Amerikan folk müziğinin tozlu arşivini biraz kurcaladığımızda, yitip giden pek çok isme rastlayabiliriz. Bu isimlerin çoğunun ardında trajediler, gerçekleşememiş hayaller ve kaybolmuş yetenekler yatıyor. Bugün anlatacağımız isim ise bu listenin en tepesinde yer almayı fazlasıyla hak eden birisi… Sessizce gelip bu türe katkıda bulunan ve yine aynı şekilde kaybolup giden bu şanssız ruhu, Jackson C. Frank‘i anlattığımız bu yazımız için şimdiden iyi okumalar diliyoruz.
Felaketlerle Geçmiş Bir Çocukluk

1960’ların Amerikan folk sahnesi, hali hazırda epey bir sanatçının hüzünlü hikâyesini içinde barındırıyor. Onca dramın, onca yitip gitmiş hayatların içinde Jackson C. Frank’in hayatını bu kadar özel yapan şey ise onun acı kavramıyla çocukluğunda tanışması diyebiliriz. Frank henüz sekiz yaşındayken, okulunun çatı katında çıkan yangında feci şekilde yaralandı. Çoğu sınıf arkadaşı bu yangında hayatını kaybederken Frank, %80’in üzerinde yanıkla hayatta kalmayı başardı.
Elbette hayatta kalması her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu, o yangında yaşadıkları kendisinde hem fiziksel hem ruhsal olarak silinemeyecek izler bıraktı. Yangının onun üzerindeki etkisi hayatı boyunca Frank ile birlikte kaldı. Bu uzun tedavi sürecinde, hastane odasında tek başına iyileşmeyi beklerken kendisine sığınak bulmaya çalıştı. Hali hazırda sevdiği, ancak odadaki radyoda çalan Alan Lomax vasıtasıyla gerçek anlamda kendisini kaptırdığı Amerikan folk müziği ile tanışmış oldu. Bu süreçte sadece radyoyu dinlemeyen Jackson C. Frank, öğretmeninin ona hediye ettiği gitar eşliğinde bir yandan da şarkılara eşlik etmeye başladı.
Amerika’dan İngiltere’ye: Buffalo Efsanesinin İlk Çıkışı

İyileştikten ve taburcu olduktan sonra ilk iş olarak çaldığı gitarda uzmanlaştı, duyduğu melodileri tekrar tekrar çalmaya başladı. Yangının onun zihninde bıraktığı izler, zamanla şarkılarındaki hüzünün bir kaynağı haline geldi. Kendi çapında bir şeyler üretmeye devam ederken, daha garanti bir meslek olduğu düşüncesiyle gazetecilik okumaya karar verdi. Tam da bu dönemde kendisine çocukluğunda geçirdiği kazadan kaynaklı bir tazminat ödendi. Cebine gelen yoğun miktarda para, Frank’in kafasını oldukça karıştırmıştı. En sonunda gazetecilikten vazgeçip hayallerini gerçekleştirmek için İngiltere’yi seçti. Böylece çok da beklemeden sigorta tazminatı sayesinde İngiltere’ye gitti, yanında sadece çok sevdiği Martin gitarı ile birlikte…
Aklında belirli bir iş veya rota yoktu, bu yüzden uzun bir süre sokaklarda çalarak ve aynı zamanda Londra’nın ücra sahnelerine çıkarak geçimini sağlamaya çalıştı. Eski folk şarkıları tükendiğinde ise artık kendi sözleriyle yeni bir şeyler yazma vakti gelmişti. Sadece yarım saat içinde yazdığı ve en bilindik şarkılarının başında gelecek olan “Blues Run the Game” bu vesileyle doğmuş oldu. Londra’da onunla aynı dönemde müzik yapan ve Jackson’dan katbekat ünlü olan Paul Simon, onun müziğini duyar duymaz epeyce etkilenerek ilk ve tek albümünün prodüktörlüğünü üstlendi. İngiliz müzisyen Al Stewart, albümün kayıt aşamasını şöyle anlatıyor:
“Paul kayda hazırız dediğinde, Jackson birkaç dakika sessiz kalırdı… Sonra birden o büyüleyici sesi duyulurdu.”
Albüm, 1965’te yalnızca üç saatte kaydedildi. Aynı yıl içinde, kendi ismiyle yayımlanan Jackson C. Frank’in albümü, tamamı özgün bestelerden oluşan bir dinletiydi. Yıllar sonra kıymeti anlaşılacak ve çoğu şarkısı insanların koleksiyonunda yer alacak bu albüm ne yazık ki dönemin müzik piyasasında amaçladığı yankıyı bulamadı. Böylece albüm ticari olarak başarısız olmuş oldu ve Frank’in tüm İngiltere hayalleri suya düştü. Paul Simon’dan da beklediği desteği alamayan Jackson C. Frank, İngiltere’de hayal ettiği üne kavuşamamanın hüzünüyle birlikte kendi ülkesinin yolunu tuttu ve büyük bir hayal kırıklığıyla Amerika’ya geri döndü.
Travmalar ve Talihsizlikler

Frank, Amerika’ya döndüğünde müzik kariyeri için güzel gelişmeler olmasa da hayatı yavaş yavaş yoluna oturmaya başlamıştı. Aşık olduğu eski bir modelle evlendi ve çok geçmeden çocuk sahibi oldu. Her şeyin yokuş aşağı gitmesi ise oğlunun kistik fibrozis nedeniyle hayatını kaybetmesi ile başlamış oldu. Bu kayıp, Frank’in psikolojisini darmadağın etti ve çocukluğundan beri içinde bastırdığı seslerin nüksetmesine neden oldu. Çok geçmeden eşiyle de boşanan Frank, bu ruhsal çöküşe tam anlamıyla teslim oldu ve paranoid şizofreni tanısıyla hastaneye yatırıldı. Herkes onun iyileşeceğini umarken Frank’in durumu git gide kötüye gidiyordu.
Klinikten çıktıktan sonra ailesinin yanına yerleşti ancak bir gün evden kaçtı ve kayıplara karıştı. Annesi onun öldüğünü düşündü. Oysa Frank, New York’a gidip onun müzik kariyerine büyük etkisi olan Paul Simon’ı bulmak istemişti, onun kendisine telif borcu olduğuna inanıyordu. Frank’in bu çabası ise sonuç bulamadı çünkü Paul Simon hiçbir zaman onun telefonlarını açmadı. Simon’ın onu yok sayışının ardından yapayalnız kaldığı bu şehirde, sefil bir şekilde hayatını sürdürdü. Bir gün sokakta yürürken bilinmez bir nedenden ötürü hava tüfeğiyle Frank’i yüzüne nişan alan bir çocuk, Frank’i kalıcı olarak bir gözünden kör bıraktı. Yıllar boyunca hayatını, kendisi gibi evsizlerin arasında ve psikiyatri kliniklerinde arasında geçirdi. Fakat onca geçen senenin ardından bir hayranı onu er ya da geç buldu. Bu hayran, Jim Abbott, Jackson C. Frank’i görüşünü şöyle anlatıyor:
“Albüm kapağındaki genç adamı arıyordum. Karşıma çıkan ise gözünden vurulmuş, topallayarak yürüyen yaşlı bir adamdı. Elinde eski bir bavul ve kırık bir gözlükten başka hiçbir şeyi yoktu. Beni ağlatacak kadar yoksuldu. Ona 10 dolarlık bir gitar vermişlerdi ama akort bile tutmuyordu. Blues Run the Game’i çalmayı denedi ama sesi artık çıkmıyordu”

Jackson C. Frank bu görüşmeden birkaç yıl sonra, 1999’da zatürre ve kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti. Yaşadığı zaman boyunca istediği üne kavuşamasa da günümüzde onun şarkılarını bazen bir kafede duyuyoruz, bazen bir filmin içinde… Frank’in yaşamı boyunca tek albümü olmasına rağmen ölümünün ardından çokça derleme albümleri yayınlandı. 2014 yılında çıkan ilk derleme albümü Fixin’ to Die, tamamıyla Frank’in daha önce yayınlanmamış şarkılarını içeriyor. 2019 yılında yayımlanan American Troubadour albümü ise, Frank’in gençliğinde ve yaşlılığında kaydettiği şarkılara ek olarak, daha önce yayınlanmış şarkılarının farklı versiyonlarını içermekte.
Acılarla ve zorluklarla geçen bir ömrün içinde böylesine anlamlı şarkılar bırakabilmiş olması, aslında onun ne kadar hayran kalınası bir sanatçı olduğunu göstermekte. Yazımızı Abbott’ın, Frank hakkındaki söylediği şu cümleyle sonlandırmak istiyoruz:
“Jackson, yaralı bir bedende yaşayan olağanüstü bir ruhtu ve yaptığı müzik ruhu kadar güzeldi.”
Kaynakça:
- Tragic facts about Jackson C. Frank, the forgotten music legend. (2025, March 28). Factinate. Web. Erişim Tarihi: 07.11.2025


