20. yüzyılın başları, hem Avrupa’da hem de Osmanlı’da oldukça hareketli dönemlerdir. Büyük savaşların yaşandığı, sömürgelerin ve ham madde arayışlarının hızla arttığı o zamanlarda; oldukça ilginç bir isim imparatorluğun dümenine geçecekti: İsmail Enver.
Enver Paşa üzerine çeşitli görüş ve düşünce bulunmaktadır. Bu sebeptendir ki kendisinin Türk tarihinin tartışmalı karakterlerinden biri olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır; ancak okuyacağınız bu yazıda bu tartışmalı noktalara değinmek yerine biraz daha farklı ve heyecan uyandırıcı bir hikâyeyi anlatacağız.
Kırk bir senelik kısa ömrünün çocukluk hariç her günü maceralarla dolu olan Enver, hayatını riske atmaktan hiç çekinmezdi. Katıldığı savaşlarda her zaman cepheye yakın olmayı tercih ettiğinden ölümle pek çok kez burun buruna gelmiştir. 1907 yılında genç ve idealleri olan bir binbaşı olarak Bulgar çetelerine düzenlediği operasyonlarda ön saflarda yer alacak, Trablusgarp’ta sırf bu alışkanlığından dolayı yaralanacak, Savaş Bakanı olarak Çanakkale’de yine ön mevzilerde olacak, Sarıkamış’ta erlerin uyuduğu çukurlarda uyuyacak ve rivayete göre silahlı bir çatışmaya dâhil olacak, en sonunda Bolşevik mitralyözlerine at üstünde kılıçla koşup 1922’de ölecekti. Bize göre bu yaşadıklarından en ilginç ve merak uyandırıcı macerası ise Almanya’dan Moskova’ya yaptığı yürekleri ağza getiren ve aksiyon filmlerini aratmayan o meşhur yolculuğudur.
Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak devletlerinin yenilgisi sonucunda savaşı kazanan devletler, önde gelen İttihatçı yetkililer hakkında yakalatma kararı çıkarmıştır. Bunun sonucunda ülkeden ayrılmak zorunda kalan Enver Paşa, soluğu Berlin’de alsa da burada da rahat durmaz.
İlginçtir, yenik bir komutan olmasına rağmen ününü korumayı az çok başarmıştır. Sovyet Dışişleri Bakanı Georgi Çiçer, Enver’in hâlâ “Müslüman bir kahraman” olduğundan bahseder; İngiliz hükümeti onu izlemeye çalışır. Sonralarda ise dönemin Afgan Kralı, sadece kayınpederi ve eniştesinde olan özel bir rütbe ve nişan vererek Enver’i Afgan prensi mertebesine çıkaracaktır.
“Ali Bey,” Moskova Yolcusu
Enver, Berlin’de bilinen adıyla Ali Bey, dünyanın dört bir yanına dağılmış İttihatçılar ve Müslüman liderlerle iletişim kurmaya çalışıyordu. Amacı İngilizlere karşı Müslümanları ayaklandırmak olan Paşa, iş birliği için Sovyetleri uygun gördü. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru rejim değişikliğine uğrayan Rusya, politik hareketleri göz önünde bulundurulduğunda amaçları için iyi bir ortak olabilirdi gerçekten. Bu yüzden Enver Paşa, Almanya’da tutuklanan Karl Radek ile görüştü. Kendisi önemli bir sosyalist devrimci lider ve Doğu Avrupa devrimci hareketlerinde ön plana çıkan bir şahıstı.

Enver Paşa ve Karl Radek, görüşmeleri üzerine şöyle karar aldı:
“1. İslam milletlerinin kurtarılması. 2. Hedefimiz müştereken, Avrupa emperyalist kapitalizmi olduğuna göre, Sosyalistlerle iş birliği. 3. Kurtarılan memleketlerin iç işlerinde dinî esaslara dokunmamak şartıyla Sosyalizm ilkelerini kabul. 4. İslam’ın kurtuluşu için -ihtilal de dâhil olmak üzere- bütün baskı araçlarının kullanılması. 5. Bu hususta İslam’dan başka mahkûm milletlerle de iş birliği yapılması. 6. İslam camiası içinde her unsurun gelişmesine izin verilmesi.” (Aydemir, c.3, 520). Sovyetler’e gidiş fikrini Radek’in desteklemesi üzerine Enver Moskova’ya davet edildi.
Ayrıca dönemin Genelkurmay Başkanlığı görevinde olan Hans von Seeck de paşaya bu amacı için destek verdi çünkü mağlup Alman ordusunun imkânları çok kötü bir şekilde kısıtlanmıştı. Bu yüzden Alman ve Rus hükümetleri arasında gerçekleşecek olası bir silah ticareti, Alman ordusunu belli bir seviyede tutmak için uğraşan Hans von Seeck’i rahatlatacaktı.

Hem İngilizlere karşı bir karşı saldırıya girişmek hem Rus-Alman silah ticaretini oluşturmak hem de bir ihtimal Anadolu’da ayaklanan Millî Mücadele’ye yardım etmek ümidiyle Moskova’ya gidecek olan Enver’in önünde büyük bir engel vardı: ulaşım. Oraya nasıl gideceği büyük bir soru işaretiydi çünkü savaş sonrası itilaf devletleri Almanya’ya göz açtırmıyordu. Almanya ile Rusya arasındaki demir yolu da kapalıydı. Kara yolu ve deniz yolunun denetlenmesi sebebiyle onları kullanmak riskli olabilirdi, bu yüzden Paşa farklı bir alternatif bulmaya karar verdi. Bu da hava yoluyla gitmek olacaktı. Uçak da aynı zamanda tehlikeli bir girişimdi çünkü o döneme göre bu yeni bir teknolojiydi.
Alman hava kuvvetlerinin uçak barındırması yasaklandığından özel bir şirket aracılığıyla uçak ayarlandı. İsmi Annelise olan bu junkers uçağı sürecek kişiyse Üsteğmen Hans Hesse’ydi. Alman hükümeti o kadar titiz çalışıyordu ki Alman Dışişleri Bakanlığına bile haber verilmedi, Moskova yolculuğunun gizli kalması için Hans Hesse’nin tatilde olduğu üzerine bir yazı dahi hazırlatıldı.
“Enver, Berlin’den Moskova’ya Bahaeddin Şakir Bey ile gidecekti. 8 Ekim 1919’da Berlin’in Johannistal Havaalanı’ndan kalkan uçakta beş kişi idiler: Enver Paşa, Bahaeddin Şakir Bey, teknisyen Maruszyk, mühendis Abraham Frankel ve pilot Hans Hesse” (181).

Birkaç saatlik sorunsuz bir yolculuk geçirmelerinin ardından uçağın radyatöründe bir arıza meydana geldi. Mecburi bir iniş yapmaya karar veren pilot, Polonya’nın bir kasabasına çakıldı ve pervane parçalandı. İki günlük tamirin ardında 10 Ekim 1919’da tekrardan uçak kullanılabilir hâle gelmesine rağmen tekrar arızalandı. Bu sebeple yine Polonya’nın başka bir kasabasına inmek zorunda kalan beşli, 13 Ekim’de yola tekrardan koyuldular ve gün içinde, o dönemdeki adıyla Königsberg’e indiler.
Günümüzdeki adı Kaliningrad olan bu şehir, ismini Bolşevik devrimci Kalinin’den alır. Litvanya ile Polonya arasında bulunan ve Baltık kıyısında yer alan Königsberg, şu anda Rusya’nın kara bağlantısı olmayan önemli bir şehridir.
İki gün bu şehirde kaldıktan sonra 15 Ekim’de tekrardan yola çıktılar. Bu yolculuk sırasında Alman Genelkurmaylığı, Pilot Hesse’ye, General Rüdiger von der Goltz’a ulaştırılması için bir mesaj vermişti.
Finlandiya’yı Ele Geçiren Alman General Rüdiger von der Goltz

Hazır konu Rüdiger von der Goltz’a gelmişken bu generalden ve Almanya’nın savaşın sonlarına doğru Doğu Avrupa’da giriştiği dikkate değer birkaç olaydan bahsedelim. Ayrıca oluşabilecek ufak bir kafa karışıklığını da ortadan kaldırmak istiyoruz. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Finlandiya’da çıkan iç savaştan istifade edip kontrolün büyük bir kısmını ele geçiren Alman ordusunun başında o zaman Rüdiger von der Goltz vardı. Goltz daha sonra Birinci Dünya Savaş’ının bitmesiyle Helsinki’den ayrıldı ve Letonya topraklarına geçti. Letonya ve Estonya’nın Bolşevikler tarafından işgal edilmemesi için Askeri Müttefikler Arası Kontrol Komisyonu (Military Inter-Allied Commission of Control) Alman ordusunun ve von der Goltz’un bu arazide kalmasına karar verdi; ancak bu komutanı Colmar Freiherr von der Goltz yani Kut’ül Amere’de Charles Townshend’in komuta ettiği İngiliz ordusuna yapılan kuşatmayı başlatan o meşhur Goltz Paşa ile karıştırmamakta fayda var. Zaten Goltz Paşa Osmanlı topraklarında kuşatma altındaki İngilizlerin teslim olmasından iki hafta önce 19 Nisan 1916’da ölüyor. Bu iki Goltz’un farklı komutanlar olduğunu da tekrardan vurgulayarak ve konuyu biraz fazla dağıttığımızın da farkına vararak devam ediyoruz.
Yolculuk Devam Ediyor!

Dediğimiz gibi 15 Ekim’de tekrardan yola çıkıldı ve aynı gün Litvanya’nın Schaulen şehrinde (günümüzdeki adıyla Šiauliai) bulunan General Rüdiger von der Goltz’a ulaştırılması gereken mesaj için Schaulen’e iniş yapıldı. Pilotun yan görevi başarıyla tamamlandı. Havanın erken kararma olasılığı sebebiyle uyarılan ve geceyi şehirde geçirmesinin daha iyi olacağı bildirilen Enver, her şeye rağmen öğleden sonra uçuşa geçilmesini istedi.
Uçak yükseldi ve yolculuk yeniden başladı fakat yine bir aksilik ortaya çıktı. Hava kötüleşmiş, oldukça şiddetli bir yağmur ve rüzgar bastırmıştı. Bu sebeple pilot Hesse, Litvanya’nın kontrolünde olan topraklara mecburi bir iniş yapmak zorunda kaldı. Enver ve Bahaeddin Şakir Bey, bir köye gittiklerinde oradaki istihbaratçılar tarafından alınıp karakola götürüldüler. Daha sonra bir kasabaya, oradan da Litvanya’nın önemli bir şehri olan Kovno’ya naklediler.
“Uçak ile mürettebat da Kovno’ya nakledilip bir otele yerleştirildi ve sıkı bir sorgulamadan geçirildi” (Bardakçı, 182).

Litvanya’daki müttefikler, bu düşen uçağı ve içindeki şüpheli kişileri iyice araştırmaya koyuldu. Enver Paşa çok iyi Bulgarca bilmekteydi ve bu yüzden kendisinin bir Bulgar olduğuna inandırmaya çalıştı fakat pek de başarılı olamadı.
“O sırada Alman subayı olan Fisher, Paşa’yı görünce tanımış ve durumu kavramıştır ama sesini çıkarmaz” (Kösoğlu, 424).
Enver Paşa’nın hareketlerindeki o asillik, güzel görünüşü ve onun dikkat çeken siması sıradan bir memura ait olamazdı (Emir Şekip Aslan).
Paşa’nın Kovno’daki Hapis Serüveni
Sonuç olarak Enver ile Dr. Bahattin Şakir hapse atıldı ve bu ikilinin gerçekten kim olduğunu öğrenebilmek adına fotoğrafları İngiltere’ye gönderildi. Fotoğrafları ve bilgileri İngiltere’ye ulaşırsa başına çok daha büyük bir bela alacağını bilen Paşa, hızlı davranıp buradan kaçmalıydı. Hapisten kaçış hikâyesi ise her dakikası ayrı bir macera olan böylesine ilginç bir insan için bile fazla heyecanlıdır!
Subay Fisher, Alman istihbaratına durumu bildirdi ve Enver’i hapisten kaçırmaya karar verdiler. Eşi Naciye Sultan; Enver’i nasıl bir yöntemle haberdar ettiklerini şöyle anlatmıştı:
“Mahpus bulunduğu hücrenin önünde sarhoş taklidi yaparak ve Almanca şarkılar söyleyerek dolaşmaya başlamışlar. Kendisini kaçırmak istediklerini, bir uçak hazırladıklarını, hapisten çıkabilmenin çarelerini, velhasıl bütün planlarını şarkı halinde söylemişler.”
O vakitlerde Enver’in hapis hayatı biraz daha esnetildi, yanında silahlı bir nöbetçiyle meydanda gezebiliyordu artık.

Tarih 28 Ekim’di. Kararlaştırılan vakitte hapishanenin bahçesine Litvanya ordusundaki bir Alman pilot, kendi uçağıyla sözde zorunlu bir iniş yaptı ve sanki uçağı arızalıymış gibi gösterdi. Enver Bey, daha sonra gazetelere çıkacak olayı şöyle anlatmştı:
“O gün, yanımda silahlı bir nöbetçi bulunduğu hâlde meydan civarında dolaşıyordum. Tam bildirildiği vakitte bir Alman tayyaresi meydana indi. Nöbetçi telaşlanmıştı. Elinden silahını aldım, kendisine doğrulttum ve kendimi uçağa attım.”
Bahaeddin Şakir ve Enver Bey, böylece tekrardan Almanya’ya döndü (Bardakçı geride kalan üç Alman’ın da sonraki aylarda serbest bırakıldığını yazdı) ancak Enver pek fazla burada durmak istemiyordu. Moskova’ya gitmeye kararlıydı. Hazırlıklara başladı ve yine uçakla gitmeye karar verdi.
31 Aralık 1919’da Berlin’de tekrardan uçağa bindi (Bardakçı, 183). Uçak kalkıştan on dakika sonra bir evin bahçesine veya üstüne düşmüştü.
“Enver’in evrakı arasından çıkan bazı fotoğraflar ile notlar, Moskova’ya 23 Şubat’ta yine Annelise ile bir gidiş teşebbüsünde daha bulunulduğunu ama uçağın o gün öğleden sonra tekrar düştüğünü ve burnu ile kuyruğu parçalandığı için artık kullanılamaz hale geldiğini gösteriyor.” diye devam ediyor Bardakçı.
26 Şubat 1920’de ise Cemal Paşa’ya “Bilmem pazartesi günü tayyaremizin parçalanarak, kimseye bir zarar olmaksızın, yine eve döndüğümüzü yazmış mıydım…” diye de yazmıştı (Kösoğlu).


Peki, defalarca kaza yaptığı bu uçak yolculuğundan vaz mı geçti sanıyorsunuz? Hayır. Enver bir daha uçakla Rusya’ya gitmeye karar verdi… 1920 Mart’ının sonu veya Nisa’nın başı, sıradan bir Alman kimliğiyle yola çıktı. Yine başarısız olacak bu yolculuğu da tıpkı Kovno’da yaşadıkları gibi hareketli geçecekti. Uçak yine düştü ve bu sefer Enver’i bir Bolşevik sanarak Letonya’nın başkenti Riga’da hapis tuttular. Şekip Aslan’a göre Rus pilotu konuşturmak için iyice dövdüler ama pek bir şey öğrenemediler. Daha sonra Enver’i de dövmeye karar verseler de onun asil havasından çekinerek bu planlarından vazgeçtiler.

Enver çizim konusunda yetenekliydi. Gençlik yıllarında Balkanlar’da bulunan haydutlara yapacağı saldırıların planlarını bizzat kendisi çizermiş diyor Bardakçı ve devam ediyor:
“Karakalem çizimlere sonraki senelerde, özellikle de sürgün günlerinde devam etmiş; hem bulunduğu yerleri, hem de konuştuğu şahısların birçoğunun portrelerini görüşme anında elinde mutlaka bulundurduğu eskiz defterlerine resmetmiş, bu kadarla da kalmamış, portreleri o kişilere imzalatmış, üstelik tutukluluk günlerinde bu işten para bile kazanmıştı” (186).
”Malessa” Tekrar Hapiste!
Hapishaneden de bu yeteneği sayesinde kaçmayı başaracaktı. Suçlular arasında bir ressamın olduğu dedikodusu, müdüre kadar ulaştı. Müdür, ressamı görmek istedi ve kendi resmini yapması için onu evine çağırdı. Enver ve müdürün evindeki Alman kadın aşçı arasında geçen konuşmayı, Naciye Sultan’dan dinleyelim:
“Enver Paşa kadınla Almanca konuşmuş, kendisinin Riga’da mahpus olduğunu, isminin Malessa olduğunu söylemiş ve bütün bu bilgileri Wangenheim’e yazmasını rica etmiş. Kadın, Malessa’nın bir Alman vatandaşı olduğuna inanmış çünkü Enver Paşa mükemmel Almanca konuşurdu. Mektubu yazmış ve Litvanya’dan derhal iadesini istemişler, onu geri almak için pek çok gayret harcamışlar. O sırada Almanya ve Litvanya arasında bir anlaşma olmuş. Alman vatandaşı sanılan Malessa da böylelikle serbest bırakılmış.”
Paşa’nın ressamlık yönüyle alakalı şunları da ekliyor:
“Enver Paşa’nın ‘Malessa’ imzasını taşıyan birçok tablosu vardır. Bunlardan bir tanesi, bir Alman mecmuasında basılmıştır. Birçok kimse bu imzanın Enver Paşa’nın olduğunu bilmez ve onu bir Alman ressam zanneder.”

Enver, Osmanlı’dan ayrılırken çok sevdiği eşi Naciye Sultan’ı İstanbul’da bırakmak zorunda kalmıştı. 11 Temmuz 1920’de Berlin’e tekrardan döndüğünde ise (Kösoğlu, 426) kendisini büyük bir sevincin içinde bulmuştu çünkü Naciye Sultan’ı, kızları Mahipeyker ile on bir aylık bebek olan Türkan’ı ve kardeşi Kamil’i Berlin’e getirmeyi başarmıştı. Naciye Sultan, “Geldiği zaman sırtında hapishane elbiseleri vardı. Durumu perişandı.” diye aktarıyor.
Ağustos ayına doğru yollar açılmıştı ve artık Enver’in bir uçak yolculuğuna daha kalkışmasına gerek yoktu. 4 Ağustos 1920’de tren ve kara yolu ile yapacağı yolculuğunda kendisine Ziya ve Fuad Beyler, Leo adındaki Bolşevik görevli, bir Alman subayı ve Talat Paşa’nın kayınbiraderi Hayreti Bey ile birkaç kişi daba eşlik etti (Bardakçı, 197). Uğruna her şeyi yaptığı, biricik eşi Naciye Sultan’a ve çocuklarına doyamadan, bir ay bile geçmeden tekrar özlem dolu bir şekilde yola koyuldu.

15 Ağustos 1920 tarihinde nihayet Moskova’ya varmayı başaran Enver, Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı bir mektupta ise şu sözleri dile getirerek yaşadığı ilginç durumu özetliyor: “Bir sene zarfında iki defa tutularak, beş ay hapis olmak ve altı defa tayyareden düşmek suretiyle nihayet Moskova’ya geldim.” 25 Ocak 1921 tarihinde İttihad-ı İslam Cemiyetleri Birliği İstanbul bürosuna ise şöyle yazıyor: “Üç defa teşebbüs ettiğim halde mateesüf başarılı olamadım. Birçok defalar düşerek, iki defa da düşmanların esaretine maruz kaldım. Müthiş müşkilatla bu esaretlerden kurtularak, nihayet karadan hududu geçtim…”
İşte böylece Enver Paşa’nın Berlin-Moskova yolculuğu son bulmuştu; fakat buradan da ileride ayrılacak, Sovyetler’deki Türklerin “Basmacı” hareketine önderlik edecek kişilerden biri olacaktı.

Kaynakça
Kösoğlu, Nevzat. Şehit Enver Paşa. Ötüken Neşriyat AŞ, 2008.
Bardakçı, Murat. Enver. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
Yalçın, Hüseyin Cahit. İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları. Temel Yayınları, 2002.
Naciye Sultan’ın Röportajı
Yamauchı, Masayuki. Hoşnut Olamamış Adam – Enver Paşa.