+ “Ama sonunda kaybeden siz olmuşsunuz.”
– “Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?”
+ “Ama kucağında bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz.”
– “İyi ya, boş değildi kucağım.”
+ “Ama yandınız, kül oldunuz.”
– “Ama vardım, kül bunun kanıtı.”
Ayfer Tunç, çağdaş edebiyatımızın ‘tutunamayan‘ ismi olarak adlandırılabilecek eserler veren bir yazarımızdır. Yazar; öykü, roman, senaryo, araştırma türlerinde eserler kaleme alıyor. Hem gelenekten kopmayan hem de güncelliğini koruyan bir yazar olan Tunç, 1989’dan itibaren ortaya koyduğu eserleriyle edebiyatımızdaki yerini ispat ediyor. Etkileyici üslûbu, başarılı tahkiye kurgusuyla çağın insanının sevgisizlik, arayış, aile sorunları, yaşlılık, yalnızlık, ölüm, fanilik, intihar, aşk gibi temel sorunlarını tema olarak işleyen önemli yazarlardan biridir.
Edebî hayatını etkileyen yazarlara bakıldığında Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Ferit Edgü, Bilge Karasu, Faulkner, Kafka, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Ahmet Hamdi Tanpınar, Albert Camus, Ingeborg Bachmann gibi hem Türk edebiyatının hem dünya edebiyatının önde gelen isimleriyle karşılaşıyoruz. Her yazarın bir kumaşı olduğuna inanan Tunç, kendi kumaşını oluşturan yazarların Leyla Erbil, Oğuz Atay ama en çok Ahmet Hamdi Tanpınar olduğunu söylüyor.
Edebiyat dünyasına öyküleriyle adım atan yazar, bir röportajında öykü yazarken en zevk aldığı kısmın son yazma anı olduğunu söylüyor. Ayfer Tunç’a göre bu duruma yazarın yazdığı metni bizzat kendisinin yaşaması da denebiliyor. Yazar Baudelaire’nin bir sözünü de örnek veriyor: “Şair istediği zaman kendi ve bir başkası olabilen kişidir”. Bu sözle birlikte şair olmadığını ama bir başkası olabildiği anları öykülerinde sevdiğini söylüyor.

Ayfer Tunç’un öykü ve romanlarında köşede kalmış, her gün yanından geçip gittiğimiz ama dikkat etmediğimiz insanların hikayesine şahit oluyoruz. Yazar bu durumu bilinçli bir şekilde tercih ediyor. Çünkü kendisi de edebiyatta yan veya yardımcı karakterleri okumayı seviyor. Eserlerinde çoğu zaman öne çıkan tek bir kahramandan bahsedilmeyişin altında yazarın bu sevgisi yatıyor. Eserlerine bakıldığında mutsuz, karamsar ve çoğunlukla kaybeden kahramanlar dikkat çekiyor. Umudun kandırıcı bir tarafı olduğunu düşünen yazar eserlerinde hayalperest umutlara yer vermiyor.
-Yazımızda buradan itibaren spoiler içeren bilgiler bulunmaktadır!-
Eserleri Hakkında Bilgiler
Başta Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi olmak üzere yazarın eserlerinde zengin bir kahraman yelpazesi vardır. Bunun nedeni yazarın yazdığı metinlerin gerçekle bağlantısı olmasıdır. Amacının iyi edebiyat olduğunu söyleyen Tunç, okuru düşünerek değil, metni düşünerek yazar. Bir anlığına ya da uzun süre vakit geçirdiği, yakından veya uzaktan tanıdığı herkesi yazdıklarına dâhil eder. Bu sayede zengin bir kahraman bilgisinin yanı sıra bütün bu gerçek kişiler yazarın değirmeninden geçip sahtelik hissi uyandırmazlar; özlerinde gerçek hayat vardır, sadece hayal gücü o gerçeklik parçacıklarını karıştırıp yeni bir hale getirmiştir. Yazar, anlattığı her kahramanın hayat hikâyesini yaşar, böylece kendi hayatını çoğaltmış olur. Yazarlığın en sevdiği yanı da bu yolla pek çok hayat yaşama şansı elde etmesidir.
“Tam deli değildi, tam akıllı da değildi. Zaten akıllı delinin karşıtı değildi.”
Yazar, bir söyleşisinde bazı hikâyelerin ortaya çıkımasına zemin hazırlayan durumları anlatır. Memleket Hikâyeleri annesinin okul yöneticisi olması ve kermesler düzenlemesi sonucu oluşur. Tunç bu kermeslerde, etkinliklerde pek çok kişiyle tanışır.
“Sözcükler istediği kadar sevgiyle dolup taşsın, gerçek bir gülümsemenin yerini tutamaz.”
Erenköy Kız Lisesinde okuduğu yıllarda tanıştığı ve yakın arkadaş olduğu üç kızın hayatlarından hareketle de Yeşil Peri Gecesi adlı romanı ortaya çıkar. Özellikle Erenköy Kız Lisesinde okuduğu yılları için Ayfer Tunç “Tam bir hikâye deposu olan yıllardır.” der.
Üniversite hayatı da Tunç için pek çok eserine malzeme sağlamıştır. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi‘nde ‘üç etekli deli Emine’ adlı karakter, yazarın üniversite yıllarında kaldığı yurttaki müdiresidir.
Suzan Defter romanında ise toplumun beklentilerini karşılamaktan kendine yabancılaşmış ve yalnızlaşmış iki insanın hayatını görürüz. Ekmel karakteri sıradan bir hayat içinde hiçliğini fark ettiği an yalnızlaşır. Derya ise istediği aşkı yakalayamamış ve yaşamak istediği aşkı yaşadığını düşündüğü bir kadının hayatına sahip olmak ister. Romanda kişiler sadece ailedeki rolleri ile var olabilirler.
“İnsan hayatı bir rahim arayışından ibarettir,” dedi Ekmel bey, “ev rahimdir. Bundandır kendimize bir ev aramamız. Evi olan insan ne şanslı!”
Hikâye ile başladığı yazma yolculuğuna romanla devam etmeye karar vermesi başlangıçta Ayfer Tunç için zor olur. Çünkü ilk romanı Kapak Kızı‘nı yazdığında suçluluk duyduğundan bahseder. Hikâyeden romana geçmesini başta hadsizlik olarak düşünür. Romanın büyüsüne kapıldığı için ve hikâyeleri istediği düzeyde gitmediği için Kapak Kızı’nı yazar. Tunç’un yazma ritüeli de kendine özgüdür, kendisi yazmaya başlamadan önce şiir okuduğunu söyler.
“Benim ilhamım şiir. Sabuna benzetiyorum şiiri. Beni günlük hayatın kalıntılarından arındırıyor, yazının büyülü dünyasına taşıyor.”
Eserlerinde geçen şiirlerin sebebi de böylece aydınlığa kavuşmuş olur. Ayrıca yazar metinlerini geceleri yazmayı tercih eder. Bu da eserlerindeki karamsar ve umutsuz havanın sebeplerinden biri olarak düşünülebilir.
Bir kadın yazar olarak kendinden beklenenin aksine eserlerinde erkek karakterleri başkişi olarak seçer ve büyük bir ustalıkla “erkek ağzından” konuşur. Eserlerinde erkek egemen yapı olması akıllara ataerkillik maksadını getirmesin. Kapak Kızı romanında üç başkişiden ikisi- Ersin ve Bünyamin- erkektir. Suzan Defter‘de ise yine başkişilerden biri erkek biri kadındır. Her iki günlükte olaylara bakış açısı ve kullanılan dil yazarın ne kadar başarılı bir şekilde iki cinsiyete de bürünebildiğinin göstergesidir. Her ikisinin de hayata karşı umutsuzluğunu ve asla kendileri olarak hayat içinde bir yer edinemeyişlerini kendisi yaşamışçasına aktarır.
Ayrıca yazarın kendisinin de farkında olduğu ve en dikkat çekici yönü kahramanlarının ölmesi hatta çoğu zaman yanarak ölmesidir. Sanki yazar bunu bir motif haline getirir. Ama aslında kahramanlarını öldürmesinin nedeni gerçek hayattaki iki yüzlülüklere son verme arzusudur. Karakterleri her zaman yalnızlıkla baş etmeye çalışan, kalabalıklar içinde bile yalnızlıklarında boğulan karakterlerdir.
Yazarın bir diğer yönü de hikâyelerinde gerek romanlarında birbiri ile iç içe geçmiş pek çok öykü vardır. Bu hikâyesinin kahramanı bir sonraki romanın başkişisi olabilmektedir. Eserlerinde bu içe geçmişlik, yazarın kahramanlarından kolayca vazgeçemediğinin, kitap bitse bile yazarın söyleyecek sözünün bitmediğinin göstergesidir.
Tunç’un son romanı Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura‘da romanın başkahramanının ismi Umut’tur ama roman umutsuzluğu anlatır. Yazar ilk günden beri koruduğu gerçekçi tavrını son romanında da sürdürür. Umut tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanır. Yazar bu kitapta tarzını biraz değiştirmeyi dener. Kadın ve erkek iki temel karakter üzerinden ve onların ağzından olayları anlatır. Okuyucuya daha fazla sorumluluk yüklediği bir roman ortaya çıkar. Romanın esas konusu tedavi olmayan bir gen hastalığına yakalanan Umut’un yaşadıklarıdır. Hastalık sayesinde kader ve bilim karşı karşıya gelip okuyucuya metafiziksel sorgulamalar yapma imkanı sunar.
“Ey masallarda kırk gün kırk gece yapılan düğünlerle mutlu sona eren hayat, niye bana bir kerecik gülmüyorsun?”
KAYNAKÇA
- Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü “Ayfer Tunç”. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/ayfer-tunc Erişim tarihi: 27 Temmuz, 2022.
-
Şarklı Güvercin, G. “Ayfer Tunç’un Romanlarında Şahıslar Dünyası”. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 2017. https://dspace.gazi.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12602/175500/2c3b50feee79cd4f36822c99d8cd8a63.pdf?sequence=1.