağrı sayılmazsa, yaşadığına aldatılma demek pek mümkün değildir. Gerçekte, Aziz Bey sevildiğini sanmak yanılgısına düşmüştür. Hepsi budur.”(syf 31)
Maryam’ın terk edişine büyük bir üzüntü duyan ve Maryam’ın peşinden giderken evi terk eden Aziz Bey’i döndüğünde çok ağır bir kayıp bekliyordur. Aziz Bey kapıdan çıkar çıkmaz annesi orada vefat eder.
Dilini, yolunu, insanını bilmediği yerde yapayalnız kalmıştır şimdi Aziz Bey. Kısa bir sürede parası da bitince gurbette kalmanın dayanılmaz yükü iyice artar. Dedesinden kalan tamburu çalarak para kazanmaya başlar ve böylelikle şöhreti yakalar. Her gece tamburunu acıklı acıklı çalar, insanları eğlendirir ancak Maryam’ı hiç unutamaz.
“Kalbi,durup durup incecik bir su akıtan, kapanmayan bir yara yeri gibi sızladı. Bu yara bazen sızı olup içine çöktü, bazen öfke olup dışına taştı.”
Hayat Aziz Bey’i Vuslat’la tanıştırır daha sonra. Maryam’dan sonra ilk defa ilgisini çeken biri olmuştur Azîz Bey’in. Ancak Vuslat gibi “silik” bir kızla evlenebileceğini hiç düşünmez Aziz Bey. Bu kısımda Vuslat’ın silik olmasını yazar şu şekilde ifade ediyor okuyucuya:
“Aşık olacak, kapris çekecek, ortak hayatlarını bitmeyen istekler manzumesine çevirecek bir kadının gönlünü eyleyecek hali de, arzusu da yoktu. Öylesine bencil düşünceler içindeydi ki ancak Vuslat gibi sessiz, silik, dikkatle bakılmadıkça görülmeyen, varlığına ihtiyaç duyulmadıkça ortaya çıkmayan, o konuşursa dinleyen, sorarsa cevap veren, kısacası hayatını alabildiğine kolaylaştıracak bir kadınla yaşayabileceğini düşünüyor, dahası böyle bir kadın istiyordu.” (Syf 59)
Azîz Bey ve Vuslat evlenir hikâyenin ilerleyen zamanlarında. Fazlasıyla sade olan bir törenle evlenirler. Her şey acele ve az kişinin katılımıyla gerçekleşir. Vuslat kısa bir zaman sonra da seven kişinin sadece kendisi olduğunu anlar. Azîz Bey akşamları gazinolarda çıkar, geceleri çok geç vakitte gelir. Hatta bazen hiç gelmez bile. Böyle böyle uzun yıllar geçer, Vuslat evde tek başına kocasını bekler ama Aziz Bey gelmez. Sevilmek ister ama sevilmez. Çocuğu olsun ister; Aziz Bey’in karşı çıkmasına karşın bir bebekleri olur ancak yaşayamadan ölür. Aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşarlar hayatı. Azîz Bey’de Vuslat’ta yaşlandı bu süre boyunca. Vuslat’ın kalbi yorgun düştü pencere kenarında Aziz Bey’i beklemekten. Azîz Bey de yaşlanınca evde daha çok vakit geçirir oldu ve karısını hatırlayıp yıllar sonra o zamanlar farkına varır oldu. Bu farkına varmadan sonra Vuslat bir hastalığa yakalanır ve ölür. Ömür boyu o kadar mutsuz olmuştur ki iyileşmek için hiçbir çaba göstermez. Son anda değerini anlayan Aziz Bey ise ne yaparsa yapsın kurtaramaz Vuslat’ı. Bu kayıptan öğrendiği gerçeği hikayesinde şu şekilde ifade eder Ayfer Tunç:
“Hiç farkına varmadan babası olmuştu. Kalbini karısına açmayan, evinin dışındaki hayatı evinin içindekinden daha önemli bulan, evdeki yürek sızılarını anlamayan, anlasa da umursamayan, çehresi daima asık, sesi daima gür ve azarlamaya hazır babası.”
Vuslat ‘ı kaybetmenin acısından kendini tambur çaldığı meyhanede bulur Aziz Bey. Mekânın sahibi olan Zeki, Aziz Bey’e olan saygısından; “Bir daha gelme insanlar eğlenmek istiyor acıklı şarkılarını dinlemeye değil” diyemediği için birkaç gün sabretse de bir akşam sabrı taşar ve tartaklayarak Aziz Bey’i meyhaneden dışarı atar. Azîz Bey hayatı boyunca yaptığı yanlış seçimlerin, kayıplarının, kendini kaptırdığı şöhretin ağır yükünü omuzlarına yüklenip oradan uzaklaşır.
“Yanılgılarala dolu bir ömrün bütün çilesini saklamaktan artık vazgeçmiş,çökmüş yaşlı yüz, bir anda ağlamaklı oldu,öyle kaldı. “(Syf 9)
KAYNAKÇA:
https://www.biyografya.com/biyografi/3100