Eserlerini George Eliot takma adıyla yazan Mary Anne ya da Maria Evans, Victorya döneminin en ünlü yazarlarındandır. 22 Kasım 1819’da Nuneoton’da doğan Evans, Warwickshire kasabasında 21 yılını geçirmiştir. Bu sürede yazar, çevresini ve insanları yakından tanıma olanağı bulmuştur.
Evans, açgözlü bir okuyucuydu ve oldukça zekiydi. Dönemin toplumsal güzellik standartları için fiziksel olarak güzel bir kız sayılmadığı için de evlenme şansı fazla olmadığı düşünülüyordu. Bu durum Evans’ın parlak zekasıyla da birleşince, Victorya dönemi kadınlarına çoğu zaman sağlanmayan bir eğitime yatırım yapması konusunda babası için bir motivasyon kaynağı oldu. Evans, annesinin ölümünden sonra okulu yarıda bırakarak, babasına bakmak için eve dönmek zorunda kaldı. 1841’de babası ile Coventry’ye taşınarak burada yaşamaya başladı. Babası çok varlıklı biri değildi fakat mesleğindeki önemli rolü sayesinde, Evans’ın eğitimine büyük ölçüde yardımcı olan ‘Arbury Hall’ kütüphanesine erişmesine izin verildi.
Babasının ölümünün ardından İsviçre’ye, daha sonra yazar olma hayaliyle Londra’ya yerleşerek ‘Westminster Review’ dergisinde çalışmaya başladı. Sol görüşlü bu dergide Evans, toplum hakkındaki görüşlerini ve Viktorya dönemi düşünme tarzı üzerine düşüncelerini yazıyordu. O zamanlar kadın yazarlar yaygındı, ancak Evans’ın bir edebiyat dergisinin kadın editörü olarak rolü oldukça alışılmadıktı. Maria Evans, dönemin önde gelen düşünür ve yazarlarıyla arkadaşlık kurdu fakat aralarında çok yönlülüğü ile dikkat çeken gazeteci George Henry Lewes’le olan arkadaşlığı yaşamına ayrı bir anlam katarak onu, roman yazmasına teşvik etti. Lewes’in evli olduğunu bilmesine rağmen onunla güzel bir ilişki yaşayan Evans, bir süre sonra imzasını ‘Mary Ann Evans Lewes’ olarak atmaya başladı.
Edebiyat yaşamına eleştirmen ve çevirmen olarak başlayan Evans’ın yayımlanan ilk öyküsü, Scenes of Clerical Lıfe (Din Adamının Yaşamından Sahneler)dır. 1859’da yayımlanan ilk romanı ‘Adam Bede’ ise Kraliçe Viktorya’nın kızı Prenses Louise’in önsözüyle yayınlandı. Roman, Marangoz Adam’la nişanlı güzel köylü kızı Hetty Sorrel’in genç toprak sahibi Donnithorne’un tecavüzüne uğrayarak hamile kalması ve bebeğini öldürdükten sonra delirmesini anlatır. Hetty tam asılacağı sırada infaz durdurulur ve uzak bir sömürgeye sürgüne gönderilir. Burada gözlenen olayların, günlük yaşamı gerçekçi ayrıntılarla yansıtması Evans’ın diğer eserlerinin de başlıca özelliği olmuştur.
Evans yazmaktaki amacının ‘tozlu sokaklardan ve tarlalardan gelen etten kemikten insanların yaşamlarının yansıtmak’ olduğunu söylemiştir. Gerçekçi bir yazar olan Evans, çağdaş romanın en belirleyici özeliklerinden olan psikolojik çözümlemenin de öncüsüdür. Mary Evans, eşitlikçi politikalara 19. yüzyılda farkında olmadan bir romancı olarak katılmış olması günümüzün, erkek egemen dil üzerine çalışan feministlerini de büyülemiştir. Kişiliğinin ve isminin temsil ettiği maskülenlik, bir bulmacanın taşları gibi dönemini ve kendisini yansıtarak yazarı bugün de Avrupa romanının en önemli yazarları arasına sokar.
Zaten var olan böbrek hastalığına bir de boğaz enfeksiyonu eklenince Mary Evans, 22 Aralık 1880’de, 61 yaşında hayata gözlerini yumdu. Evans, Hristiyan inancını inkar etmesi ve Lewes ile yaşadığı dönem için ahlaksızca kabul edilen ilişkisi nedeniyle Westminster Abbey’e gömülmedi. Hayatının aşkı George Henry Lewes’in yanına, Londra’daki Highgate Mezarlığı’na, siyasi ve dini muhalifler ve agnostikler için ayrılmış alana gömüldü. Mezarı, Karl Marx ve arkadaşı Herbert Spencer’ın mezarları yakınlardadır. 1980 yılında, yani ölümünün yüzüncü yılında, Şairler Köşesi’nde onun için bir anı taşı dikildi. Her ne kadar öldükten sonra Evans’ın adı ve eserleri onun anısına okullara, sergilere, müzelere verilse de dönem onun gerçek adını kullanmasına bile izin vermeyecek kadar acımasızdı.