Medya ve şiddet ilişkisini bu kez kültür endüstrisi bağlamında ekonomi-politik olarak değerlendirdiğimiz yazımızda, dizilerdeki tek tipleşme ve şiddet bağlantısına indik.
Şiddetin döngüsü sabah haberlerinden başlayıp sabah kuşağı programlarıyla devam eder, öğlen sosyal medyada kendini sürdürür, akşamları ana haber bültenlerinde hararetlenir ve ardından gelen yerli/yabancı dizi ve filmlerde doruk noktaya ulaşarak ertesi günü beklemeye koyulur. Bu yazıda şiddetin yeniden üretilmesinde önemli bir yer işgal eden medyanın, şiddet ile olan ilişkisine ve izleyici üzerindeki olası etkilerine değiniyoruz.
Şiddet iktidar ilişkisine değinirken konuya bu kez Hannah Arendt’in perspektifinden bakıyor ve şiddet ve iktidar ikilisinin bir arada olup olamayacağına ve dahası şiddetin araçsallaşmasına değiniyoruz.
Klasik çağda vahşice uygulanan şiddetin modernzimle azalış göstermesine Foucault perspektifinden baktığımız bu yazıda, kapitalizmin şiddeti kendi lehine kullanmasına tanıklık ediyoruz. Şiddetin, kapitalizm için bir cezalandırma aracı olarak değil disiplin edici bir araç olarak kullanılmasına da şahitlik ediyoruz.
Şiddeti diğer birçok kişiye göre farklı değerlendiren Pinker, şiddeti azaltmada en etkili yöntem olarak da sıkı bir denetim yetkisi olan Leviathan benzeri bir siyasal erkin varlığına işaret eder. Bu siyasal erk, insanları "homo homini lupus"tan koruyor gibi görünmekte. En azından Pinker, veriler ışığında bunu iddia ediyor.