Belgeseller ve kısa filmlerle bilinen Delphine Deloget, geçen yıl ilk uzun metraj filmiyle izleyici karşısına çıktı. Deloget‘in yönetmenliğini yaptığı ilk filmi Rien a Perdre, Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış seçkisinde izleyiciyle buluştu. İngilizceye All to Play For olarak çevrilen film adı Türkiye’de Gözü Kara olarak ilk gösterimini İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdi. İlk filminde, geçtiğimiz yıllarda Benedetta ile hafızalardan silinmeyen başarılı ünlü aktris Virginie Efira’yla çalışan Deloget, bir annenin çocuğu için verdiği mücadeleyi beyaz perdeye taşıdı.
Bir annenin farklı şekil ve durumlarda çocukları için mücadele etmesi sinema için aşina olunmuş bir konudur. Bu mücadelenin taraflarından biri bazen bir insan, bir topluluk, bir gelenekken bazen de Delphine Deloget’in yaptığı gibi sistem olabilmektedir. Sylvie (Virginie Efira), iki oğlu Jean-Jacques (Felix Lefebvre) ve Sofiane (Alexis Tonetti) ile birlikte yaşayan bekar bir annedir. Sylvie bir gece işteyken küçük oğlu Sofiane tek başına patates kızartmak ister ama bu isteği sonu trajediyle bitecek bir kazaya neden olur. Fritözün patlamasıyla Sofiane’nın bedeninde ciddi yanıklar oluşurken bu durumun tedavisi için gidilen hastanede tutulan tutanak sebebiyle ailenin hayatına sosyal hizmetler dahil olur ve bir annenin sisteme karşı mücadelesi başlar.
Film açılışını, Jean-Jacques’in gece vakti sokakta kardeşi Sofiane’nın içinde bulunduğu bir alışveriş arabasını çılgınca ittiği sahneyle yapar. Bu sahnenin ardından yaşanan trajedik olay ve annenin çalıştığı bardaki kaotik ortam nedeniyle telefonla ulaşılamama sorunu, ailenin günlük yaşamlarına da kargaşanın hakim olduğunun göstergesidir. Olayın sosyal hizmetlere rapor edilmesi nedeniyle ziyarete gelen sosyal hizmet uzmanı Madame Henry (India Hair) Sofiane’nın koruyucu aileye verilmesine karar verir. Bu ziyaret sürecinde ikinci kere çağrıları cevapsız bırakan Sylvie, evde onu bekleyen çocukları ve sosyal hizmet ekibinin arasında gerilimi arttırır. Öyle ki yönetmen ilk kez burada Sofiane’nın öfke nöbeti geçirmeye meyilli olduğunu izleyiciyle buluşturur. Oğlunu geri almak isteyen Sylvie iki erkek kardeşi, Hervé (Arieh Worthalter), Alain (Mathieu Demy) ve bir avukatla birlikte sisteme savaş açar.
Sistemin Mutlak Gücü ve Bireye Etkisi Üzerine
Deloget filminde bir sistem eleştirisinde bulunurken, sistemle karşı karşıya gelmenin, ona karşı mücadele etmenin sinirsel boyutunu ve sonuca bağlanmayan yollarını göstermektedir. Öyle ki Slyvie’nın katıldığı destek grubundaki benzer hikayelerde çocuklarını uzun yıllardır görmeyen ebeveynlerin olduğu gerçeğiyle birlikte asıl vurgusunu sistemin kötülüğüne ve yetersizliğine yapmaktadır. Sosyal hizmetlerin çocuk ve ebeveyn üzerindeki mutlak gücünü ortaya koyarken aksayan yasal süreçlerle birlikte bu sistemin alarm veren taraflarını da ortaya çıkarır.
Sosyal hizmetin ilk eve geldiği anda yaşanan gerilim üzerine polislerin kapıyı kırma girişimi yahut kelepçe ile tehdit sistemin gücünü birey üstünde kullanmaktan çekinmediği ilk an olarak gelir ekranlara. Sylvie avukat görüşmelerinde kırılan banyo kapısı için suçlu arar ancak aradığını bulamaz. Sistem suçlanamaz.
Çaresizlik ve gözlem altında yaşayan Sylvie oğlunu geri alabilmek için sistemin onu onaylayacağı şekilde yaşamaya çalışır. Bardaki işinden çıkarak daha beyaz yakalı olabileceği bir şirkette iş bulur ancak işler istediği gibi ilerlemez. Oğluna kavuşabilmek için aşması gereken türlü bürokratik işler ve anneliğe uygun olduğunu kanıtlamak zorunda oluşuyla sinir sistemi çökerek ani öfke patlamalarına sebep olur.
Bekar Anne ve Ahlaki Muğlaklık
Slyvie çocuklarına tek başına ebeveynlik yapan bekar bir annedir. Para kazanmak için çocuklarını gece evde tek bırakması, partiler düzenlemesi ve düzensiz bir yaşam sürmesinin yanında çocukları için her şeyi yapabilecek sevgi dolu bir annedir. Oğlunu geri alabilmesi için çevresindekilere destek mektubu yazdırmak için konuştuğu sahnelerdeki tutumlar toplumun bekar anneye yahut onun yaşam tarzına karşı olan görüşlerinde ayna görevi üstlenmektedir.
Deloget Slyvie’nin ‘iyi anne’ olup olmadığı konusundaki tercihi izleyicisine bırakmaktadır. Karakteri iyi ve kötü kategorisinden herhangi birine yakınlaştırmadan ortada bırakmasının yanı sıra ‘kusurlu’ bir insan olduğunu da göstermekten geri durmaz. Deloget bu yönüyle kendi fikrini izleyiciye dayatmaz ve onların bir fikir sahibi olmasına izin verir. Sylvie’yi kusurlu, inatçı hatta oğlu Sofiane gibi öfke nöbeti geçirmeye yatkın bir karakter olarak resmederken aynı zamanda içinde bulunduğu koşulları da göstererek anlayışı yine seyirciye bırakmaktadır. Ahlaki açıdan da seyircisini muğlaklığa iter Deloget. Bir annenin çocuğu için verdiği mücadeleye bir adım geriden bakıldığında çocuk için koruyucu aileye gitmenin daha iyi olabileceği düşüncesi zihinleri kurcalarken, annenin sevgisinin de tek başına yeterli olmayacağını hissettirir. Bu muğlaklık filmin iddiasını da zayıflatmaya neden olmaktadır. Film sistemin kötülüğü üzerinde biraz fazla zaman geçirdiği için geriye kalan hikayeler film içinde yüzeysel kalmaktadır. Film boyunca Sylive’nın yanında görünen erkek kardeşleriyle ilişkisi olay örgüsünü yönlendirecek kadar güçlü olmamakla birlikte ilişkilerine dair yüzeysel bazı ipuçları vermekten öteye gitmemektedir.
Film senaryo bakımından bu aksaklıklara sahip olsa da Belçikalı aktris Virginie Efira’nın anne rolündeki performansı filmi melodram türünün sınırlarından çıkararak yükseltmektedir. Efira’nın film üzerindeki etkisine benzer şekilde filmde belki de en iyi işlenen karakter olarak Jean-Jacques karakterine hayat veren Felix Lefebvre ise iç çalkantıları ve kendine duyduğu güvensizlikleri olan bir genci aktarma konusunda sessiz ama etkili bir performans sergilemektedir.
Delphine Deloget’nın sisteme ve bürokrasiye karşı çağdaş bir annenin zorlu mücadelesini anlattığı ilk filmi, izleyiciyi kendi değer ve cevaplarıyla baş başa bırakmaktadır.
Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz: