Edebiyatımızın önemli isimlerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’ de Şehzadebaşı’nda doğmuştur. Sadece yazar ve şair kimliğiyle değil, edebiyat tarihçisi ve eleştirmen kimliğiyle de tanınır. Aynı zamanda milletvekilliği ve üniversitede hocalık da yapmıştır. Bütün bu vasıflara rağmen çoğunlukla maddi sıkıntılar içinde yaşamıştır. Kardeşi Kenan Tanpınar’a yazdığı mektubunda dolma kalemini kaybettiğini ve harcırahını (yolluk) alırsa Beş Şehir’in mukaddimesini yazmak için dolmakalem alacağını yazar.
Yahya Kemal’in talebesi olan Tanpınar, zamanında kendi tabiriyle ‘sükut suikastı’na uğramış, eserleri sağlığında hak ettiği değeri görmemiştir. En önemli ve bilinen eserlerinden biri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü hiciv tekniği kullanılan, zamanın yaşantısını, saçmalıklarını anlatan eleştirel bir romandır. Eser dört bölümden oluşmaktadır: ‘Büyük Ümitler’ , ‘Küçük Hakikatler’, ‘Sabaha Doğru’ ve ‘ Her Mevsimin Bir Sonu Vardır’.
Bu dört bölümün her birinde romanın ana karakteri Hayri İrdal’ın yaşadığı değişikliklere, tutarsız davranışlara ve hayat dışı kalmışlığına şahit olunur. Hayri İrdal, sağduyu sahibi bir birey olarak yaşadıklarını eleştirirken bu yaşama teslim olur. Bazen de bir seyirci gibi olan biteni uzaktan izler.
“Hayatımı düşündükçe daima kendimde seyirci haleti ruhiyetisinin hakim olduğunu gördüm.” der Hayri İrdal.
“Büyük Ümitler” başlığını taşıyan ilk bölümde, İrdal‘ın ailesi ve babasının arkadaşlarıyla yaşadıkları anlatılır. Bu bölümde göze çarpan hurafeler ve boş inanç motifleri vardır. Abdüsselam Bey, Eczacı Aristidi Efendi ve Kayser Andronikos’un hazinesini bulacağını düşünen Seyit Lütfullah büyü ve simya ile altın yapmanın peşindelerdir. Bu çevrenin bir özelliği, giderek kötüleşen maddi durumlarını düzeltmek için büyü, simya gibi akıl dışı şeylere güvenmeleridir. İrdal, bu insanların hayatını paylaşır ama tam anlamıyla onlardan biri de olmaz.
‘Aristidi Efendiyi yarı yanmış buldular. Bu 1912 yılı şubatında oldu ve onun ölümüyle imbikle altın yapma işi sona erdi.
Berna Moran’ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 kitabında bu dönemden bahsederken “Tanzimat’tan önceki çağı simgeliyor olabilir” der. Bu çağı Tanpınar, Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi kitabında şöyle özetlemiştir:
“Rönesansı ve onun hayata getirdiği fiziki değişiklikleri idrak eden bir Avrupa karşısında, ilmî hayatı durmuş, nizami ve istihsal kuvvetleri altüst olmuş, birçok sahalarda tekâmülün mucizesini unutmuş bir Osmanlı İmparatorluğu mevcuttu.”
“Küçük Hakikatler” başlığını taşıyan ikinci bölümde ise İrdal’ın savaştan dönmesi, mutlu ilk evliliği, başına gelen felaketler ve karısının ölmesi, sonrasında ikinci evliliği anlatılır. Aynı zamanda Şehzadebaşı’ndaki kıraathaneyi anlatan uzun bir kısım da vardır. Tanpınar, kıraathaneyi anlatırken toplumumuzun iki uygarlık arasında bocalayışını, sıkışmışlığını da dile getirir. Bir ikililik vardır.
“Hakikaten buradaki hayat, asıl kapının dışında bir hayattı. Ve onu yaşayanlar, o şekilde, yani hiç içeriye girmeyi düşünmeden yahut da bir ayakları daima eşikte yaşıyorlardı.”
İrdal, Doktor Ramiz ile tanışır. Ramiz, yeni ilime inanan, çok parlak diplomaları olan bir doktor olmasına rağmen kendisine çeşitli imkan verilmediği için herkese ve her şeye dargındır. İrdal‘ a kıraathaneyi tanıtan kişi olan Doktor Ramiz, bir yandan Freud‘a taparken bir yandan da rüya tabirleriyle ilgilenir. O da aslında eşiği geçememiş insanlardan biridir sadece.
“Doktor Ramiz’in hoşnutsuzluk denen şeyin ta kendisi olduğunu anladım. Çok zengin bir sözlüğü vardı. Gençlik, memleket meseleleri, umumi terbiye, istihsal ve bilhassa hareket gibi kelimeler dilinden düşmüyordu. Hiçbir şeyin üzerinde duramayan, ancak zaruri bir şekilde bir iş yaparken veya şikayet ederken mesut olan insanlardandı.”
İşsizlik ve yoksulluk içindeyken İrdal, Ayarcı’ya rastlar ve yaşamında bambaşka bir dönem başlar. “Sabaha Doğru” adlı bu bölümde İrdal, Ayarcı’nın kurduğu Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde önemli bir mevkiye getirilir. Enstitüyü kuran Ayarcı’nın savunduğu ilke yeniliktir. ”Yeninin bulunduğu yerde başka meziyete lüzum yoktur.” der Ayarcı. Ve bu enstitü öylesine garip bir kurumdur ki, kimsenin ne iş yaptığı belli değildir. İrdal, gözlemci rolünü sürdürür ama bu düzene, saçmalıklara ve sahtekarlıklara anlam veremez.
”Herkes benim gibi mi, yoksa biraz farklı mı? Bunu öğrenmek için ısrar ediyorum. Hayır onlar da benim gibiydi, hatta beterdiler.”
Romanın son bölümündeyse Ayarcı, çalışanların ihanetine uğrar ve Amerikalı uzmanların verdikleri rapor üzerine enstitü kapatılır. Ayarcı da ortadan kaybolur. Berna Moran kitabında, romanın tümüne egemen olan duygunun ‘abes‘ olduğunu söyler ve “Tanpınar’ın kendisini de rahatsız eden bu saçmalıktı” diye ekler.
Roman hiciv üzerine kurulmuştur ama bu durumun dışında kalan iki kişi vardır: Saatçi Nuri Efendi ve İrdal’ın oğlu Ahmet.
“…iyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor?..”