Sanatın konusu nedir? Sanat bize nesnelliği mi gösterir, yoksa onun anlaşılması yeterli midir? Peki bir sanatçı, sanatını ortaya çıkarırken onu, kendi yolunda hareket ettiren şeyi mi görmemizi ister? Bu sorular elbette çoğaltılabilir. Kendi çağında yaşayıp da diğer sanatçılardan farklı eserler vermiş birçok sanatçı geçmiştir tarihin tozlu yollarından. Bu sanatçılardan bazıları, yaşadıkları dönemde takdir görmüş ya da sevilmemişlerdir. Paul Jackson Pollock da ürettiği eserlerle kalıpları kıran ve döneminde değeri tam anlaşılamayan sanatçılardan biridir. Pollock kendi döneminde, zemine serdiği tuvale boya sıçratarak, bu duruma hiç de alışık olmayan sanat dünyasını karşısına aldı.
Paul Jackson Pollock’a Kısa Bir Bakış
Paul Jackson Pollock, 28 Ocak 1912’de Amerika Birleşik Devletleri’nin küçük batı kasabası Cody, Wyoming’de doğdu. Pollock, asi ve huzursuz bir gençti. Agresif, depresif, nevrotik ve çoğu zaman alkolikti. Alkol, Jackson’da farklı bir kişilik yaratıyordu ve kontrolden çıkıyordu. 1956 yılının Ağustos ayında daha 44 yaşındayken, alkollü bir şekilde araba kullanmasının sonucunda ağaç yığınına çarptı ve öldü. Onun hayatıyla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Jackson, ünlü “damlama” tekniğini geliştirerek sanat dünyasına farklı bir çehre kazandırdı. Ahırının zemininde tuvaline boya damlatarak ya da dökerek birçok sanat eseri üretti. Bu, modern sanat için her ne kadar farklı görünse de günümüzde hala bazı çevrelerce tartışmalı bir konudur.
Pollock’un ün kazandığı dönem aynı zamanda, sanatın da önemli görüldüğü ve Amerika’nın kendisini “Amerikan Rüyası”, “Amerikan Refahı” gibi kavramlarla tanıttığı bir dönemdi. O, sanatıyla Amerikan resmini de girdiği çıkmazdan kurtardı.
Paul Jackson Pollock’un Sanatı
Modern sanat tarihine farklı bir perspektif kazandıran Pollock, önceden geliştirilmiş fikirleri temsil etmiyordu. Sanatına tam bir şekilde kendini verdi, adeta tuvalin üzerinde dans etti. Avangardın önünde beliren bu Amerikalı çocuğun adı, soyut dışavurumculukla birebir ilişkilendiriliyordu.
“İfade edilen bir şeyler olduğu sürece boyanın nasıl uygulandığı önemli değildir. Teknik sadece bir ifadeye varmak için kullanılabilecek yollardan biridir.”
Jackson Pollock
Eserlerini sunduğu dönem, geniş bir kesimi rahatsız ediyordu. Çünkü o dönemki ressamlar, belirli bir tarzda sundukları resimlerinin kuralları olduğu konusunda ısrarcıydılar. Pollock’un resimlerine; bir çocuk da yapabilir, bunu herkes üretebilir, gözüyle bakıyorlardı.
Pollock’un eserlerine bakıldığında, boyaların bir teknikle birbirine karıştığını görebiliriz, hatta resminde neyi görmemiz gerektiğini sorgulayabiliriz. Lakin bu noktada, bir sanatçıyı buna iten hareketi görmek değil anlamanın önemini kavramak daha iyi olur. Temel güvenin sağlanamadığı ilk çocukluk yıllarında, adım adım birlikte büyüdüğü çocukluk kaosunun debdebesinin oluşturduğu eserlerine biraz daha yakından bakalım.
1953 tarihli Portre ve Bir Rüya resminin sağ (portre) tarafı, tuvalin sol tarafına boyanmış yarı figüratif doğrusal ağ ile yan yana resmedilmiştir.



Pollock konuşarak değil, tuvalin üstüne akıttığı boya ile iletişim kurmayı tercih ediyordu. Joseph L. Henderson adındaki psikiyatristi ile de bu durum böyle gelişiyordu. Henderson’ın psikanalist Carl Gustav Jung’un öğretilerini takip etmesi, Pollock üzerinde etkili oldu. Çünkü Pollock karalamalarını getirdiği seanslarında, sonrasında da yaygınlaşacak olan “psikanalitik çizimler”, Jung’un “kolektif bilinçdışı” dediği öğretisini açığa çıkarıyordu. Kolektif bilinçdışı, kişinin atalarından kalan bastırılmış duyguların paylaşılması durumuna denir.
Paul Jackson Pollock’un Filmi
2000 yapımı Ed Harris’in oynadığı ve yönettiği Pollock filmi, bir kez daha Pollock’un o ıstırap ve karmaşıklarla dolu hayatını izleyiciye gösteriyor. Pollock bir taraftan sanatının anlaşılmadığı konusunda acı çekerken aynı zamanda büyük miktarda takdir de ediliyordu.

Film belki de Pollock’un 44 yıllık yaşamını daha ayrıntılı ve uzun bir şekilde bize gösterebilirdi. Lakin karakterin seyirciyle oynamaması, olduğu gibi her şeyi ortaya koyması bizi hikâyeye ısındırma konusunda başarılı. Pollock hayatında girdiği girdapta sadece kendini değil, yanındaki eşini de döndürdü. İçinde yaşadığı duygusal zayıflığı filmin bu anlamda sentezlemesi izleyici için önemlidir.
Ed Harris, zemine koyduğu sağlam yapıyla bize sadece resmi değil, ressamın doğasını da aydınlatıyor. Harris ressam ya da sanat tarihçisi değil. Pollock’un damlama tekniğini bize sadece göstermiyor, ayrıca kendisi de filmde yaşıyor.
Filmin büyük bir çoğunluğu, eşi Lee Krasner ile arasında geçen kargaşayı bize gösterir. Lee’nin Pollock’u sanat camiasına sokmak için verdiği çabayı da unutmamak gerekir. Lakin bu bile ilişkilerinin ilerleyen aşamalarında yeterli olmamıştır. Belki de birbirlerini besleselerdi son böyle olur muydu? İlişkilerinde mutluluğu göz ardı ederek hayatlarını tüketen bu ikiliye ne denir? Lee’nin dışarıya karşı filtre görevi görmesi, bir taraftan da giderek kendinin daha kötü bir versiyonuna dönüşen ve bir gün baktığında elinde tek kalan şeyin alkol olduğunu gören Pollock… Elbette bu bir trajedidir.
Merkezine insanı alan Pollock, her açıdan izlenmeye değer. Çünkü bir girişimdir. Biyografik ruha sahip bu filmde, Pollock’un günden güne bağımlılıklarını tam olarak neden ve ne yönde geliştirdiğini göremesek de ünlü ressam Jackson Pollock’un hayatı, kariyeri ve ilişkileri hakkındadır.
Kaynak
Müller, Toni. “A psychobiography of Paul Jackson Pollock.” Unpublished doctoral dissertation). Nelson Mandela Metropolitan University, Port Elizabeth, South Africa (2010). Erişim tarihi: 17.03.2023
Zheng, Yan, et al. “Layered modeling and generation of Pollock’s drip style.” The Visual Computer 31 (2015): 589-600. Erişim tarihi: 17.03.2023
Meşhur Sözler. Jackson Pollock Sözleri. https://www.meshursozler.com/meshur-sozleri/1356-jackson-pollock-sozleri.html. Erişim tarihi:16.03.2023







