“Öyle ya da böyle, başlangıçların peşinden koşmak bana, ölüme ve unutulmaya karşı yapılmış bir fetih gibi görünüyor, sabırla kendini vererek, ısrarla, sadakatle yürütülmesi gereken bir fetih.”
Her yazarın mutlaka kalemine güç katan bir özlemi, bir olduramamışlığı, bir eksikliği vardır. Sürgüne vurulmuş, ötelenmiş ve ötekileştirilmiş, kimliği elinden alınan yazarların her zaman anlatacak daha fazla hikayesi bulunur. Amin Maalouf da bunlardan payını alarak tüm gerçekliklerini okurlarına yansıtmış bir yazardır.
Maalouf ve Doğu Kültürü
Lübnan doğumlu Amin Maalouf, 26 yaşına geldiğinde memleketi Lübnan’da gazetecilik yapmayı sürdürürken Lübnan iç savaşından kaçıp Paris’e yerleşir. Dünyanın birçok yerinde bulunur Maalouf, ancak doğup büyüdüğü coğrafya ve benimsediği kültürü hiçbir zaman yanından ayırmaz. Asıl kimliği her zaman mıh gibi aklında kazılı, eserlerinde kalıcıdır.
Peki yazarımızı bu denli ilgi çekici ve bilindik yapan asıl sebep nedir? Aslında en büyük sebep Maalouf’un sahip olduğu doğu kimliği ve bir savaşa tanıklık etmiş olmasıdır. Amin Maalouf’un yaşamın ve toplumun en acı ve en gerçek yüzünü görmüş olması, okurlarının
kurguladığı eserleri okurken, mutlak bir gerçekliğe ulaşacağını bilmesi Maalouf’un edebiyat dünyasındaki şöhretine ivme katan en büyük etkendir.
Doğup büyüdüğü coğrafya yüzünden zannedilenin aksine Müslüman değil, Hristiyan-Arap bir ailede büyümüştür. Bugün hala Lübnan-Suriye hattı Hristiyan Arapların en yoğun yaşadığı bölgelerden biridir. Daima İslamla birlikte anılan Arap halkının içerisinde Hristiyan bir aileyle büyümesi aslında Maalouf’un bu coğrafyaya ve kültüre olan bakış açısının daha da genişlemesinde etkili olmuştur. Bu konudaki aydın bakış açısı, eserlerinde de doğu ve batının birbirini anlaması ve iki toplumun birbirini olduğu gibi kabul ederek yaşaması konusundaki isteği açısından derinden hissedilir.
Uzun yıllar Fransa’da yaşaması aslında iki kültürü, dünyanın iki ucundaki insanları olabildiğince benimseyerek kendince eserlerinde sentezlemesine yardımcı olmuştur. Yazarın en ünlü ve en sevilen eserlerinden biri olan Semerkant’a ufak bir göz atacak olursak; bir yanda tarihin tozlu sayfalarından canlanan Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizam’ül Mülk varken, diğer tarafta canlı canlı bir batı faciasından, Titanic’ten bahsedilir, bir yandan da sanki Ömer Hayyam’ın rubaiyatını birebir okuyormuş hissine kapılırız.
Kısacası Amin Maalouf hem doğu ve batıyı, hem de geçmişi ve çağımızı birbiriyle harmanlayarak okurlarına sunar. Tüm eserlerini batının estetik anlayışını benimseyerek Fransızca olarak yazsa bile, hiçbir zaman “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” tarzında bir tutum sergilememiş, Ortadoğu’nun sorunlarını dile getirmekten uzak durmamıştır. Onun derdi Doğu kültürünü süsleyerek batıya güzel göstermek değil, Doğunun ve insanlarının daha anlaşılabilir olmasını sağlamaktır.
Yazar Eserlerinde Bizlere Ne Anlatıyor?
1983 yılında yayınlanan ilk deneme yapıtı Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri isimli eseriyle Haçlı Seferleri’ne batı gözüyle değil, saldırıya uğrayan tarafın, doğunun bakış açısıyla yaklaşmıştır. 1986 tarihli ilk romanı Afrikalı Leo‘ da, Arap bir seyyah olan Hasan El Vezzan’ın hayatına değinirken iki yıl sonra, 1988 tarihinde belki de ününe ün katan o romanıyla okuyucuların karşısına çıkar; Semerkant… Maalouf bizleri Semerkant’tan Isfahan’a, Alamut Kalesi’nden İran’a müthiş bir doğu seferine çıkartır. Yazarın 60’lı yılların sonunda tanıştığı birinin hayatından esinlenerek yazdığı ve 1996 yılında okuyucularına sunduğu romanı Doğunun Limanları ise bizlere, insanları ırklarına göre sınıflandırmak yerine özümüzde hepimizin insan olduğunu hatırlamamızı öğütler. Ve yazarımız 2021 tarihli en son yapıtı Empedokles’in Dostları ile insan ırkının sonu ve uygarlıkların kendi kendini nasıl yok ettiğini konu edinen yazar, en son eserinde de okuyucularını müthiş bir düşünsel yolculuğa çıkarmıştır.
“Benim vatanımın bir kentler galaksisi olduğunu anlat onlara! Senin ve benim Doğu’nun ışığından doğduğumuzu ve Batı’nın bizim ışığımızla uyandığını anlat onlara! Bizim Doğumuzun her zaman karanlıklara gömülü olmadığını söyle! Onlara İskenderiye’yi, İzmir’i, Antakya’yı, Selanik’i, Krallar Vadisi’ni ve Ürdün’ü ve Fırat’ı anlat.”