Ürkütücü ve gizemli anatomik adaklar, insanların geçmişinin gerçek parçalarını temsil eder. Çoğu insanın aklına adak nesnesi denildiğinde bir çift kulak ya da bir rahim değil, güzel bir heykelcik gelebilir. Ancak binlerce yıl önce insanlar, iyileşmek ya da bir yakınına şifa dilemek için bu tür sembolik vücut parçalarını tanrılara sunuyordu. Antik Çağ tapınaklarının köşelerinde duran kil eller, bronz ayaklar ya da balmumu kalpler o insanların korkularını ve inançlarını yaşatmaktadır hâlâ.
Bu küçük ama anlam yüklü heykelcikler, bir yandan şifa umudunu temsil ederken bir yandan da tanrılarla iletişim kurmanın yollarından biriydi. Peki, bu adaklar tam olarak neydi?
Anatomik Adak Nedir?

Antik dünyada hastalanmak bugünkü gibi net tercihler gerektirmezdi. “Doktora mı gideyim, alternatif bir yol mu deneyeyim?” gibi ikilemler yoktu çünkü her şey bir aradaydı. İnsanlar kendilerini iyi etmek için sadece hekimlere değil; doğanın sunduğu bitkilere, dualara, muskacılara ve türlü türlü geleneksel bilgiye başvururdu. Özellikle doğum ve kadın sağlığı gibi konularda işinin ehli, kadın şifacılar ve ebeler öne çıkardı.
İşin ilginç tarafı, bu farklı şifa yolları birbiriyle çatışmazdı. Hekimler büyücüleri küçümsemezdi, din adamları şifacılara rakip gibi bakmazdı. Aksine birbirlerinden etkilenirlerdi. Mesela bugün modern tıbbın kurucusu gibi görülen Hippokrates’in takipçileri bile dua etmeyi tedavinin bir parçası olarak görüyordu. Hatta büyük hekim Galen bile muskaların işe yarayabileceğini inkâr etmemişti! (Oberhelman, 49).
Ama tüm bu yöntemler arasında en çok rağbet gören, tartışmasız biçimde, tapınaklardı. Çünkü orada kim olduğunuzun bir önemi yoktu. Fakir, zengin; kadın, erkek fark etmezdi. Tanrıların kapısı herkese açıktı. İnsanlar bu kutsal alanlara akın eder, ya iyileşmek ya da hastalıktan korunmak için dua ederdi. Ve bu dualar bazen sadece sözle değil, elle tutulur nesnelerle yapılırdı: Anatomik adaklarla.
Anatomik adaklar, insan bedeninin minyatür parçaları gibiydi. Bir yeriniz ağrıyorsa, o uzvun küçük bir modelini yapar, tanrıya sunardınız. Bu figürler genellikle kil, balmumu, taş ya da bronzdan yapılırdı. En sık da şifa tanrısı Asklepios’un kutsal alanlarında, yani Asklepion’larda karşımıza çıkarlar. Ellerden ayaklara, başlardan gözlere, kulaklara, falluslara ve kadın memelerine kadar pek çok organın temsilini görmek mümkündü.
Ama özellikle antik İtalya’da durum biraz daha ileri gider: Orada iç organlar da adak olarak sunulurdu. Kalp, karaciğer, bağırsaklar ve özellikle rahim figürleri oldukça yaygındı. Çünkü antik Roma yasaları, doğum yapamadan ölen hamile kadınların gömülmeden önce bebeklerinin alınmasını şart koşuyordu. Bu da kadın anatomisi hakkında nadir bir gözlem fırsatı sunmuş olabilir. O yüzden rahim figürleri hem dini hem de tıbbi anlamlar taşıyordu.

Yunan dünyasında ise işler biraz daha farklıydı. İç organlar daha az, daha soyut bir biçimde temsil edilirdi. Çünkü Yunanlar, en azından uzun bir süre boyunca, canlı beden üzerinde kesim yapmadı. Ölü bedenler üzerinde diseksiyon ise ancak MÖ 3. yüzyılda, o da sadece bazı kentlerde (İskenderiye) kabul görmeye başlamıştı.(Oberhelman, 59). Buna rağmen bazı tapınaklarda kalp ve akciğer gibi iç organların figürlerine rastlanması, insanların belli hastalıkları şifa dileğiyle tanrılara sunduğuna işaret eder.
Bu adaklar genellikle iki sebeple sunulurdu: Ya iyileşmek için bir dilek olarak ya da iyileşmenin ardından bir teşekkür olarak. Örneğin, ayağından rahatsız biri küçük bir ayak figürü sunabilirdi. Bazen bu modeller oldukça sade olurdu, bazen ise hastalığın detaylarını gösterecek kadar gerçekçiydi. Yukarıdaki görselde gördüğünüz, adak sahibinin sedef hastalığını gösterecek şekilde yapılmış olan adak nesnesi, bunun bir temsilidir.
Bu küçük beden parçaları sadece kil, taş ya da bronzdan yapılmış temsiller değildi. Onlar, antik insanların içindeki korkuların, umutların ve tanrılara olan inançlarının sessiz ama çok şey anlatan simgeleriydi. Dualar sadece dille değil, elle şekil verilmiş bu sembollerle de yapılırdı.
Bedenler Neden Tanrılara Adanırdı?

Antik Akdeniz dünyasında adaklar; sadece dini törenlerin bir parçası değil, insanla tanrı arasındaki bağın, korkuların, umutların ve duaların somut hale getirilmesiydi. Bir kişi bir dilekte bulunduğunda, hastalığının iyileşmesini ya da doğacak çocuğunun sağlıklı olmasını istediğinde, bu dilek gerçekleşirse, tanrıya bir adak sunma sözü verirdi. Bu söz tutulduğunda adak genellikle tapınağın bir köşesine yerleştirilir, duvara yaslanır ya da kirişten sarkıtılırdı. Böylece tanrının gücü, toplumun gözü önünde sergilenmiş olurdu.
Adaklar her zaman sadece bir mum, bir çelenk ya da birkaç yiyecekten ibaret değildi. Bazen bir kulak, bir ayak ya da bir göz şeklinde de olurdu. Bu tür figürler ilk bakışta tuhaf görünebilir ama antik dünyada bunun derin bir anlamı vardı. İnsanlar bedenlerini ruhlarıyla bir bütün olarak görürlerdi. Bedende yaşanan bir ağrı, aynı zamanda ruhun da bir yerlerde yara aldığının işaretiydi. Dolayısıyla bir uzvun küçük bir modelini yapmak ve bunu tanrıya sunmak, hem yardım çağrısı hem de bir teşekkürdü.
Mesela, eller bu işin en çok rastlanan örneklerinden biriydi. Özellikle sağ el, antik kültürlerde iyi şansın ve korumanın sembolüydü. Kimi zaman gerçek bir yaralanmanın izlerini taşıyan bu eller, kimi zaman da daha soyut hatta esprili şekilde tasarlanmış olabiliyordu. Bazıları önleyici bir hareket olarak yapılmıştı; yani daha hastalanmadan önce korunma dileğiyle tanrıya sunulmuştu. Ya da rahim şeklinde yapılmış bir adak, çocuğu olmayan bir kadının duası olabilirdi. Aynı şekilde, düşük yapan bir annenin korkusu ya da doğumdan sonra bebeğini sağ salim kucağına aldığı için tanrılara sunduğu bir teşekkür ifadesi de olabilirdi.
Bazı adaklar toplumsal gerçeklikleri de ortaya sererdi. Örneğin, Korint’te bulunan fallus adaklarının çoğunda fimozis (deri darlığı) hastalığı izlerine rastlanılmış. Bu durum, muhtemelen kentin antik dönemde ün salmış çalkantılı yaşantısıyla bağlantılı, yaygın cinsel yolla bulaşan hastalıkların bir göstergesiydi. Kadınlara ait adaklar ise genellikle doğurganlık, emzirme ya da sağlıklı bir hamilelik dileğiyle ilgilidir. Öyle ki, İtalya’daki bazı tapınaklarda yüzlerce rahim, meme ve bebek figürüne rastlanmış. Etrüsk tanrıçası Uni’ye adanmış bir odada, tam 222 rahim modeli bulunmuş!
Tabii, adaklar sadece üreme ya da cinsellikle sınırlı değildi. Köylerden gelen çiftçiler, işçiler, beden gücüyle çalışan diğer insanlar da kendi dertlerini tanrıya anlatmanın yollarını arıyordu. El, ayak, diz ya da bilek gibi uzuvların küçük modelleri; zorlu yaşam koşullarında bedenin korunması, ağrıların dinmesi ya da bir yaranın iyileşmesi için sunulmuş niyetlerdi. O zamanlar bugün kolayca tedavi edilebilen pek çok rahatsızlık, insanların hayatlarını oldukça zorlaştırıyordu.
Kısacası, antik dünyada adak nesneleri yalnızca dini değil, duygusal ve toplumsal bir dille de konuşurdu. Bedenin bir parçası, tanrıya yöneltilen bir kelime gibiydi. Her model bir hikâyeydi: bir acının, bir korkunun, bir dileğin ya da bir mucizenin iziydi. Ve bu hikâyeler, tapınakların taş duvarlarında binlerce yıl boyunca yaşamaya devam etti.
Dünden Bugüne: Beden Diliyle İnancın Temsili

Binlerce yıl geçmiş olabilir ama insanın duası, umudu ve şifa arayışı pek de değişmedi. Bugün türbelere bez parçaları bağlamamız, mum yakmamız, nazar boncuğu takmamız; bunların hepsi aslında çok eski bir geleneğin modern yansımalarıdır. Farklı çağlarda, farklı inanç sistemlerinde ama aynı insanlık haliyle umut ederek, görünmeyene seslenerek ve bir çare arayarak yaşarız. Belki de beden diliyle dua etmek; tanrıların dikkatini çekmenin en eski, en evrensel yollarından biridir: Antik Yunan’da balmumu bir kalp, Roma’da bronzdan bir ayak, Mısır’da papirüse çizilmiş bir göz… Ve bugün, bir dileğin kenarına iliştirilen mavi boncuk, ağaca bağlanan kurdele, mumla edilen niyet… Hepsi aynı şeyin farklı yüzleridir.
Bu nesneler genellikle insan bedenini temel alır: bir el, bir kalp, bir göz… Yani acı nerede hissediliyorsa, sembol de orası için oluşur. Ve bu benzerlikler sayesinde, eski Mısır’dan Roma’ya, Yunanistan’dan Hindistan’a, Orta Çağ Avrupası‘ndan bugünün Anadolusu‘na uzanan ortak bir inanç haritası çizmek mümkün olur. Adaklar değişiyor ama niyet aynı kalıyor: Görülmek, duyulmak ve iyileşmek.
Bu gelenekler sadece Batı dünyasına özgü de değil. İslam’da türbe ziyaretleri, şifa niyetine okutulan dualar, adanan adaklar… Hinduizm’de tanrılara sunulan sembolik objeler, kurbanlar ve ritüeller… Hemen her kültür hastalıkla, korkuyla, belirsizlikle başa çıkmak için görünmeyene, ilahi olana fiziksel bir şey bırakmanın yollarını geliştirmiş. İnsanlar binlerce yıldır derdini anlatmanın en eski yollarından birini sürdürmektedir: Dileğini bir nesneye yüklemek, umutlarını bir şekle büründürmek. O yüzden bugün türbeye bez bağlayan biriyle antik bir tapınağa el figürü bırakan birini ayıran şey zaman değil; sadece malzeme farkı olurdu.
Bu kültürel sürekliliğin izlerini bugün hâlâ canlı biçimde görmek mümkün. Yunanistan’da Tama adı verilen metal adak levhaları, Ortodoks kiliselerinde ikonların önüne asılmaktadır. Bu levhalarda genellikle göz, el, kalp ya da bebek gibi figürler yer alıyor; kimi zaman bir hastalığın iyileşmesi için bir niyet, kimi zaman gerçekleşmiş bir duanın şükranı olarak sunuluyorlar. Tama geleneği, Antik Yunan’daki Asklepios kültünün modern bir yankısı gibidir; bedenin diliyle edilen duaların güncel bir formudur.
Aynı şekilde, Latin Amerika’da Milagro adıyla bilinen benzer adaklar da Katolik inancında yer alır. Küçük metal gözler, kalpler, kollar ya da hayvan figürleri; bir dileğin kabulü için azizlerin resimlerinin yakınına iliştirilir, sunaklarda ya da türbelerde iplerle asılır. Örneğin bacak gibi bir uzvun Milagro’su, bir rahatsızlığın iyileşmesi için adanan bir adak ya da dua olabilir. Milagro’lar da Tama’lar gibi yalnızca fiziki bir hastalığın değil, içsel bir arzunun, bir korkunun ya da büyük bir inancın somut izleridir. Her biri farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda ama aynı insanlık halinden doğmuş nesnelerdir.
Kaynakça
Mexican Milagros Religious Charms, Web.
Batler, Bruce. “A Custom from Ancient Times.” The Athenian, Web.
Oberhelman, Steven M. “Anatomical votive reliefs as evidence for specialization at healing sanctuaries in the ancient Mediterranean World.” ATHENS JOURNAL OF HEALTH, vol. 1, no. 1, 28 Feb. 2014, pp. 47–62, Web.
Harris, William V. Popular Medicine in Graeco-Roman Antiquity: Explorations. Brill, 2016.
Draycott, Jane, and Emma-Jayne Graham, ed. Bodies of Evidence: Ancient Anatomical Votives Past, Present, and Future. Routledge, 2020.
“Motives for Votives and the Fascinating Fascinus.” Science Museum Blog, Web.
Kapak Görseli: thevotivesprojectorg


