Rusya’da 1859 yılında İvan Gonçarov tarafından yazılan Oblomov adlı bir roman yayımlandı. Kontlardan köylülere, askerinden edebiyatçısına herkesin okuduğu bir kitap haline geldi çok kısa bir sürede. Oblomovluk, o günün Rusya’sında büyük yankı buldu. İçerisindeki hem eleştirel yaklaşımlar hem de toplumun aynasını bulunduran bu kitap yine çok kısa bir sürede kendi topraklarından çıkarak dünyanın pek çok yerinde ilgiyle okunan bir eser haline geldi. Gonçarov’un kendisi de zengin bir aileden gelmiş, eğitimlerini tamamlamış biriydi. Yaşamının çoğunu memurlukla geçirmiş bu yazarın her türlü işe ve koşuşturmaya meydan okuyan karakteri Oblomov, sonrasında pek çok psikolojik, felsefi ve edebi eseri de etkiledi. Tembelliğin, yalnız düşünmenin ve durmanın hakim olduğu bir dünyaydı Oblomovunki. Gonçarov bizlere, hem olağan dışı hem de bir yandan tanıdık, ölümsüz bir karakter bıraktı.
Kendisinden yüzyıl sonra, yine doğuda ancak başka şartlar başka diller altında Oblomov’a dair hisleri tekrar anımsayacağımız bir başka eser doğdu.1959’da yayımlanan Aylak Adam, Türk edebiyatının modernizme doğru yol aldığı bir dönemde Yusuf Atılgan tarafından yazıldı. Bir edebiyatçı olan yazarımız yarattığı ve anlattığı karakterle kendisinden sonra gelen ve edebiyatımızda önemli yer kaplayan pek çok isme ilham oldu. Kurulmasının üzerinden yarım asır dahi geçmemiş bir memleketin batıdan gelen yeniyle ve hâlâ içeride kalan eskiyle çatışmalarının olduğu bir ortama, hararetli tartışmaların ve kültür değişiminin içine doğdu onun aylağı. Nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilmez bir kimsenin tutunacak bir şey arar hâlini gördük onda. Ve bu hâl, insan var olduğu sürece kimilerimizin derdi olacaktır. Bu da Aylak Adam’ı tıpkı Oblomov gibi zamansız ve ölümsüz bir yapıt haline getirdi.
İki yalnız adamı aradaki onca zamana rağmen buluşturan bu iki kült eseri mercek altına aldık!
İstanbul’da Bir Avare

“Sustu, konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu, anlamazlardı.”
Bu satırlar Yusuf Atılgan’ın ilk ve en tanınır eseri olan Aylak Adam’ ın son cümleleri. Yazar bir ad vermez ona. ‘‘Bay C.’’ olarak tanırız aylak adamı. Biz de onunla beraber ‘onu’ mu arıyoruz yoksa bu arayan adamın kim olduğunu mu bulmaya çalışıyoruz ikilemi kafamızı karıştırır. Yazar adeta içimizdeki hem arayan hem de bulunan olma umudunu besler durur kitap boyunca. Bay C. hayatta zaruri denebilecek ihtiyaçlarını babasından kalan miras yoluyla karşılar. Parayla uğraşmayı, muhatap olmayı sevmez, gerektiği kadarını düzenli olarak avukatı aracılığıyla edinir. Kesintisiz bir gelir akışı ve gençliği vardır, koca bir şehirdeyse yapayalnız bir adamdır o. Şimdi ne yapacaktır? İlk cümleden söyler bize yazar, onun ruhundan seslenir:“Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.”
Zihninin Tutsağı Bir Adam

“Yiyorum, içiyorum, uyuyorum, gezmeye çıkıyorum. Ama birden keyfim kaçıyor, bir boşluk duyuyorum.”
Oblomov böyle bahseder bize içinde bulunduğu hâlden. İvan Gonçarov’un en ünlü eseri olan ismini başkarakterinden alan Oblomov, zengin ancak işlevsiz bir adamın saatlerini, günlerini, hayatını anlatır. Bin sekiz yüzlerin Rusya’sında geçen pek çok romanda görebileceğimiz bir sınıftandır Oblomov. Aydın, varlıklı ve okumuş bir gençtir. Ancak onu diğer benzeri sınıftaki karakterlerden ayıran en önemli özelliği eşine az rastlanır eylemsizliğidir. Okurken onunla beraber hiçbir şey yapamayışının, tasarılarını harekete geçiremeyişinin azabını yaşarız. Yer yer öyle yorulur ki kendi olmaktan dahi, tümden bir kayıtsızlığa ve boşluğa bırakır kendini. Orada artık ızdırap da yoktur düşünce de. Gonçarov’un yarattığı bu kopuk karakter bugün dahi lakaplarımızda, benzetmelerimizde yer bulur. Oblomovluğun ne anlama geldiğini hikâye ilerledikçe daha da iyi anlarız. Yorulur, öfkelenir, umutlanırız okurken. Sonundaysa bir şekilde kabulleniriz onu. Bir yanımızla onu anlarken diğer yandan onu sarsıp kendine getirmek, eğer ki harekete geçerse her şeyi iyi hale getirebileceğini haykırmak isteriz. Oysa Oblomov, en başından itibaren, bir şeyleri yoluna koymaya isteksizdir. Çünkü o zaten yapılması gerekeni yapıyor, Oblomov oluyordur.
“İşini ve dışarı hayatını bırakınca Oblomov hayatın anlamını başka yerde aramaya başladı. Ömrünü nasıl harcayacağını uzun uzun düşündü; sonunda kendi kendine yaşamakla yeterince iş göreceği kanısına vardı.”
Bir İnancın Bedeli: Hayal Kırıklığı
İki kült karakter, birbirinden ayrı coğrafyalarda, farklı zamanlarda, bambaşka şartlar altında doğar. Peki bizler neden onları okurken yan yana getirme gereksinimi duyarız içten içe?Çünkü kararlarında, yaşayışlarında ve doğrularında bu kadar keskin farklar olan bu iki adamın, var olmalarını sağlayan en büyük yapı taşı ortaktır. İki yersiz, zamansız ruh içlerinde topluma ve toplumun getirdiklerine tümden bir karşı koyuşu ve direnci taşırlar. Dışarının doğrularıyla, kurallarıyla, yaşama anlayışları ve tutumlarıyla uyuşamazlar, denemeye kalksalar da uyuşturamazlar bir türlü kendilerini. İkisine de, bu dışarıda kalma halinden gelen bir avarelik eşlik eder. İşte tam burada inançları farklılaştırır onları.
Bay C., namıdiğer aylak adam, bu yaşama katılamama halinde bir inanç yaratır kendine, aramaktır onu tutan, durmaksızın aramak. Kimi zaman neyi aradığını karıştırır, şüpheye düşer, bazense yanıldığını bile bile ortak olur o anki sanrısına. Genç ve tasasız bir adam, dolanır durur İstanbul’u, hiç bitmeyen bir yaz tatilindeymişçesine yaşar. Kadınlarla sevişir, güler, eğlenir bunun tatmin etmediği anlardaysa çocukluğuna döner ve saklanır oraya. Ta ki bir şey onu geri dönmek zorunda bırakana dek. İşte ‘onu’ bulma inancıdır aylağı yeniden aramıza döndüren.
Oblomov’un zihniyse ona böyle bir şans tanımaz. Onu çağıranlar ısrarlı bir halde, karşı konulamaz duygularla sesleniyor olsalar dahi yer yüzüne çıkamaz Oblomov, kendine çekilir hep. Her denemesi çaresizce bir çırpınıştır sadece. Oblomov kendi tutumundan, doğrularından öylesine emindir ki böyle birinin bir inanca tutunması neredeyse imkansızdır. Aylak adamın kitabın sonunda geldiği bu eminliğe Oblomov çoktan varmıştır. Sadece etrafındakilerin onu kabullenecekleri, emin olacakları anı bekler.
Her ikisinde de bu boşluğu, onarılmazlığı yaratan yaşamının ilk yıllarıdır. Oblomov olduğu kişiye sebep olabilecek tutumlarla yetiştirilmiş, ona yaşama dair bir eylem oluşturacak alan bırakılmamıştır. Aylak adam ise bütün çocukluğunca annesiz bir evde babasının gölgesinde var olmaya çalışmıştır. Evde teyze diyerek seslendiği bir kadın, babasının çeşitli ihtiyaçlarını karşıladığına şahit olduğu bir kadın vardır yalnız. Kendisine hiç ulaşmayan sevginin -belki de annenin- sonucunda Bay C. gerçekliğin şartlarıyla uyuşmayan, hayali bir kadını aramaya terk edilmiştir. Romanda tüm o hayal kırıklıklarının ardından son kez bulur aradığını. Ama artık çok geç olmuştur. Bay C. de Oblomovca bir vazgeçişe teslim olduğu için mi bilmiyoruz.
Birinin hikâyesi kendi vazgeçişiyle, diğerininkiyse ondan vazgeçilmesiyle biten bu iki karakter için artık var olmak, sisli bir perdenin ardında durmak gibi. Sessizce kendi köşelerine çekilirler, sonun gelip onları bulacağı ana dek.
İçlerindeki bir şey hiç tatmin olmayan, hiçbir zaman da olamayacağını içten içe sezen bu iki adamın belki de en içten sesi olur bir yerde, bir zamanlar, hiç bilmeden başka bir uyuşamayan olan Dostoyevski‘nin sözleri: “Ben hasta bir adamım…”
Kaynakça
- Gonçarov, İvan. Oblomov. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
- Atılgan, Yusuf. Aylak Adam. Yapı Kredi Yayınları.



