Arthur Machen’in Diyonizyak Diyarı: Yüce Tanrı Pan

Gotik dünyanın krallarından olan Arthur Machen, 3 Mart 1863 yılında Birleşik Krallık’a bağlı dört ülkeden biri olan Galler’de dünyaya gelmiştir. 15 Aralık 1947’ye kadar birçok eser çevirmiş, birçok oyunda rol almış ve özellikle Gotik edebiyat dünyasına kazandırdığı eserlerle adından sıkça söz ettirmiştir. 18. Yüzyılın sonlarında İngiliz edebiyatı dünyasına damgasını vuran Romantizm akımını, kendisinin Kelt kökenlerinin mirasıyla bambaşka bir şekilde yorumlamıştır. Fantastik ruhunu eserlerinin satırlarında bizlere de hediye etmiştir.

Birçok fantastik yazarı da ardından sürükleyen Machen, özellikle ‘Yüce Tanrı Pan’ isimli kitabıyla, döneme cesurca damga vurmuştur. 1894 yılında, yayınlandığı ilk zamanlarda bile adından oldukça söz ettirirken, eserde Arthur Machen’in atalarına duyduğu bağlılıkla hayal gücünün harmanlanması kolaylıkla görülebilir. Mitolojiye özellikle ilgi duyduğunu da birçok kez belirtmesiyle birlikte bunu eserlerinde de belli etmekten çekinmez. Mitolojinin anlam olarak derinliğini, mitleri yeniden yorumlayarak ve yaşadığı topluma uyarlayarak da birçok eserinde sunmuştur.

Delişmen ve değişik duygulara sahip olan insanın, ruhunun yarısının Dionysos’tan geldiği düşünülürse Arthur Machen’in Pan adlı eseri çarpıcı bir izlenim taşır. Dr. Raymond’un, Pan’ı görmek istemesiyle başlayan kitap doğa ve kültür dikatomisini gözler önüne serer. Kalıplaşmış normlar içerisinde, kendisine inanılmayan bir toplumda Pan’ı geri döndürmek için deneyler ve testler yapan doktor, insanın doğayı araçsallaştırıp rafa kaldırdığı tanrıyı, dolayısıyla da doğanın gücünü geri istemektedir. Formsuz olandan form yaratmaya çalışır. Antikitede doğanın arabeskleşme çığlığı duyulur. Büyük Tanrı Pan’ın öldüğü söylenir; bu ölümün tartışılmasına rağmen, mitoston logosa geçilen dönemi düşünebiliriz. Mitosta doğanın düzenine içkin olan insanın, logosla birlikte doğayı nesne haline getirmesi, ötekileştirdiğinin kanıtıdır. Özne olan doğanın tasvir edilmeye başlanmasıyla doğa, özne konumundan çıkar. Pan’ın ölümü de bu bağlamda doğanın ölümüne tekabül eder. Nietzsche, Pan’ın ölümünü pesimist açıdan analiz etmeye çalışır. Bu çabanın bu kitapla bir ilgisi olmasa da Arthur Machen ve Nietzsche aslında bu sorunsala değinilir. Pan eski mitolojilerde yarısı insan yarısı keçi olarak tasvir edilirken Dionysos ile benzerliği dikkat çeker.

Öte yandan Yüce Tanrı Pan adlı öyküde kitabın odak noktası kadındır. Ve bu kadın imajı öyle femme fataledir ki özellikle zengin ve üst tabakadan olan erkekleri öldürür. Dionysos, fiziksel özelliğinin yanı sıra bir kadın inceliğine sahip olan eğlence tanrısı olarak da bilinir. Pan grotesk varlığıyla doğanın gücünü ifşa eder ve onun varlığı, doğanın kendisinden bile önce var olduğunun sembolüdür. Yıllardır diriltmeye çalıştığı Pan, Dr. Raymond sayesinde karşımıza işveli ve cilveli kadın figüründe ortaya çıkar. Bu işve ve cilve diyonizyak içgüdülerin temsilidir. ‘Erk’in hakim olduğu düşünülen mükemmellik, doğayla bağdaştırılan kadın gücüyle eleştirilir. Üstünde deneyler yapılarak ‘ruh perdesi aralanmaya çalışılan’ genç kız Mary’nin çığlıkları Dionysos’un müzik notalarıdır. Aralanan ruh perdesi doğanın ruhunu da özgürleştirmeye imkan sağlayacaktır. Dekadansın ayak izlerini hissederken, bir kadınla birlikte gelen nedensiz ölümlerle devam eder. Beden algısının yıkımıyla, bir kadın silüetinde ‘zengin erkekleri’ ölümle eşitleyen maternal bir yaklaşım görürüz.

Tinsel yükseliş ve bedensel çöküşün hakim olduğu bu hikaye Nietzsche’nin kültür kuramını da gözler önüne serer. Nietzsche’nin Dionysos’u, Arthur Machen’dir. Klasisizm’de ‘bozulmuş’ olarak nitelendirilen kadınlar evlere kapatılırken, onları burada, evin içinde ve dışında, kaos yaratan figür olarak görürüz. Üst tabakaya mensup olan Villiers, üniversiteden dostu olan Herbert’le karşılaşır. Tanıdığı zamanlarda iyi durumda olan Herbert’in şu anki çökmüş hali ve bunun bir kadın yüzünden olması, sevimli ve aynı zamanda korkunç olan Pan’ın gelişiyle ilgilidir. Pan’ın bu ikilemli duygusu, Dionysos’un masum görünen ama aynı zamanda kaosa davetiye çıkaran kişiliğine tekabül eder. Alt anlamda arkaik, kadim ve ilksel olarak doğayla anılan Dionysos, Pan’ın ölümünün kabullenilmesinin intikamını ellerini kana bulayarak almasından haz duyar, Pan’la empati kurar bir bakıma. Evler, yapılar ve özellikle şehirlerin kendine ait bir kişilikleri vardır. Londra, bu bağlamda kültürün üst noktası ve karmaşanın odak noktasıdır, diyonizyak bağlamda çöküşe mahkumdur, ışıkla aydınlanmak yerine yollara dökülen kan kırmızısıyla renklenir. Güzelliğiyle herkesin nevrini döndüren kadın imajı, diyonizyak olarak büyüleyici ve kandırmaya adanmış bir karakteri de temsil eder. Herbert’in arkadaşına anlatırken, o kadınla geçirdiği zamanları tanımlarken  kendisinin büyülenmiş gibi olduğunu iddia etmesi, Dionysos’a özgü olan kendini bilmeme etkisi yaratmasıyla ilgilidir. Çünkü Dionysos kendisinin logosla bağı çok bilinmediği gibi geçtiği yerlerin havasını da efsunlaştırırdı. Bay Clarke’ın ilk başta inanmadığı doktora, ölümler arttıkça inanması da tesadüfi değildir. Diyonizyak, olayların yarattığı hislerle, içgüdülerin ve korkunun etkinleştiği bir alanla bağlantılıdır. İnsan korktuğu zaman üst varlığa inanır, dolayısıyla düzene uyup saf dışı bıraktığı ‘doğa ananın’ intikamının getirilerini kabullenmekten başka çaresi yoktur. Deney odası kapana kısıldığımız özümüzden uzaklaştığımız evlerimizi temsil ederken, koskoca Londra’nın gizeminde Herbert’in perişan haline rastlayan Villiers, modernleşmiş insanın diyonizyak olanın çirkinliği ve kurallardan sıyrılmışlığına ne tepki vereceğini bilemediğinin örneğidir. Sonuç olarak; Yüce Tanrı Pan, diyonizyak bağlamda bizi dehşete düşüren ama bir yandan da bundan haz almamıza izin veren içgüdülerimizin modernleşmiş dünyaya başkaldıran bir lir şarkısıdır.

Nazmiye Hamiş
Nazmiye Hamiş
biraz mor biraz yeşil pullu bir balıktım belki.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Jane Eyre Hangi Şarkıları Dinlerdi?

Gelin, hep birlikte Jane'in muhtemelen profilinde herkese açık paylaşmayacağı, yalnızca kendisinin erişebileceği müzik listesine ulaşmaya çalışalım!

Epik Fantastik Türüne Giriş ve Kralkatili Güncesi Evreni

Epik fantastik türüne derinlemesine bir bakış ve Kralkatili Güncesi ekseninde modern mit yaratımının izleri...

Söylenti Sinema Şeridi: Direniş ve Özgürlük Ayı

Hayatın içinden beyaz perdeye taşınan zorluklar, yaşam mücadelesi ve daha nicesinin işlendiği film önerilerimiz.

Yerel ve Evrenselin Birlikteliği: Çağdaş Moda Tasarımlarında Anadolu İzleri

Moda dünyasında sürdürülebilirlik ve özgünlük arayışı giderek daha fazla tasarımcıyı yerel ve kültürel unsurlara bakmaya yönlendiriyor.

Met Gala 2025: Moda Dünyasında Dikkat Çeken Kültürel Tema

Met Gala 2025, kültürel teması ve "Black dandyism" vurgusuyla moda dünyasında kimlik ve stil hakkında güçlü mesajlar verdi.

Ölü Ozanlar Derneği Hangi Albümle Eşleşir?

Sistemin duvarlarını şiirle yıkan bir film ve notalarla öfkesini haykıran bir albüm: Ölü Ozanlar Derneği ve The Wall’u birlikte inceliyoruz.

Terapide Kaybolmak: “Beyaz Psikoloji”den Kültürel Uyum Arayışına

Batı merkezli terapi yaklaşımlarının kolektivist kültürlerde neden uyumsuzluk gösterdiğini "beyaz psikoloji" kavramı üzerinden inceledik.

Orta Çağ Avrupası’nda Moda, Sağlık ve Hijyen

İnsanın kendini eğitmesi, araştırması ve en önemlisi sorgulaması kadar güzel bir şeyin olmadığı dersini veren Orta Çağ Avrupası'ndan bir soru: “Siz hangi çağda yaşıyorsunuz?”

Crash (1996) Film İncelemesi: Bedenin Arzuyla Çarpışması

Cronenberg’in Crash filminde beden, arzu ve makina birleşir; kaza, hem haz hem dönüşüm alanına dönüşür. Film, gerçekliğin simülakra evrildiği bir evren çizer.

Söylenti Aylık Frekans

Mayıs ayını taçlandıracak müzik önerileriyle karşıladığımız Söylenti Frekansı sizlerle!

Editor Picks