William Faulkner’ın Ses ve Öfke‘si (The Sound and the Fury), Amerikan edebiyatında derin bir iz bırakan, okurun içine işleyen romanlardan biri. Faulkner, bu eserinde sadece bir ailenin değil, koskoca bir kültürün nasıl çürüdüğünü, nasıl zamana yenildiğini gösteriyor. Compson ailesinin hikâyesi, Amerikan Güneyi‘nin kaybolan değerleriyle iç içe geçmiş, trajik bir ağıt gibi okunuyor ancak bu roman, klasik bir aile dramından çok daha fazlası. Zamanın kırıldığı, bilincin darmadağın olduğu, okurun labirent gibi bir anlatının içinde kaybolduğu bir edebî deneyim sunuyor.
Güney’in Çöküşü: Bir Ailenin Dağılışı

“Artık beni düşünmeyen kimseye hiçbir şey borçlu değilim.” (sf.192)
Güney’in aristokrat aileleri bir zamanlar güçlüydü. Onurlarını, soyadlarını, geleneklerini her şeyin üzerinde tutuyorlardı ama dünya değişiyordu ve bu aileler ya değişime ayak uyduracaktı ya da yok olacaktı. Compsonlar, yok olanlardan biri oldu. Roman, köklü ancak giderek çürüyen bir Güney ailesi olan Compsonların dört farklı anlatıcı üzerinden anlatılan trajedisini merkezine alır.
Zihinsel engelli bir karakter olan Benjy‘nin bilinç akışıyla açılan roman, zaman kavramını yitirmiş bir zihnin kaotik dünyasını yansıtır. Onun anlatımı, Compson ailesinin parçalanışını zamansız bir şekilde aktarırken, Güney‘in masumiyet kaybını da simgeler. Quentin, Harvard’da okuyan ancak Güney’in geçmişine ve ablası Caddy’nin ahlaki çöküşüne saplantılı bir şekilde bağlıdır, eski Güney değerlerini koruyamamanın verdiği bunalımla intihara sürüklenir. Jason ise ailenin en pragmatik ancak en yozlaşmış üyesidir ve yeni Güney’in materyalist ve çıkarcı insan tipini temsil eder. Son olarak ailenin siyahi hizmetçisi olan Dilsey, romanın ahlaki dayanağıdır ve Faulkner onun üzerinden kölelik sonrası Güney toplumunda değişmeyen sınıf ve ırk ayrımcılığını gösterir.
Compson ailesi, İç Savaş sonrası Amerikan Güneyi‘nin sosyal, ekonomik ve ahlaki düşüşünün bir mikrokozmosu gibidir. Aristokrat geçmişlerine rağmen, aile üyeleri ahlaki çöküntü, ekonomik sıkıntılar ve bireysel yıkımlarla yüzleşmek zorunda kalır. Faulkner, bu çöküşü bireylerin zihinsel karmaşaları, aile içi parçalanma ve kaybolan Güney gelenekleri üzerinden betimler.
Zamanın ve Bilincin Kırıldığı Anlatım

“…babam saatler zamanı öldürürler demişti. Zaman demişti küçük çarkların tik taklarından oluşup kaldıkça ölmüş demektir; ancak saatler durursa zaman canlanır.” (sf.76)
Faulkner, bu romanı yazarken geleneksel hikâye anlatımını bir kenara bırakmış. Olayları sırayla, net bir şekilde anlatmayı tercih etmemiş. Bunun yerine, okurun zihnini allak bullak eden bir bilinç akışı tekniği kullanmış. Benjy’nin bölümü, tam anlamıyla bir karmaşa. Zaman onun için bir anlam ifade etmiyor, geçmişle şimdiyi birbirine karıştırıyor ve biz de onunla beraber zamanın içinde kayboluyoruz. Quentin’in bölümü, ağır bir melankoli yumağı. Onun zihninde geçmişin yükü o kadar ağır ki, intihara giden yolun taşları birer birer döşeniyor. Jason’ın bölümü ise sert ve acımasız. Onda ne geçmişe duyulan bir özlem var ne de vicdan.
Romanın sonunda, evin hizmetçisi Dilsey’in merkezde olduğu bölüm, belki de en sağlam duruşlu anlatımı sunuyor çünkü Dilsey, bu çöküşün ortasında dimdik ayakta kalmayı başaran tek karakter.
Çürümenin ve Yozlaşmanın Anatomisi

“O zaman daha çocuktum. İnsanların söyledikleri şeyleri yapacaklarına inanıyordum.” (sf.181)
Amerikan Güney gotik edebiyatı, genellikle çürüyen değerleri, yozlaşmış aileleri ve akıl sağlığını yitiren karakterleri anlatır. Ses ve Öfke, bu türün zirve romanlarından biri. Romanın her sayfasında, çürümenin izlerini görmek mümkün. Compson ailesinin evi, bir zamanlar görkemli bir yerken artık soğuk, kimsesiz ve sessiz bir mezar gibi. Ailenin babası, alkol batağında kaybolmuş, umutsuzluk içinde çırpınıyor. Anne, güçsüz ve bencil; çocuklarının birer birer yok oluşuna sadece izleyici kalıyor. Benjy’nin varlığı, Güney’in masumiyetinin nasıl kaybolduğunu gösterirken, Jason gibi karakterler yeni Güney’in ahlaki çöküşünü yansıtıyor. Quentin’in umutsuzluğu, sadece kişisel bir trajedi değil; bir dönemin, bir kültürün trajedisi.
Ayrıca roman, Amerikan Rüyası’nın yalnızca Kuzey ve Batı için geçerli olduğunu, Güney’de ise bu rüyanın bir kabusa dönüştüğünü gözler önüne serer. Ailelerin yükselmek yerine yıkıma sürüklendiği, bireylerin başarı yerine hayal kırıklığı yaşadığı bir dünya çizer. Faulkner, gotik ögeleri kullanarak Güney’in ölümünü bir tür hayalet hikâyesine çeviriyor ama bu hayaletler, geçmişin gölgeleri olarak yaşamaya devam ediyor.
Eski ile Yeni Arasındaki Savaş

“Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır demişti. Dahası savaşılmamıştır bile. Savaş alanı insanların delilikleri ile umutsuzluklarını ortaya çıkarır ve zafer felsefecilerle budalaların hayalidir.” (sf.68)
Roman sadece bir ailenin değil, bir toplumun da değişim sürecini anlatıyor. Compsonlar, eski aristokrat Güney’in kalıntıları. Onur, soy, gelenek gibi kavramlar onlar için hâlâ önemli ama dünya artık böyle işlemiyor. Jason gibi karakterler, yeni Güney’in temsilcisi. O, geçmişe değil, paraya ve güce odaklanıyor. Faulkner, onun şahsında eski Güney’in yok olup yerini çıkarcı ve acımasız bir sistemin aldığını gösteriyor. Dilsey ise bir başka tür değişimin sembolü. O, köleliğin kaldırıldığı bir dönemde doğmuş, ama hâlâ beyaz bir ailenin hizmetçisi olarak çalışıyor. O, beyaz Compson ailesinin çöküşüne tanıklık eden, onlardan daha güçlü bir figür olarak öne çıkıyor.
Amerikan Edebiyatındaki Yeri ve Etkisi

“Babam bir insan kendi talihsizliklerinin toplamıdır derdi. Bir gün gelir talihsizlik de yorulur sanırsın sen ama zaten senin talihsizliğin zamanın kendisi olur derdi babam.” (sf.93)
Ses ve Öfke, Amerikan edebiyatının en sarsıcı eserlerinden biri. Faulkner’ın dili, anlatımı ve karakter derinliği, bu eseri farklı bir noktaya taşıyor. Bu roman, birçok yazara ilham verdi ve Güney edebiyatında Flannery O’Connor, Carson McCullers ve Harper Lee gibi isimler, Faulkner’ın açtığı yoldan yürüdüler. Onun yarattığı kasvetli Güney atmosferi, pek çok eserde yankı buldu ama en önemlisi, Ses ve Öfke zamansız bir romandır. Bugün bile, bu hikâyeyi okuyunca insan, sadece bir ailenin değil, bir toplumun dağılmasına şahit olmanın ağırlığını hissediyor.
Faulkner‘ın bu romanla bize şunu anlatmaya çalıştığını düşünüyorum: Zaman her şeyi değiştirir, geçmişe saplanıp kalanlar yok olmaya mahkûmdur. Compson ailesinin trajedisi, Güney’in trajedisi, hatta belki de insanlığın kaçınılmaz kaderi. Bu romanı okumak, düz bir hikâyeyi takip etmekten çok, bir zihnin içinde kaybolmak gibi. Kimi zaman bunalıyorsun, kimi zaman anlamakta zorlanıyorsun ama bir şekilde bu dünyanın içine çekiliyorsun ve sonunda, tıpkı Compson ailesinin geriye kalanları gibi yorgun hissediyorsun. Faulkner, geçmişin hayaletlerini sayfalara hapsetmiş ve biz, okurlar olarak, her kelimede onların fısıltılarını duymaya devam ediyoruz.
Kaynakça
The Sound and the Fury. britannica.com. Web. 27.03.2025
ANALYSIS Faulkner, William The Sound and the Fury. amerlit.com. Web. 27.03.2025
William Faulkner’s The Sound and the Fury: Narrating the Compson Family Decline and the Changing South. edsitement.neh.gov. Web. 27.03.2025
The Sound and the Fury: Time fragmentation. Journal of Process Management New Technologies 8. 3 (2020): 53-61