Kemal Varol‘un aynı isimdeki romanından uyarlanan, başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanrıöğen‘in yer aldığı Âşıklar Bayramı, 2 Eylül tarihinde Netflix’te izleyicileriyle buluştu. Yönetmen koltuğunda Özcan Alper’in oturduğu bu yolculuk filmi, dram türüyle karşımıza çıkıyor. Geçmişin gün yüzüne çıkmasıyla baba – oğul yüzleşmesini konu edinen Âşıklar Bayramı, Anadolu kültürünün derinliğini, bozkırın sessizliğini ve yaşanmışlığın hüznünü oldukça etkileyici bir şekilde bizlere aktarıyor. Bizde, izleyicilere aktarılan bu dram filmini sizlerle beraber ele almak istedik. Gelin, bizden istenilen şeyi gerçekleştirelim; izleyelim, üzerine düşünelim ve yorumlayalım.
![Âşıklar Bayramı: Geçmişin Kapımızı Çaldığı Bir Hikaye 7 Netflix, yerli Âşıklar Bayramı için fragmanı paylaştı [Video] - LOG](https://www.log.com.tr/wp-content/uploads/2022/08/netflix-yerli-asiklar-bayrami-icin-fragmani-paylasti.jpg)
Bir gece yarısı başkarakterin kapısının çalınmasıyla başlayan film, geçmişiyle hesabını kapatamamış, buruk anılarına veda edememiş Yusuf’un; kapıyı açtığında geçmişiyle yüzleşmesini konu ediniyor. Gelen kişi ise; elinde sazı, eskimiş bir tahta bavulu, bükülmüş beli ve yorgun çehresi ile babası Heves Ali’den bir başkası olmuyor. 25 yıl sonra birbirlerini ilk defa gören baba oğul, merak ve soru dolu bakışlarla birbirlerine bakmasıyla hesaplaşmalarının başlamalarından da habersizlerdir aslında. Bizler ise film boyunca yaşananları meraklı gözlerle izlemeye koyuluruz fakat ve onlarla beraber sessiz bir yolculuğa çıkacağımızdan bir haberizdir.
Babası, annesinin kabrini ziyaret etmek için Kırşehir’e geldiğini, bu sebeple oğluna uğradığını ve buradan Kars’a, Aşıklar Bayramı’na gideceğini söyler. Yusuf’un duygu dünyasını altüst eden bu ziyaret, bir yolculuğun başlangıcına da sebebiyet verir. Ceketinin cebine baktığında babasının hastane tahlillerini bulan Yusuf, araştırmaları sonucunda onun hasta olduğunu öğrenir. Babasının bu hasta haliyle tek başına Kars’a gitmesine gönlü el vermeyen ve içindeki merhamet duygusunun açığa çıkmasına da izin veren Yusuf, esasında geçmişiyle yüzleşmeyi de kabul eder. Böylece baba-oğul uzun bir yolculuğa çıkarlar. Bu yolculukta onlara eşlik eden şey birbirlerine söyleyemedikleri kelimelerden, kuramadıkları cümlelerden ve ortaya çıkan buruk sessizlikten bir başkası olmaz. Ara ara Yusuf, iç sesine dayanamayıp öfkesini; sorularını ve kırgınlığını dile getirir fakat bu sefer de bunları dile getirmenin verdiği pişmanlık ona eşlik eder. Böylece bizler film boyunca onların çıktığı yolculuğa eşlik edip, iç dünyalarına doğru yol alırız.
“Su da zaman gibi gittikçe tükeniyor. Tükenince de bir daha geri gelmez gayri.”
Yolculuk boyunca yer yer mola veren karakterlerimizin, verdiği molaların ilkinde uğradıkları durak baba-oğulun eskiden geldikleri bir göl kenarı olur. Yusuf buraya baktığında göl suyunun eskisine oranla azaldığını fark eder ve zamanın aynı su gibi bitip tükenişinden dem vurur. Bu sahneye Heves Ali’nin sözleri eşlik eder. Babası her konuştuğunda ondan bir şeyler duymak için can atan, sorular içerisinde gözleri parlayan Yusuf’unsa bizlere diyemedikleri ulaşır. Yıllar içerisinde babasına karşı duyduğu duyguların aynı su gibi azalmasının verdiği o buruklukla konuşamayan kahramanımız, içinde biriktirdiklerini olduğu gibi bırakmayı ve yaşadıklarını dile getirmeyi isterken bunları yapmaz, onları içinde taşımaya devam eder. Yusuf şimdilik, konuşunca edineceği pişmanlıktansa diyemediklerinin ağır yükünü taşımayı yeğler; fakat sonra durumlar aynı kalmaz. Taşımaktan yorulduğu, yükünü bırakmak istediği anlar gelir karşımıza.

Öldürmek İstediğimiz Duygularımız
Yusuf, mola verdiği esnalardan birinde bir kabus görür. Onun kabusu bizler için semboldür aslında. Kabusunda babasını boğarak öldürdüğünü gören Yusuf, içinde öldürmek istediği duyguların bir nesneye bürünmesini izler halbuki. Babasına duyduğu kızgınlığın ve onunla birlikte içinde daha büyük yer kaplayan merhametinin, onu bu denli çaresiz bırakıyor olması ve bu duygulara son vermek isteyişi, kabusunda babasını öldürmesi ile izleyici karşısına çıkar. Babası, onun bakışından tüm bu karmaşıklığın kaynağıdır. Kaynaktan kurtulduğundaysa tüm bu sorunlardan kurtulacağını sanan Yusuf ve onun bu kıvranışına şahitlik eden bizler için yolculuk henüz bitmemiştir, devam etmektedir.
Etkileyici Anlar
Film süresince karakterler ile beraber bizler de uzun bir yolculuğa çıkar ve onların zorlu anlarına tanık oluruz. Bunlara şahitlik ederken öyle anlar olur ki hem olayın üzerine düşünüp hem de yansıtılmak istenen durumun önemini bir kez daha kavramış oluruz. Bu anlardan bir tanesiyse, Heves Ali’nin durumunun ağırlaşıp hastaneye kaldırıldığı zamandır. Onun pek kıymet verdiği, bir çocuk gibi elini bırakmak istemeyip her daim yanında bulundurduğu bağlamasının, bir insana yer verilir gibi sandalyeye öylece yerleştirilmiş olmasıdır. Karakterimiz için bağlamanın önemini kısa ve etkileyici bir sahne ile yansıtan yönetmen, bunu oldukça ince bir şekilde bizlere aktarır. Bizlerse bir şeye verilen kıymetin belirtilmesini sözcüklerle anlamaktansa böylesine ufak fakat göze çarpan derin bir sahne ile kavrar, değerin bilincine varmış oluruz.
Bir başka etkilendiğimiz, durup üzerine düşündüğümüz anlardan bir tanesi ise Heves Ali’nin zamanında gönlünde yer verdiği kadını, yıllar sonra görmeye geldiği an duygularını ve düşüncelerini türkü söyleyerek dile getirmesi bizler için âşıkların kendilerini nasıl izah ettiklerini anlatır durumdaydı. Âşık olmak demek, duyduğu hislerini ve söylemek istediklerini eline alıp teline vurduğu bağlaması ve gönlünden kopardığı türküsü ile yansıtması demekti. Onların yaşanmışlıklarını dile getiriş biçimi bu şekildeydi. Bizler ise izleyici olarak söyledikleri türküleri dinleyerek yaşanmışlıklarına eşlik edip, hissiyatlarını paylaşmış oluyorduk böylece.
Oyunculuklar
Avukat Yusuf rolüne hayat veren Kıvanç Tatlıtuğ ve âşık Heves Ali karakterini canlandıran Settar Tanrıöğen, film boyunca kahramanlarımızın iç dünyalarındaki hissiyatlarını izleyicilere etkileyici bir biçimde aktarıyorlar. Filmde, kendilerine oldukça az diyaloğa yer verildiği halde, canlandırdıkları karakterlerin diyemediklerini bizlere aktaran oyuncularımız, boğazlarının düğümlenmesini karşı tarafa hissettirebilmeyi ustalıkla başarıyorlar. Hayat verdikleri rollerinin yaşanmışlıklarını bizzat yaşamış gibi sessizlik içerisinde kalarak, hal ve duruşlarıyla anlatmaları ise bizlerin sadece takdirini kazanmalarını sağlamakla kalmıyor, kahramanlar ile derin bir bağ kurmamıza vesile oluyorlar.
Son Söz
Âşıklar Bayramı, hep izlediğimiz; bizi heyecanıyla kuşatan, dikkatimizi sürekli dinç tutan filmlerin aksine sessizlik içerisinde geçen, baba-oğul hesaplaşma(ma)sına uzanan ve yaşanmışlığın burukluğunu içimizde hissettiren bir yolculuk filmidir diyebiliriz. Canlandırdıkları rollerin hikayesini bizlere oldukça derin bir şekilde aktaran oyuncularımız, bu romanı beyazperdeye olduğu gibi sadeliğiyle uyarlamaya ve çekim performansıyla hissiyatı bize aktarmaya çalışan yönetmenimiz ile Âşıklar Bayramı; izlenmeye ve üzerinde düşünmeye değer bir film denilebilir.. Sizlerin bu filmi izlemenizi öneriyor ve izledikten sonra henüz yeni yayımlanmış ve Âşıklar Bayramı’nın devam niteliğinde olan Kemal Varol’un Babamın Bağlaması kitabını da okumanızı öneriyoruz. Kim bilir, Yusuf’un bu devam hikayesi okuyucuların karşısına çıktığı gibi izleyicileriyle de bir buluşma gerçekleştirir belki. İlkinde olduğu gibi..





