Aile dediğimiz şey; düşündüğümüzden daha karmaşık, anlaması, üzerine konuşması düşündüğümüzden daha zor bir konu. Aile kavramının bize hissettirdiklerini anlayamadığımız veya kelimelere dökemediğimiz zaman izlediğimiz aile temalı filmleri kendimize çok yakın bulabiliyoruz; yıllarca hissettiğimiz hisleri ve tecrübe ettiğimiz duyguları iki saate sığdırılmış bir şekilde izleyebiliyoruz. İçinde kendi ailenize dair izler bulabileceğiniz birkaç filmi sizin için derledik.
The Royal Tenenbaums
The Royal Tenenbaums, yönetmenliğini Wes Anderson’un yaptığı 2001 yapımı bir komedi/dram filmidir. Filmde Tenenbaums ailesinin karmaşık ilişkileri, bireylerin kendilerine özgü karakterleri ve tavırları üzerinden inceleniyor ve izleyiciye bazı noktalarıyla çok tanıdık gelecek bir biçimde aktarılıyor. Birçok açıdan çok farklı insanlar olarak aynı ailenin parçası olmanın zorluğunu yaşayan karakterler, kendilerini aileleri doğrultusunda bir keşfe çıkıyorlar ve kendilerinin daha iyi versiyonları olmaya çabalıyorlar. Renk paleti ve müzikleriyle ilk bakışta neşeli bir izlenim yaratan film, ilerledikçe barındırdığı melankolik unsurlarla bizi şaşırtıyor. Film, iki saatten daha az bir sürede aile kavramının ne kadar karmaşık olabileceği üzerine kapsamlı bir anlatım sunuyor.
Petite Maman
Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi gibi birçok eleştirmen tarafından beğenilmiş bir filmin senaristi ve yönetmeni olan Céline Scimma’nın yine kendisinin yazıp yönettiği Petite Maman, 2021 yılında gösterime girmiş bir fantastik/dram filmi. Filmde Scimma, daha önce görülmemiş bir şekilde dramatik ve fantastik unsurları birbirine bağlayarak bir anne ve kızı arasındaki ilişkiyi alışılmadık bir şekilde aktarıyor. Bu anlatım sayesinde nesiller arasında yaşanmışlıklar değişse de hissedilen duyguların, kederin ve heyecanın değişmeyeceğini anılar ve olağanüstülükler aracılığıyla izliyoruz.
News From Home
Yönetmenliğini Chantal Akerman’ın yaptığı avangart belgesel filmi, Akerman’ın kendi annesinden gelen mektuplara bir New York turunun eşlik etmesinden oluşuyor. Zamanının deneysel parçalarından birisi olan film, bir annenin kızına duyduğu özlemi seyirciye Akerman’ın kendisi tarafından seslendirilen mektuplar aracılığıyla aktarıyor. Yönetmenin hayatının önemli ve çok kişisel bir bölümü aktarıldığı için zaman zaman izlemesi ve ilişkilendirmesi zor bir hal alabiliyor. Fakat yine de filmin kimsenin izlemekten pişman olmayacağı bir dramatik belgesel olduğunu söyleyebiliriz.
Beautiful Boy
Bir Babanın Oğlunun Bağımlılığıyla Yolculuğu isimli, David Sheff ve oğlu Nic Sheff’in anılarını içeren kitaptan uyarlama bir film olan Beautiful Boy bir babanın, oğlunun kristal meth bağımlısı olmasıyla nasıl baş ettiğini anlatıyor. Filmde genç oğlunu hala küçük çocuğu gibi gören baba, onun bağımlı olduğuna inanmak istemiyor. Kabulleniş sürecinden sonra ise oğlunu iyileştirme çabasını her daim devam ettiriyor ve ondan vazgeçmiyor. Bağımlılığın sadece bireyi değil aynı zamanda etrafındakileri, özellikle de ailesini, nasıl acı bir şekilde etkilediği etkileyici oyuncu performanslarıyla aktarılıyor.
Lady Bird
Başarılı yönetmen, senarist ve oyuncu Greta Gerwig’in yönetmenliğini yaptığı ilk film olan Lady Bird, lise son sınıfta olup üniversiteye geçecek olan Christine’in hikâyesini anlatıyor. Annesiyle yakın fakat bir o kadar da karmaşık bir ilişkisi olan Christine; üniversiteye geçiş sürecinde hiç olmadığı kadar asi, atılgan ve spontane birisi oluyor. Dolayısıyla onu yakından izleyen annesiyle sık sık arası bozuluyor. Anne ve kızının birbirlerine verdikleri değerin samimi ama gerçekçi bir şekilde anlatılması izleyicide pek çok duyguyu harekete geçiriyor. Film ilerledikçe karakterlerin yaptıkları ve söyledikleri her şey için kendi sebepleri olduğunu görüyoruz. Empati kurması ve yaşanılanları kendi hayatımızda anımsaması kolay olan bu anne kız ilişkisinde iki tarafa da hak veriyoruz. Christine, geç de olsa annesinin ona verdiği değeri görebiliyor ve sonunda onun için yaptıklarını daha iyi anlıyor.
“Anne, Sacramento’da ilk kez araba sürdüğün zaman duygulanmış mıydın? Ben duygulandım. Hayatım boyunca gördüğüm bütün o virajlar, marketler ve her şey. Sana seni sevdiğimi söylemek istedim. Teşekkür ederim.”
The Darjeeling Limited
Yönetmenliğini yine Wes Anderson’un yaptığı başka bir film olan The Darjeeling Limited, babaları öldükten sonra ruhani bir yolculuğa çıkan üç kardeşin yolculuk hikâyesini anlatıyor. Aile olmanın karmaşıklığını filmlerinde ustaca yansıtmayı başarabilen Anderson, sahip olduğu beceriyi bu filmde de gösteriyor. Kardeşler arasındaki kısıtlı iletişime rağmen hissedilen sevgi ve şefkat havası, aynı acıyı ve mutluluğu tecrübe etmenin getirdiği bağlılıktan kaynaklanıyor. Çıktıkları yolculukta farkına vardıkları bu bağlılık, karakterler tarafından yeniden keşfediliyor.
Mia Madre
Yönetmenliğini Nanni Moretti’nin yaptığı film, yönetmen olan bir kadının annesinin hastalanmasıyla nasıl baş etmeye çalıştığını anlatıyor. Margherita, çektiği filmin başrol oyuncusuyla yaşadığı zorluklarla uğraşmasının yanında ayrıca genç kızıyla da ilgilenmeye çalışıyor. Tüm bunların üstüne annesinin hasta olmasının onda sebep olduğu üzüntüyle baş ediyor. Film, annesinin hasta olmasının onda yarattığı yıkıcı etkileri yansıtırken Margherita’nın kendi kızıyla ve Nanni Moretti’nin canlandırdığı abisiyle kurduğu hassas ilişkiyi de gerçekçi bir şekilde anlatıyor. Ayrıca önemli sahnelerden birine eşlik eden Leonard Cohen’in Famous Blue Raincoat isimli parçası, filmin atmosferinin sahip olduğu melankoliyi başarılı bir şekilde tarif ediyor.
Limonata
Ali Atay’ın yönetmenliğini yaptığı ve senaryosunu Ertan Saban ile birlikte yazdıkları Limonata, hasta babalarının yanına giden iki kardeşin yolculuğunu anlatıyor. Filmde babasının son arzusunu o ölmeden önce gerçekleştirmeye çabalayan Sakip, babasının isteği doğrultusunda Selim adındaki kardeşini bulabilmek için Makedonya’dan Türkiye’ye gidiyor ve Selim’i babasını görmeye ikna ediyor. Bu ikna sürecinde ve yolculuklarında iki kardeşin birbirlerini doğduklarından beri hiç görmemesine rağmen aralarında olan kardeşlik bağına başarılı oyuncular Ertan Saban ve Serkan Keskin’in sayesinde bazen ağlayarak bazen de gülerek şahit oluyoruz.
Kelebekler
Uzun süredir birbirleriyle görüşmeyen üç kardeşin babalarının onları yanına çağırmasıyla bir araya gelmelerini anlatan film, izleyiciyi şaşırtacak bir çok unsura sahip. Babalarının yanına gittiklerinde onun öldüğünü öğrenen kardeşler bu sefer de onun vasiyetini gerçekleştirmek için beraber çabalıyorlar. Bu filmde de aynı Küs Kardeşler Limited Şirketi’nde olduğu gibi bir aile üyesinin kaybının diğer aile üyelerini ortak acıları dolayısıyla nasıl birleştirdiğini izliyoruz. Kelebekler; içerdiği özgün karakterler, beklenmedik olaylar ve insani duyguların gerçekçi bir şekilde yansıtılmasıyla keyifli bir seyir sunuyor. Film, samimiyeti ve benzersiz mizahıyla izleyiciyi sıkmıyor.
Babam ve Oğlum
Babam ve Oğlum, yerli filmlerimiz içinde en bilindik olanlardan olmasına rağmen aile olmanın karmaşıklığı üzerine bahsedeceksek listede yeri olmazsa olmaz filmlerden birisidir. Yönetmenliğini ve senaristliğini Çağan Irmak’ın yaptığı 2005 yılı yapımı eşsiz film, yayınlandığı günden itibaren birçok ödül almış ve izleyen herkes tarafından çok beğenilmiştir. Babam ve Oğlum, benzeri olmayan bir dram filmi olarak kabul edilmiştir. Film, ailesinin yanından gazetecilik okumak için ayrılan bir adamın yıllar sonra oğluyla beraber ailesinin yanına geri dönmesini; gitmeyi seçtiği için kavga ettiği babasıyla arasındaki kırgınlıkların çözümlenmesini ve birçok şey için geç kalınmasının ailenin bütün üyelerinde yarattığı pişmanlığı, yorgunluğu, hüznü anlatıyor.
“Bana gittin diyorsun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım, evim nerede bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu… bu olmamışlık, bu küslük… İnsanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyor musun ?”