Sinema dünyasının kapılarını aralayan bir serüvene hazır mısınız? Sinema editörleri olarak, her ay özenle seçtiğimiz bir konseptle sizlere geniş bir yelpazede film öneriler sunuyoruz. Bu aylık serimizde, sinema dünyasının birbirinden ilgi çekici konularına değinerek, her biri benzersiz deneyimler sunan filmleri sizinle buluşturacağız. Bizimle birlikte, sinemanın büyülü dünyasında yolculuk ederken, unutulmaz bir film deneyimi yaşamanın keyfini çıkarın. Ayın öne çıkan filmlerini takip edin ve sinema dünyasının sınırsız olanaklarına bir adım daha yaklaşın!
Bu ayın konsepti genellikle ilkbahar aylarında kutlanan, Hristiyan inancında İsa’nın ölümünü ve dirilişini kutlayan önemli bir dini bayram olan Paskalya.
Paskalya temalı filmler genellikle umut, yeniden doğuş ve kurtuluş gibi kavramları işler. Bu temalar, sinemanın güçlü anlatım araçlarıyla seyirciye etkileyici bir şekilde aktarılır.
Paskalya temasının sinemada kullanımı, farklı dönemlerde ve farklı kültürel bağlamlarda çeşitlilik gösterir. Bazı filmler doğrudan Hristiyan inançlarına referanslar yaparken, bazıları bu tema etrafında farklı anlamlar ve semboller oluşturur. Her bir film, Paskalya’nın derin anlamlarını ve insan deneyimindeki kutsal ve manevi boyutları keşfetmeye yönelik birer yolculuk sunar.
Steel Magnolias (1989)
Çelik Manolyalar; 80’lerin enerjisi, çiçeklerin süslediği arka planı, elbette bir grup kadın ve onların eşsiz deneyimleriyle birleşen hikâyesiyle bizleri tahmin edemeyeceğimiz bir yolculuğa çıkartıyor. Sally Field, Dolly Parton, Shirley MacLaine, Daryl Hannah, Olympia Dukakis ve Julia Roberts filme hayat veren isimler arasında yer alıyor ve mevsimlerin arasında geçen bir olay örgüsünü takip ediyoruz.
Film; doğum, ölüm, yaşam, insanlar arası ilişkiler, anne olmak, kadınlık gibi kavramları alt metnine yerleştiriyor. Farklı hikayelere sahip kadınların bir araya gelip yarattıklarına şahit oluyoruz. Kadınlar ve hikayeleri çok fazla senaryolaştırılan konulardan bir tanesi fakat sunulan atmosferle konu yeni bir beden kazanıyor. Tüm bunların birleştiği sahneler bir araya gelerek bizlere tozlanmayacak bir film vadediyor. Bizce izlerken bile bunu hissedebilmek mümkün. Filmin başında düğüne eşlik eden paskalya yumurtaları sonunda da bizlere veda etmeyi unutmuyor.
Bizce filmin sonundaki paskalya sahnesi filmde bağlayıcı bir rol üstleniyor. Böylelikle hikâye kendini tamamlamış oluyor. Bize kalırsa sadece bu sahne bile filmi izlemeniz için öne sürebileceğimiz nedenlerden sadece bir tanesi. Aynı zamanda bize filmin ardından soluklanacağımız bir atmosfer yaratarak izleyicilerinin dahil olmasına olanak tanıyor. Çelik Manolyalar, 80’lerin tadına karışan paskalyanın rüzgarında demlenmek için harika bir tercih olacaktır.
Asiye Tuna Deniz önerdi.
Mary Magdalene (2018)
Popüler kültürde sıklıkla baştan çıkarıcı veya İsa’nın sevgilisi olarak yanlış bir şekilde tasvir edilen Mary Magdalene, bakire Meryem’in safliği için bir karşıtlık olarak kullanılmakta. Ancak Garth Davis ve Helen Edmundson tarafından yazılan Mary Magdalene’de hikâye bundan biraz daha farklıdır. Rooney Mara ve Joaquin Phoenix’in başrollerini paylaştığı film, İsa’nın misyonu hakkında birçok filmle aynı sorulara sahip olsa da ana hedefi bakımından bu tür filmlere farklı bir katkıda bulunmaktadır. Misyonu yalnızca Mary Magdalene hakkında bir hikaye anlatmak değil, aynı zamanda erken Hristiyan Kilisesi’nde kadınların rolünü yüceltmek. Meryem Magdalene’nin rolü ve kimliği Hristiyan tarihi boyunca değişti. Bazı eski metinlerde İsa’ya yakınlığı yüzünden diğer havariler ile gerilimlidir. Filmde Meryem ve İsa’nın ilişkisi neredeyse simbiyoz olarak tasvir edilir. Meryem, İsa’nın önemli olaylarının bazılarının en yakın tanığı ve ana havarilerinden biriydi, ancak popüler gelenekte yanlış bir şekilde “fahişe” olarak yeniden tasvir edildi.
Film, Meryem’in zeki ve çözüm odaklı bir kadın olduğunu, kendisi için belirlenen evlilik ve çocuk sahibi olma gibi erkek normlarını reddettiğini ve İsa’yı takip etmekte ısrar ettiğini inandırıcı bir şekilde öne sürüyor. Mary Magdalene, birçok canlı sinema öğesinin bir arada bulunduğu bir film olmakla birlikte, hikâye anlatmanın potansiyelini de sonuna kadar kullanıyor. Özellikle de bunu az temsil edilen bir bakış açısıyla yapıyor.
Günsu Akçatepe önerdi.
Chocolat, Lasse Hallström (2000)
Lasse Hallström tarafından 2000 yılında yönetilen Chocolat, Paskalya orucu sırasında Fransa’nın küçük bir köyünde geçiyor ve tıpkı ismi gibi, bu sıcak hikayenin de tadı, film bittikten sonra bile seyircinin damağında kalıyor. Film, anlatısının merkezine Juliette Binoche tarafından canlandırılan Vianne Rocher karakterini alıyor. Vianne, kızıyla birlikte küçük ve muhafazakar bir kasabaya taşınıyor ve burada çikolata dükkanı açıyor. Çok geçmeden Vianne’in leziz ikramları, renkli karakteri ve hayata farklı yaklaşımı herkesin ilgisini çekiyor. Kasaba halkının uzun süredir inandıkları doğruları zorlayan ve beklenmedik dönüşümlere yol açan Vianne, bu nedenle kasabanın eski kafalı, katı belediye başkanı Comte de Reynaud (Alfred Molina) ile de ters düşüyor.
Chocolat filminin en önemli özelliği, özgürlüğün önemini, kabullenmenin etkisini ve hoşgörünün gücünü gözler önüne sermesi. Film adeta, kendini keşfetme ve hayatın tadını çıkartma konusunda salık veren bir metafor görevi görüyor. Vianne ve diğer karakterler, verdikleri kişisel mücadelelerin sonucunda şefkat, anlayış ve toplumsal kısıtlamalardan kurtulmanın önemi hakkında değerli dersler öğreniyorlar. Chocolat, izleyicileri toplum baskısını bir kenara bırakarak, bireyselliklerini benimsemeye ve tutkularının peşinden gitmeye teşvik ediyor.
Nisan ve baharın gelişiyle özdeşleşen Paskalya döneminde izleyecek sıcacık bir film arıyorsanız Chocolat, affetmenin ve yenilenmenin dönüştürücü gücünü hatırlatmasıyla özellikle bu ay için biçilmiş kaftan! Etkileyici hikayesi, Juliette Binoche ile Johnny Depp arasındaki muhteşem kimya ve adeta ekrana elinizi uzatıp yemek isteyeceğiniz lezzetli çikolatalarıyla film; izleyicisini, hayatın basit zevklerinin tadına varmaya ve yaşama sevincini dolu dolu kucaklamaya davet ediyor.
Sedef Hızlan önerdi.
The Last Temptation of Christ (1988)
Yönetmenliğini usta yönetmen Martin Scorsese’nin yapmış olduğu 1988 yapımı dram filmi The Last Temptation of Christ Nikos Kazantzakis’in aynı adlı romanından uyarlanmıştır ve İsa’nın yaşamını alternatif bir bakış açısıyla ele alır.
Hikaye, İsa’nın (Willem Dafoe) insan yanını vurgulayarak onun iç çatışmalarını ve ruhsal yolculuğunu merkeze alır. Film, İsa’nın Tanrı’nın oğlu olarak verdiği misyonu kabul etme ve çarmıha gerilme arasında yaşadığı iç savaşı konu alır. İsa, Tanrı’nın yolunu takip etmekle arasında gidip gelirken insan doğasının zayıflıkları ve güçlü arzularıyla mücadele eder. Bu savaş, onu farklı bir yolda ilerlemeye ve sonunda çarmıha gerilmeye götürür. Film, kutsal kitaplarda anlatılan İsa’nın hikayesini alternatif bir bakış açısıyla ele alarak dini ve felsefi bir tartışma sunar. İsa’nın insanlık ve tanrılık arasındaki dengeyi bulma çabası, film boyunca seyirciyi derin düşüncelere sevk eder.
Paskalya Bayramı, Hristiyan dünyasında İsa’nın çarmıha gerilmesini ve dirilişini kutladığı en önemli günlerden biridir. “The Last Temptation of Christ” bu dönemde izlenerek İsa’nın insanlığını ve ruhsal yolculuğunu daha derinlemesine anlamak için uygun bir seçenektir. Film, İsa’nın insan doğasını anlama ve onun yaşadığı iç savaşı kavrama çabalarına odaklanarak izleyiciye derin bir deneyim sunar.
Aleyna Kavak önerdi.