Büyük Buhran (Büyük Depresyon), 1929 yılında başlayarak 1930’lu yıllar boyunca devam eden ve başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere tüm dünyayı etkileyen bir ekonomik kriz dönemidir. Her ülkenin buhrandan etkilenme düzeyi, buhrana karşı geliştirdiği ekonomi politikaları ve buhranın sona erdiği zamanlar değişse de buhranın merkezinde Amerika’nın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İşsizliğin, evsizliğin ve çaresizliğin tavan yaptığı bu politik ve ekonomik atmosfer; doğal bir sonuç olarak romanlara, şiirlere, tablolara ve bilumum sanat eserine çarpıcı biçimde yansımıştır. İşte bu yazı, bu eserlerden en önemlilerinden biri hakkındadır: “Atları da Vururlar”

Atları da Vururlar (They Shoot Horses, Don’t They?), Horace McCoy tarafından yazılan ve 1935’te ilk baskısı yayımlanan romandır. Roman esas şöhretini, yazarın ölümünden on beş yıl sonra filme uyarlanması ile kazanmıştır. Yönetmenliğini Sydney Pollack’ın yaptığı ve başrollerini Jane Fonda, Michael Sarrazin, Susannah York ve Gig Young gibi isimlerin paylaştığı 1969 yapımı film, Altın Küre, BAFTA ve Oscar gibi önemli ödül törenlerinden yirmi dalda adaylık elde ederek üç dalda da ödüle layık görülmüştür.

Roman, Amerika’da Büyük Buhran yıllarında oldukça popüler olan dans maratonları bağlamında sadece dönemin toplumsal ve ekonomik atmosferini başarıyla yansıtmakla kalmamış; bir kesimin kaygılarına, telaşlarına ve kaybolmuşluklarına da ışık tutmuştur. Peki, nedir bu dans maratonu? Sahneye çiftler çıkar, dans etmeye başlarlar. Cüzî bir miktar vererek içeriye girebilen seyirciler koltukları doldurur. İlk başlarda enerjik ve tempolu biçimde dans eden çiftler saatler geçmeye başladıkça yorulmaya ve bitik bir vaziyette salınmaya başlarlar. Onlar yorulmaya başladıkça salon daha çok dolmaya başlar. Zaman zaman seyirciler favori gördükleri çift üzerine bahisler oynarlar. Dans maratonları günler, haftalar hatta aylar boyunca sürebilir. Aralarda kısa süreli ihtiyaç molaları olur. Sonra maraton kaldığı yerden devam eder. Dans maratonları, kimin daha iyi dans ettiği ile ilgili değildir. Kimin daha uzun süre dans edebileceği ile ilgilidir. Çiftlerin sahnede kalıp salınması bile yarışa devam edebilmeleri için yeterlidir. Çünkü yarışmacılar sadece dans etmez bir yandan da sahnede bulundukları süre uzadıkça açlıkla, uykusuzlukla, yorgunlukla da mücadele ederler. Kimi zaman yarışma hızlansın diye yarışmacıların sahnenin çevresinde hızlı turlar atarak birbirlerini geçmeye çalıştıkları on dakikalık derbiler düzenlenir. En arkada kalan üç çift yarışmaya veda eder. Dans maratonlarında hastaneye kaldırılanlar, ciddi sağlık sorunları yaşayanlar olmuştur. Hatta bazı kaynaklarda yer alan bilgilere göre bu maratonlarda ölenler bile vardır. Pistte son bir çift kalana kadar yarışma devam eder. Kazanan çifte ise para ödülü verilir.

Atları da Vururlar, buhran yıllarında Amerika’da dans maratonlarından birine katılan iki çaresiz genç olan Gloria ve Robert’ı merkezine alarak çarpıcı bir toplumsal eleştiri yapmakla kalmamış, seyircisini/okuyucusunu yarattığı tekinsiz atmosfer ile sürüklemeyi başarmıştır. Roman ve film, hem toplumsal çözümleme açısından hem de karakterleri derinleştirme açısından oldukça başarılıdır. Atları da Vururlar, büyük buhran dönemine münhasır bir film gibi görünse ve algılansa da, çağın ötesinde bir meramı vardır. Bu eserin söylemek istediği şeyler vardır. Görülmemiş bir davası vardır. Ve bu dava yalnızca belli bir dönem ile ilgili değildir. Belli bir kesimin insani duygularını sömürerek para kazanan simsarlar, yanlış ekonomi politikalarının bedelini ödeyen halklar, gelecekten umudu kesmiş gençler, birbirinin sırtına basarak yükselmek durumunda kalanlar, para ve ün vaadiyle insanî değerlerini kaybedip ‘hayvanlaştırılanlar’, onları pazarlayanlar, olanları izleyenler…Bunlar hangi devirde yoktur ki?

Yazar Horace McCoy, toplumda köklü değişimlerin yaşandığı tedirgin edici buhran yıllarının zor şartlarında hayatını idame ettirebilmek için taksi şoförlüğü, gazete satıcılığı, gezici satıcılık, boksörlük, bodyguardlık gibi çeşitli işlerde çalışmıştır. Yine o yıllarda dans maratonlarında gürültü çıkaranları dışarı atmakla görevli olduğu bouncerlık işini de yapmıştır. Dolayısıyla romanının bağlamını oluşturan dans maratonlarını da yakından gözlemleme fırsatı olmuştur. Bu bilgi, eseri daha iyi anlayabilmek açısından önem teşkil eder. Çünkü yazar, kitabında barbar burjuvazi tarafından kanı emilen, yaşam denizinin zorlu dalgalarıyla mücadele etmek için umutsuzca çırpınan sıradan insanları (Hilmi Yavuz, bu insanları betimlemek için “küçük insan” sözünü kullanmıştır) ve onların dans maratonunda yaşadıklarını anlatmıştır. Horace McCoy, anlattığı kişileri çok yakından tanımaktadır. Çünkü kendisi de o insanlardan biridir. Kısa ömrü, zor bir toplumsal ve ekonomik döneme denk gelmiştir. Ve o da yaşama tutunabilmek için çırpınan küçük insanlardandır. Anlatılan şeyler, o ya da bu şekilde, onun da hikâyesidir.
Yazının bu kısmından sonra filmle ilgili sürpriz bozan detaylara yer verilecektir.
Atları da Vururlar’ın ana karakterleri, Robert ve Gloria, bir yolunu bulup ünlü olarak para kazanmanın hayallerini kuran fakat hiçbir yere tutunamayan umutsuz ve işsiz gençlerdir. Para ödülünü kazanmak isteyen ve dans maratonunda yolları kesişen ikili, burayı hiç değilse bir süreliğine para ödemeden yemek yiyebilecekleri ve barınabilecekleri bir yer olarak görür ve insanî değerlerini kaybedeceklerinden habersiz bir şekilde, onları bir sirk hayvanına dönüştürecek olan dans pistine adım atarlar. Günler günleri, haftalar haftaları kovalar. Çok uzun süredir dans maratonu dışında bir yer görmemiş yarışmacıların, yavaş yavaş gerçeklikle bağları da kopmaya başlar. Para kazanmak adına küçük insanların sefaletlerini pazarlayan vahşi simsarlar, onların çaresizliğini izleyerek kendi hâllerine şükretmek isteyen seyircilerce doldurulmuş koltuklar, kısa süreli molalarda toplama kampına benzeyen sıkış tepiş odalarda daldıkları on beş dakikalık uykular, uykusuzluktan kızarmış gözler, yorgunluktan şişmiş ayaklar, tüm bunların karşılığında ise içlerinden sadece bir çiftin ulaşabileceği 1500 dolarlık para ödülü… Onları yavaş yavaş çevreleyen ve insanî duygularını sömüren bu vahşi eğlence yerinde gerçeklikle bağları gitgide azalır.

Gloria, içlerinde bulundukları durumun tahlilini en erken yapan karakter olarak ön plana çıkar. Özellikle filmde Gloria karakteri, ilk sahneden itibaren her şeyin farkında olan ve hatta durumla ilgili ironik şakalar yapabilen kişi olarak çizilmiştir. Bıkkın, bezgin, mutsuz bir hâli ve diğer yarışmacılara karşı kibirli bir tavrı vardır. Bütün umursamaz ve boş vermiş tavrının yanı sıra, yarışmayı en çok önemseyen karakterlerden biri olarak da göze çarpar. Partneri yorulduğunda onu sırtında taşıyacak kadar hırslıdır. Çünkü para ödülünü tek çıkış yolu olarak görmektedir. Robert ise tamamen tesadüf eseri yarışmaya dâhil olmuştur. Ödülü kazanmaya onun da ihtiyacı vardır fakat Gloria’ya oranla daha sakin ve hırssızdır. Robert karakteri için daha iyimser ve naif bir portre çizilmiştir. Film boyunca seyirci, içten içe bu ikili arasında bir aşkın filizlenmesini bekler. Fakat bu gerçekleşmez. Robert ve Gloria âşık olamayacak kadar yorgundur. Dans pistinde aşk bile sınıfsaldır.

Dans maratonunda geçen uzunca bir sürenin ardından yarışmayı kazanamayacaklarını anlayan ikili; kazansalar dahi orada oldukları süre boyunca yedikleri, içtikleri, giydikleri vb. için ödülden para kesileceğini öğrendiklerinde tamamen hüsrana uğramış vaziyette yarışmayı bırakırlar. Haftalarını orada geçirmiş ve ödülü kazanma amacıyla insaniyetlerinden vazgeçmiş ikili, yarışmadan çıkıp denize doğru yürürler. Artık bir amaçları yoktur. Bundan sonra ne yapacakları hakkında fikirleri yoktur. Umutları yoktur. Onlar için bir gelecek yoktur. Düşene kadar dans edecekleri ve ölene kadar düşecekleri kepaze bir yaşam döngüsünün içine hapsolmuş gibi hissederler. Gloria o an içinde bulundukları psikolojinin de etkisiyle, Robert’dan kendisini silahla vurmasını ister. Büyük resmi görmüştür artık. Dans maratonunda geçirdiği haftalar, ona hiçbir şey kazandırmamıştır. Aksine onların çaresizlikleri üzerinden para kazanan kan emici burjuvanın ekmeğine yağ sürerek ve onların kötü durumlarına bakıp kendilerini iyi hisseden şükürcü kalabalıkların eğlencesi hâline gelerek kendinden bir şeyler kaybetmiştir. İçinden bir şeyler kopup gitmiştir artık. Sirk hayvanına dönüştürüldüğünün farkındadır. Bu acımasız sistemin sürekli onlardan bir şeyler kopardığının, insanca yaşamanın onlara ne denli uzak olduğunun, bu düzenin onların çaresizliğini her daim sömüreceğini fark etmiştir. Bu kokuşmuş düzen onun için artık bir mide bulantısına dönüşmüştür. Doğarken kaybettiğine inanır. Haftaların yorgunluğu, uykusuzluğu, sanrıları ve hezeyanları üzerine yığılmıştır. Dans pistinin ağırlığı omuzlarındadır. İşte hayal ve gerçeğin iç içe geçtiği bu bulanık ruh hâli ile Robert’den onu vurmasını rica eder, hatta yalvarır. Artık dayanacak gücü kalmamıştır. Gloria’nın çektiği acının farkında olan Robert, hiç düşünmeden silahı eline alır ve Gloria’yı vurur. Polisler Robert’e Gloria’yı neden vurduğunu sorduğunda Robert kitaba ve filme de adını veren o repliği söyler:
“Atları da vururlar, değil mi?”

“Atları da vururlar, değil mi?” repliğinin kitabın ve filmin adı olarak seçilmesi son derece yerinde bir karardır. Bu noktada buradaki “at” metaforundan bahsetmekte fayda var. Atlar; çok uzun yıllardır insanlar tarafından hızı, dayanıklılığı, gücü, görüntüsü vb. sebeplerden sömürülen hayvan türlerinden biridir. Atlar, ayakları ya da bacaklarından onarılamayacak şekilde sakatlandıklarında öldürülürler. Çünkü artık gücünden ve hızından yararlanılamaz durumdadırlar. Yaşayan bir canlıdan ziyade üstüne binilip yararlanılacak bir kaynak olarak görülürler. İnsanların işine yaramıyorlarsa, insanlar tarafından ölüme terk edilirler. Bu yapımda da Robert ve Gloria’nın -ya da dans maratonundaki tüm yarışmacıların- durumu ile atların durumu arasında paralellik kurulmuştur. Bunun yanı sıra, atların kırıklarının tedavi edilmesi oldukça zordur ve diğer hayvan türlerinden farklıdır. Fizyolojik yapıları gereği, ayaklarından ya da bacaklarından sakatlandığında tüm sistemleri sekteye uğrar. Dolayısıyla atların vurulması, onların daha fazla acı çekmesini engellemek adına merhametli bir tavır olarak da yorumlanır. Robert’in Gloria’yı tereddüt etmeden vurması da burada bahsedilen merhamet ile paralellik taşır. Robert, Gloria’nın hayattan aldığı darbelerin onarılamaz olduğunu düşünür ve merhamet göstererek onun acısını dindirmek ister. Bu noktada Gloria, Robert’in gözünde ölümcül biçimde sakatlanmış bir attan farksızdır. Bu yaralı atın ıstırabını dindirmenin tek çaresi, ölüm gibi görünür.
Dans maratonları hâlâ devam etmektedir aslında. Fakat sadece şekil değiştirmiştir. Her dönem farklı formlarda karşımıza çıkar. Kimi zaman adada açlık oyununa dönüşür, kimi zaman arabadan elini son çekenin arabayı kazanacağı bir yarışmaya, kimi zaman insanların her saniyesinin gözetlendiği ve gözyaşlarının, heveslerinin, heyecanlarının, öfkelerinin reytinge dönüştüğü Reality Showlara… Küçük insanlar para ve şöhret peşinde koşarken büyüklerin ceplerine para dolar.

Bu yazıda, dans maratonu fazla dramatize edilmiş gibi gözükebilir. Tabloya uzaktan baktığımızda, insanlık dışı bir durum veya bir suç yoktur. İnsanlar yarışmaya gönüllü olarak girer, bırakmak istedikleri zaman da çıkıp gitmekte özgürdürler. Şekil değiştirse dahi, birebir dans maratonlarının anlayışını taşıyan bütün diğer günümüz yarışmaları için de aynı şey geçerlidir. Fakat biraz daha yakınlaştığımızda ortada insanlık dışı bir durum olduğunu görürüz. Bahsettiğimiz yarışmaların hemen hemen hiçbirinde esas mesele bir şeyi ‘iyi yapmak’, ya da bir şeyde ‘yetenekli olmak’ değildir. Bir arabaya dokunmak, ya da bir dans pistinde salınmak meziyet isteyen işler değildir. Bu tür yarışmalarda insanlar para kazanmak için temel ihtiyaçlarına karşı savaş açmak durumundadır. Uykusuzluğa, yorgunluğa, açlığa kimin en çok dayanabileceği test edilir. İnsanların fizyolojik ve psikolojik sınırları zorlanır ve tükenmişlikleri teşhir edilir. Dans maratonunda amaç iyi dans etmek değil, uzun süre dans edebilmektir. Bu da insanları, insana dair duygulardan uzaklaştırır. Küçük bir para ödülünün peşinde koşarken farkında olmadan sirkteki bir hayvana dönüşürler. Buradaki esas eleştiri; ne sirke ne sirk hayvanına dönüşene ne de insanı sirk hayvanına dönüştürenedir. Esas eleştiri, tek derdi insanca yaşamak olan kitleleri bir miktar para ve refah uğruna acınası durumlara düşüren çürük düzenedir. Atları da Vururlar’ın karakterleri, temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için, para kazanma amacıyla yarışmaya girerler. Parayı kazanmaları için ise; temel ihtiyaçlarına karşı savaşmaları, açlığa, yorgunluğa uykusuzluğa haftalarca kafa tutmaları gerekmektedir. Bu ne yaman çelişkidir!

Son olarak bu esere getirebilecek tek olumsuz eleştiriye değinelim. Bu eserin genel itibari ile son derece karamsar, nihilist ve boğucu bir havası var. Yazar; tek bir durum üzerinden her çağ ve toplum için geçerli olabilecek çarpıcı bir konuya değinmiş ve zekice bir eleştiri yapmış olsa da, tüm hikâyeyi karamsar bir temele oturtması büyük bir eksiklik. Tüm hikâye boyunca -filmde de kitapta da- hiçbir umut ışığı yok. Yazar idealist bir tavır takınmaktan uzak durmuş ve tüm enerjisini realist bir kurgu inşa etmek üzerine yoğunlaştırmış. Gerçekçilikten uzaklaşmadan okuyucuya/seyirciye küçük de olsa umutlu bir ışık yakılsa daha iyi olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyor insan. Yine de şunu belirtmek lazım: Bu eserdeki nihilizm ve özellikle Gloria karakteri üzerinden yansıtılan varoluş sancısı, felsefî boyuttan ileriye gidemeyen kopuk bir nihilizm değildir. Bilakis toplumsal gerçeklerle örtüşen, yaşananlardan beslenen ve ayakları yere sağlam basan bir nihilizm vardır karşımızda.

Dans maratonlarında çalışarak o ortamı yakından gözlemlemiş ve 1930’ların buhran dönemi Amerika’sında tıpkı yarattığı karakterler gibi çaresizce tutunmaya çalışmış olan Horace McCoy; eserini küçük insanlarla empati kurmayı kolaylaştıracak insana has bir hassasiyet ile kaleme almıştır. Romana yıllar sonra hak ettiği şöhreti kazandıran filmin yönetmen koltuğunda oturan Sydney Pollack; hemen hemen hepsi tek mekânda geçen filmde, seyirciyi koltuğuna çivileyen sürükleyici bir iklim yaratmayı başarmıştır. Özellikle on dakikalık gerçek zamanda çekilen derbi sahneleri gerilimi çok başarılı bir şekilde yansıtır. Tokat kadar sert ve buz gibi gerçek bir kapitalizm eleştirisinin yapıldığı bu etkileyici film, kesinlikle izlenmeye değerdir.
Kaynakça
Yavuz, H. (1977). Yılkı İnsanı: Atları da Vururlar. H. Yavuz içinde, Roman Kavramı ve Türk Romanı. Ankara: Bilgi Yayınevi.