Andy Warhol Günlükleri: Gerçek Bir Dahi

Editör:
Canan Avent
spot_img

Andy Warhol, 1950’lerin sonunda ortaya çıkan Pop Art akımının en etkili sanatçılarından biri olarak kabul edilmektedir. Warhol, sanatın anlamını değiştirmiş, yeniden üretilebilir algısını kendi sanat alanına yerleştirmiş, sanatı amaç olmaktan çıkarıp araç haline dönüştürmüş, ve çıktığı günden beri serigrafileri, resimleri, fotoğrafları ve filmleri aracılığıyla Amerikan kamuoyuna meydan okumayı başarmıştır. Campbell ‘s Soup serigrafileri, Brillo Kutuları ve Marilyn Monroe portreleri çoktan 20. yüzyıl sanatının amblemleri haline geldiler bile.

Çoğumuz Warhol’un 70’lerin sonu ve 80’lerin başındaki sanatına pek aşina değiliz. 1968 yılında kendi stüdyosunda Valerie Solanas tarafından vurulduktan sonra hayatını ve hissettiği duyguları belgelemeye karar verir Warhol. Yapımcı Ryan Murphy ve yönetmen Andrew Rossi’nin imzasını taşıyan Netflix’in altı bölümlük Andy Warhol Günlükleri adlı belgeseli işte tam da bu hislere odaklanmış bir belgesel.

Warhol, diğer pek çok şeyin yanı sıra, konu özel hayatına geldiğinde “ulaşılmaz” olmasıyla ünlüydü. Kendini her zaman bir makine gibi görürdü ve her şeyi irdelemeyen bir yapısı vardı. Fakat günlükleri, dikkate alınmaması gerektiğini düşündüğü o ulaşılmaz içsel yaşama açılan kapı işlevi görüyordu adeta. Netflix belgeseli 1976-1986 yıllarını kapsıyor ve Warhol’un ölümüne kadar her gün arkadaşı Pat Hackett‘e yazdırdığı yirmi binden fazla sayfadan oluşan bir derlemeye dayanıyor. Warhol’un özel hayatının yanı sıra belgeselde 60’ların ve 70’lerin çökmekte olan New York’una, Studio 54’ün ihtişamına ve 80’lerdeki AIDS krizine de şahit oluyoruz. Gelin belgeseldeki ayrıntıları hep birlikte inceleyelim!

Warhol’un Sesi Kulaklarımızda

Belgeselin önemli yönlerinden bir tanesi Warhol’un sesini taklit etmek için bir yapay zeka programının kullanılmış olması. Ses bazen kulağımıza robotik gelse de sesin Warhol’un sesine oldukça benzer olması belgeseli izlerken duygulanmamıza neden oluyor. Yaşanılan o deneyimleri ve anekdotları sanki Warhol’un sesinden duyuyor gibiyiz.

Warhol ve İlişkileri

Warhol’un bir gün çaresizce günlüğüne şöyle yazıyor: “Şimdi aşık olmam gerekiyor yoksa delireceğim. Sadece bir şeyler hissetmeliyim.” Belgesel, Warhol’un ilki 70’lerde iç mimar Jed Johnson ile olan, ikincisi  80’lerde Paramount yöneticisi Jon Gould ile olan ve son olarak Jean-Michel Basquiat ile olan karmaşık ilişkisi olmak üzere üç ayrı bölümde yaşadığı üç ayrı ilişkiye odaklanıyor ve bir yandan Warhol’un aşk hayatını yeniden inşa etmeye çalışıyor gibi. Warhol’un Gould’la ilişkisi kamuoyunda pek bilinmediğinden dolayı belgeselde adeta odak noktası. Peki Andy Warhol’un yatak odasında neler yaşadığı gerçekten bu kadar önemli mi? Basquiat’la yaşadığı ilişki her ne kadar cinsellik içermese de gelgitli bir arkadaşlıkları olduğu görünüyor. HIV/AIDS kaynaklı homofobi de belgeselde yer verilen önemli unsurlardan biri ayrıca. Andy Warhol’un AIDS adına başarılı hiçbir şey yapmadığı ve aktivist bir sanatçı olmadığı iddiaları da çürütülüyor.

Gerçek Sevgi

1970’lerde grafiti sanatının yaygınlaşmasıyla beraber Warhol da sanatına yenilik getirmek istiyor ve Basquiat’la olan tanışması da bu sayede oluyor. Basquiat’ın sık sık Warhol’un stüdyosunda resim yaptığı ve Warhol’a serigrafi baskıyı bıraktırarak elle resim yapmaya teşvik ettiğinden bahsediliyor. Arşiv röportajları, ne kadar derin bir arkadaşlıkları olduğunu gösteriyor bize. İşbirlikleri de sistem ırkçılığının ve ön yargıların adeta protestosu gibi.

Warhol’un 15 Dakikası

Belgeselin beşinci bölümünde Warhol’un 1985 yılına doğru bu kez medyayı kucakladığını ve Andy Warhol’s 15 Minutes adını verdiği kendi TV programını yarattığına şahit oluyoruz. Günlüğüne yazdığı cümlede şöyle diyor: “Ve MTV anlaşması. Vincent bunun gerçekleştiğini söylüyor. Bu hafta bize kontrat gönderecekler. Haftada yarım saat olacak şekilde program yapacağız. Programın adı da Andy Warhol’s Fifteen Minutes.” Utangaç olarak bildiğimiz Warhol, ilk kez bir sunucu olarak karşımıza çıkıyordu. Programa Debbie Harry‘den, Shakespeare‘den sone okuyan Ian Mckellen‘a kadar birçok sanatçının konuk olduğu görünüyor. Bu sayede bir kez daha Warhol’un sanatı ve pop kültürünü nasıl yaratıcı bir şekilde örtüştürdüğünü öğrenmiş oluyoruz.

Dini Eserleri ve Ölüm

Belgeselin son bölümünde Warhol’un karanlık ruhuna bir geçiş yapıyoruz. Andy Warhol’un en büyük korkusu, Ölüm ve Felaket serisinde de kullandığı motiflerden biri olan ölümdü. Kimilerine göre bu korku, babasının ani kaybından, kimilerine göre ise Andy’nin korkak biri olmasından kaynaklanıyordu. Ortaya çıkardığı eserlerin adeta ölüm üzerine bir araştırma olduğu söyleniyor belgeselde. Bu eserlerden bir tanesi ise Electric Chair adını verdiği ve Sovyetler Birliği adına casusluk yapmakla suçlanıp haklarında idam kararı verilen Julius ile Ethel Rosenberg’ün infaz edildiği elektrikli sandalyenin 1953 tarihindeki basımına ait olan fotoğraf. Ayrıca The Last Supper resimlerinin 1952’de New York’ta ilk kişisel sergisini açan Alex Iolas tarafından yaptırıldığını öğreniyoruz. Daniela Morera’ya göre Warhol’un The Last Supper resimlerinde kamufle edici tasarımlar kullanması, ana akım topluma eşcinsel bir erkek olarak dahil olmasından dolayı kimlik sorununu kamufle etmeye çalışmasının bir parçası.

Ayrıca The Last Supper döneminde yapmış olduğu The Big C tablosunun inanç, cinsellik, suçluluk ve affetme duyguları etrafından dönen bir kolaj olduğu düşünülüyor. Hatta Jessica Beck’e göre The Big C‘nin anlamı AIDS ile eş anlamlı. Kendisi şöyle diyor: “Bu, AIDS’in o tuvalde olup biten hadisenin bir parçası olduğunu söylemenin bir yolu ve Warhol’un İsa hakkında ne düşündüğüyle bağlantılı.”

Ne yazık ki Andy Warhol, 1987 yılında geçirdiği safra kesesi ameliyatından sonra beklenmedik bir şekilde aramızdan ayrıldı. Cenazesi Kenny Scharf tarafından “Son parti” olarak tanımlanmakta. Warhol öyle bir sanatçı ki, etki alanı sadece yaşadığı dönemle sınırlı değil. Bir tüketim nesnesine atfettiği sanatsal algıyla, tüketim toplumlarının duyguları nasıl tükettiklerini ve sonunda sıradanlaştıklarını bize kolaylıkla gösterebilen bir ikon ve Pop Art’a kökünden silinemeyecek bir yenilik getirip tepeden tırnağa devrim yaratarak adeta öncü olan bir efsane. Bu belgesel de bize Warhol’un fiziksel varlığını gerçekten de ne kadar özlediğimizi fark etmemizi sağlıyor.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.

Yusuf Atılgan’ın Evreninde 5 Farklı Tema

Yusuf Atılgan’ın metinlerinde yalnızlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik, bastırılmış arzular ve bitmeyen bir arayış birbirine karışır.