1955 yılında geçen Asteroid City, düzenli olarak nükleer bombaların patladığı ve artık bu olayların normalleştiği bir kasabada kaybı, yası ve kaçmaya çalışıp da kaçamadığımız duygularımızı sarkastik bir yerden yeniden keşfetmeye çağırıyor. Wes Anderson‘ın nane şekeri tadındaki renkleri, kusursuz sinematografisi, favori oyuncuları ve kendine has mizahı ile bezediği yeni filmi, bombaların gölgesindeki karakterlere odaklanıyor. 2023 Cannes Film Festivali‘nde 6 dakika ayakta alkışlanan film, Wes Anderson’ın duygusal etkisi en yüksek filmi olduğunu söyleyebiliriz.
Siyah-beyaz olarak başlayan film, isimsiz bir televizyon sunucusu ile bir stüdyoda açılıyor. Doğrudan kameraya konuşan sunucu, akşamın oyununu tanıtıyor: Asteroid City. Oyunun yaratılışına, tüm kulis anları da dahil olmak üzere tanıklık ediyoruz. Karakterler sunuluyor, oyuncular sunuluyor, oyuncuların rollerini nasıl aldıklarına dair ayrıntılar bile sunuluyor. Oyun içinde oyun şeklinde bir anlatıya sahip olan film, aksına senaryo kurgusunu da dahil ediyor. Oyun yazarının giriş sözlerinden sonra hemen drama başlıyor, ancak bu oyun tiyatro prodüksiyonuna hiç benzemeyen bir şekilde gerçekleşiyor; bir film gibi. Özenle detaylandırılmış ve görsel açıdan dengeli geniş ekran bir Wes Anderson filmi gibi. Sahne yok, perde yok, seyirci yok. Mavi gökyüzü kasabanın üzerine uzanırken, sarı çöl sonsuzluğa kadar uzanıyor. Tiyatral evren ile sinematik evren arasındaki etkileşim, Anderson filmleri için temel bir tema olarak yerini bu filminde de alıyor.
Oyunun ilk bölümü, yeni dul kalmış savaş fotoğrafçısı Augie Steenbeck‘in gelişiyle başlar. Augie, zeki ergen oğlu Woodrow ve üç kızıyla, Asteroid Günü için kasabaya ziyarete gelir. Öğretmenleriyle birlikte bir grup çocuk, şarkı söyleyen kovboylar, ünlü oyuncu Midge Campbell ve Asteroid Günü yarışmasına katılan gençlerin ebeveynleri gibi daha fazla ziyaretçi ortaya çıkar. Savaş fotoğrafçısı Augie Steenbeck’in, eşi beklenmedik şekilde öldükten sonra hala hissedebildiği ender duygulardan biri yastır. Augie, bu durumu dört çocuğundan gizlemek konusunda kararlıdır. Augie’nin hikayesi, yanında bir kadın olmadan ve Stanley adındaki kayınpederiyle sürekli çatışma içindeyken çocuklarını yetiştirmenin mümkün olup olmadığından şüphelenen bir dulun hikayesi. Sıkça donuk gözleri ve monoton bir şekilde repliklerini söylemesiyle, Schwartzman, Augie’yi bir zamanlar sahip olduğu hayattan derin bir şekilde kopmuş hisseden bir adam olarak canlandırır, bu da karakterin Tom Hanks‘in hayat verdiği katı Stanley ile paylaştığı acıyı daha da trajik hale getirir.
Scarlett Johansson ve Jason Schwartzman, hem oyuncu hem de karakter olarak filmde çift rollerde yer alıp, mizahi ve duygusal derinlikli sahneleriyle filmin merkezini dolduruyorlar. Johansson, oyunda Midge Campbell olarak karşımıza çıkıyor. Çekici bir Hollywood yıldızı olan Midge, kızı ve bir korumasıyla kasabaya gelir. Midge ve Augie, lokantada sevimli bir şekilde tanışır, ancak ilişkileri birbirlerine bakan kiralık kabinlerinde bulundukları sırada gelişir. Karşılıklı pencerelerin pervazlarından birbirlerine açıldıkları sahneler, kaçılan duygularla yüzleşmek ile ilgili. Midge, kendisini ve Augie’yi “derin acılarını ifade etmeyen felaketle sarsılmış iki insan” olarak tanımladığında, bu düzenli, bilgili ve aşırı uyanık filmde bir şey çatlıyor. Anderson filmlerinin çoğunda, bir kişi toplumdan sıyrılır. Asteroid City’de bu görevi Johansson’ın karakteri Midge devralıyor ve filme soğukkanlı bir şekilde acılı espri kırıntıları katarak, gerçek ile hayal arasındaki köprümüz oluveriyor.
Kadrosunda birçok ünlü oyuncuyu barındıran film, Anderson’ın çoğu filmine kıyasla karakterler ile bağ kurmamız adına biraz daha alan açıyor. Bu karakterler karikatürize edilmiş olsalar da, Anderson duygusal temelleri anlamamız için bize yeterli hissiyatı sağlıyor. Annesini kaybetmeyle ve ilk aşkını keşfetmeyle mücadele eden bir çocuğun portresini çiziyor, annelerinin üç hafta önce öldüğünü kızlarına açıklayamamış olan bir babanın sarkastik yas portresini çiziyor, sanatında anlam aramak için istismar ve umutsuzluk hikayelerini keşfetme dürtüsü hisseden bir film yıldızının portresini çiziyor. Johansson’ın şık, cinsel çekiciliği olan ve kendi içinde kaybolmuş ünlü bir karakteri canlandırması, Kim Novak veya Marilyn Monroe gibi gerçek Hollywood güzelliklerinden ilham alan sanatsal bir sunum gibi hissettiriyor. Margot Robbie, sadece bir sahnede görünse de, filmin belki de en can alıcı noktasını oluşturuyor.
Anderson, televizyon hikayesi ile kasabadaki drama arasında düzenli olarak geçiş yaparak, onları birbirleriyle anlamlı, dinamik ve dokunaklı bir şekilde etkileşime sokuyor. Her ikisinde de krizler, öz şüpheler, karşılaşmalar, randevular, sanat ve hayat üzerine tartışmalar var. Anderson estetiğinden aşina olduğumuz birçok unsur mevcut: net çerçeveleme, seyahat eden pan çekimler, tuhaf karakterler, tanıdık yüzler ve sofistike olmasına rağmen komik bir mizah anlayışı. Bununla birlikte, burada heyecan verici keşifler de mevcut. Bu karmaşık komedinin en güzel ve derin öğesi, Anderson’ın bizi geri çekilerek sadece bu hikayeyi değil, bu hikayeyi besleyenleri, arkasındakileri ve onların arkasındakileri de düşünmeye çağırmasıdır.
Anderson, filmdeki hayali oyunun üretimi ve oyunun kendisi aracılığıyla, bizi sanatsal süreçleri ve duyguları sorgulamaya iterken, aynı şekilde hayatın getirdiği sorumluluk, yas, bencillik gibi insani duyguları da anlatıyor. Bu kasabadaki herkes, kendileri hakkında cevaplar arıyorlar ve bu cevapları belki de hiç bulamayacaklar. Anderson karakterlerinin durumlarının cevaplarından çok, onları rahatsız eden sorulara ilgi duyuyor gibi görünüyor. Asteroid City, hikaye anlatma sürecinin özellikle kişisel kayıplar döneminde nasıl derin bir şifa kaynağına dönüşebileceğinin öyküsü. Komik ve sıklıkla iğneleyici yapısının ardında bir trajedi barındırırken, bizleri büyülemek için görsel numaralar ve yıldızlarla dolu bir kadro sunuyor. Etkileyici 104 dakikalık süresi boyunca, estetik zevkleri öncelikli odak noktası haline getirerek, sözcüklerin, kıyafetlerin ve renklerin gücünü kullanıyor.
Asteroid City’nin karakterleri birbirlerine gözlerinin içine bakmaktan korkmazlar. Ancak başkalarına bakmak, aynı gözleri kendimize çevirmek kadar zor değildir. Kendimiz ve evren hakkındaki sorularımıza tatmin edici cevaplar bulamasak bile, Asteroid City, onları aramanın değerli olduğunu savunuyor. Kaybetmek ve kaybolmak insana özgü ve değerli olduğu gibi, bazen sadece kendimize geri dönebilmek bile kaybın yanında yeterli bir başarıdır. Son sekansta bütün oyuncuların hep bir ağızdan haykırdıkları gibi; uyuyakalmadan uyanamazsın.