Alfred Stieglitz: Amerikan Fotoğrafçılığının Öncüsü

Editör:
Rümeysa Yıldız
spot_img

20. yüzyılın başlarında, Amerika’nın sanat sahnesinde devrimci bir rüzgar esiyordu ve bu rüzgarın en güçlü taşıyıcılarından biri Alfred Stieglitz’di. Fotoğrafçılığın sadece bir belgeleme aracı olmaktan çıkıp bir sanat formuna dönüşmesinde etkili olan bu görme ustası, objektifin ardında bir ressam hassasiyetiyle dünyayı yakalamıştı. Stieglitz’in lensinden bakıldığında, sokaklar sadece beton ve demirden ibaret değil, aynı zamanda birer sanat eseriydi. Kameranın ardındaki bu sanatçı, sıradanlığı olağanüstüye dönüştürerek Amerikan fotoğrafçılığını yeni ufuklara taşıdı. Bu yazıda, Alfred Stieglitz’in hayatını ve etkileyici eserlerini keşfedeceğiz.

“Fotoğraflarım, dünyadaki kaosun ve benim o kaosla olan ilişkimin bir resmidir. Baskılarım, dünyanın sürekli olarak insanın denge durumunu altüst etmesini ve insanın bu dengeyi yeniden kurmak için verdiği sonsuz savaşı gösteriyor.” 

From The Back Window, platinium print. Alfred Stieglitz. onlandscape.co.uk

Makine Mühendisliğinden Fotoğrafçılığa Yolculuk

Alfred Stieglitz, varlıklı ve kültüre, eğitime büyük önem veren Alman-Amerikan bir ailede dünyaya geldi. İlk olarak eğitimini tamamlaması amacıyla makine mühendisliği okuması için Almanya’ya gönderildi. 1883’te ilk kamerasını satın alana kadar, fizikçi Hermann von Helmholtz ve kimyager August von Hofman’ın yanında çalıştı ve bundan gelecekteki tutkusu olan fotoğrafçılık üzerine ilk temellerini attı.

Stieglitz, ilk fotoğraflarını çektiği an büyülenmişti. Tanınmış bir fotoğraf kimyageri olan Hermann Wilhelm Vogel, Politeknik’te dersler veriyordu. Stieglitz bunu keşfeder keşfetmez hemen derslere kaydoldu. Bu noktadan itibaren tüm dikkatini ve enerjisini fotoğraf kimyası ve sanatına odakladı. 1886’dan 1890’a kadar fotoğraflar çekmek, sergiler düzenlemek ve fotoğraf yarışmalarına katılmak gibi sebeplerle seyahat etti. 1887 yılında önde gelen İngiliz dergisi Amateur Photographer‘ın “Holiday Work” yarışmasında hem birinci hem de ikinci ödüllerini kazanacak kadar yetenekliydi.

Amerika’da Fotoğraf ve Güzel Sanatın Yükselişi

1890’da Amerika’ya geri döndü ve artık aklında bir fikir oluşmuştu: Fotoğrafın da güzel sanat olarak görülmesi gerektiği – en azından resim ya da geleneksel grafik sanatlar kadar – ve istediğini elde etmeye oldukça alışkındı. Kar yağışında, yağmurda ve gece saatlerinde fotoğraf çekimi yapma tekniklerine öncülük etti ve kısa sürede Amerika’da modern sanatlar hareketinin lideri haline geldi. Buradayken babası, yönetmesi için ona Heliochrome Company şirketinden büyük bir kısmını satın almıştı; Stieglitz her ne kadar böyle bir işi yönetmekten hoşlanmasa da bu iş sayesinde mürekkep baskılarına olan bilgisini genişletti. Burada, New York’ta olduğu sıralarda eski bir postanenin önünden geçerken “The Terminal” fotoğrafını yakalamıştı. 45 yıl sonra eserini yaratma sürecinden şu şekilde bahsediyor: “Tabii ki, yerde kar vardı. Bir sürücü, lastik palto giymiş atlarını suluyordu. Gördüğüm şeyde en derin hislerime dair bir bağlantı gibi bir şey vardı ve içimde olanı fotoğraflamaya karar verdim.” Stieglitz, Avrupa’dan döndüğünde Kodak kamerasının günlük kullanımının ciddi fotoğrafçılığın yerine geçtiğini görmüştü ve “The Terminal“, fotoğrafçılık için yeni olanakları ve “özgür bir insan gibi nefes alabileceği bir Amerika” umudunu temsil ediyordu.

Alfred Stieglitz, The Terminal, 1893. artic.edu

Galeri 291: Stieglitz’in Serüveni

Gördüğü fotoğrafların çoğunda sanatsal bir eksiklikten yakınan Stieglitz 1902’de “The Photo-Secession” adıyla yeni bir topluluk, organizasyon oluşturdu. Topluluk, geleneksel beklentilerden ayrılma ve fotoğrafın yaratıcı potansiyelini hem teorik hem de bilimsel bir bakış açısıyla keşfetme misyonlarını geliştirdi. Bir araya gelmek, çalışmak ve sergileri için  yer arayan Stieglitz, Galeri 291‘i açtı. Galeri, sadece fotoğrafçılığa değil, aynı zamanda Cezanne, Picasso, Braque ve Matisse gibi ressamların eserlerine de açık ve onları da sergiliyordu. Galeri aynı zamanda yazarlar, filozoflar ve müzisyenler için bir buluşma noktasıydı. Böylece, Stieglitz fotoğrafçılığı yalnızca sanat olarak tanıtmış olmakla kalmayıp, aynı zamanda modern sanatı Amerika’ya getiren isim oldu. Zaman geçtikçe grup içinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı ve Stieglitz’in en yakınları dahi ona karşı çıktı. Galeri 291 zamanla onu tüketti ve fotoğrafçılıkla bile ilgilenemez duruma geldi. Bu sırada ilk eşiyle de arası bozuldu ve kötü bir döneme girdi. Bundan sonra galeriyi tamamen kapadı ve kendini fotoğraf sanatına adadı.

Trajik bir tarih olmasına rağmen, 1917 Stieglitz için bir dönüm noktası oldu. Ünlü ressam Georgia O’Keeffe ile tanıştı ve kısa sürede evlendiler. 20 yıllık birliktelikleri boyunca Stieglitz O’Keeffe’nin 300’den fazla fotoğrafını oluşturdu. Çektiği ilk fotoğrafları denediği yeni bir teknikle elde etmişti. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte platin fiyatı yükseldi ve şirketler Stieglitz’in çok sevdiği platin kağıdını üretmeyi bıraktı. 1918’den 1920’lerin başlarına kadar Stieglitz paladyum kağıdı ile deneyler yaptı. Kamerasıyla kişisel, sanatsal bir çalışma yapmanın başka bir yolunu arayan Stieglitz yönünü gökyüzüne çevirdi. 1920’lerin başında ilk bulut görüntülerinden bazılarını yaptı.

Equivalents by Alfred Stieglitz. onlandscape.co.uk

Stieglitz’in Gökyüzüne Yönelişi: Equivalents

Equivalents”  adını verdiği bu görüntüler serisi, doğası gereği sembolikti. Stieglitz, hayatının uzun bir süresi boyunca bulut fotoğrafları çekti; bu serüven, 19. yüzyılın sonlarındaki Avrupa’dan başlayarak 1920’lere kadar devam etti. Ancak o dönemde bulutları çekmenin özel bir zorluğu vardı: kullanılan orthokromatik film, mavi ışığa duyarlı değildi, bu yüzden bulutlar beyaz bir zemin karşısında belirginleşiyordu. Sanatsal bir meydan okuma da eleştirmenlerinin fotoğraflarının konu malzemesinden ziyade, özellikle de Stieglitz’in özel yeteneklerinden kaynaklandığını iddia etmeleriydi. Stieglitz’in cevabı, düşünebildiği en demokratik konuyu seçmek oldu. Serinin diğer bir başarısı da o dönemde ‘hiçbir şeyi’ temsil etmek amacıyla soyut bir formu sunduğu içindi. Bu fotoğraflar, zamanında devrim niteliğindeydi ve büyük eleştirel övgü aldı.

Yaşamının sonraki dönemlerinde Stieglitz, özellikle Lake George çevresinde olmak üzere çeşitli manzara fotoğrafları çekti – bu yer, çocukluk dönemindeki sevdiği bir kaçış noktası ve aynı zamanda Stieglitz ailesinin eviydi. Bu döneme ait fotoğrafları, özellikle çimenlerin güzel soyut görüntülerini içermekteydi. Yetmişli yaşlarında, Stieglitz Ansel Adams’ın çalışmalarını sergileyerek ve Eliot Porter’ı tam zamanlı bir fotoğrafçı olmaya teşvik ederek sanat dünyasında etkisini sürdürdü. Ansel Adams, Stieglitz’i çalışmalarında büyük bir etki olarak görmüş, özellikle “Equivalents” serisinden çok etkilenmiştir.

A Wet Day On The Boulevard. Alfred Stieglitz. nga.gov.

Stieglitz, yüzyılın en iyi fotoğrafçısı olmayabilir, ancak onun kadar etkileyici ve fotoğrafın anlamını zorlayan bir başkasını bulmak oldukça zor olacaktır. Onun mükemmelliyetçi çalışmaları, fotoğrafı diğer sanat formları gibi ileri taşıyan benzersiz bir etki yarattı. Kendi fotoğrafları da bu sınırları genişletti ve Equivalents gibi çığır açan eserlere imza attı. Etkisi sadece fotoğrafçılıkla sınırlı değildi; aynı zamanda 20. yüzyılın ilk yıllarında modernist harekette güçlü bir rol oynadı. Günümüzde bazıları halen fotoğrafı saygı duyulan bir sanat formu olarak kabul etmiyor ve hafife alıyor. Ancak, deklanşöre her basışımızda ortaya çıkan bu mucizeyi unutmak büyük bir kayıp olur. Özellikle de Stieglitz’in bunca çabasından sonra.

 

Kaynakça

“Alfred Stieglitz.” Encyclopædia Britannica, Encyclopædia Britannica, inc., 13.12.2023.

“Alfred Stieglitz.” International Center of Photography, 31.01.2018.

“Alfred Stieglitz.” International Photography Hall of Fame, 03.04.2020.

“Alfred Stieglitz: Master Photographer.” On Landscape, 13.12.2023.

Stieglitz, Alfred. “The Terminal.” The Art Institute of Chicago, Photography and Media, 13.12.2023.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.