Ahlaki Yozlaşma Üzerine İnşa Edilmiş Bir Aşk Hikayesi: Aşk Ve Öbür Cinler

Öznur Aydın
Öznur Aydın
"Düşüncelerini kabullenecek olursanız, hiçbir deli, deli değildir."
spot_img
spot_img

20. yüzyılının önemli yazarlarından Gabriel Garcia Marquez, olağan ve olağanüstünün birleşimi olan bir büyülü gerçekçilik eseri ‘Aşk ve Öbür Cinler’ ile hem roman türünün hem de hayal gücünün sınırlarının olmadığını kanıtlamıştır. Marquez, gazetecilik yaptığı dönemde Santa Clara Manastırı’nın bir otele dönüştürüleceği haberinden sonra manastıra ziyareti sırasında mahzende romanın ana karakterine de ismini veren Sierva Maria’nın olduğu iddia edilen mezarda, 22 metrelik bir saç yığını ve bir kafatasına rastlandığına tanık olur. Küçükken dinlediği uzun saçlı, soylu bir kızın kuduzdan öldüğü hikayesini bu olay ile birleştirerek Sierva Maria’nın masalsı hikayesini yazar. 

Marquez neredeyse 200 sayfalık bu hikâyede, yüzyıllardır dünya düzeninin(!) bir parçası olan köleliği, din ve bilim çelişkisini, toplumların cehaletini eleştirirken, tüm bu kavramlardan ve dogmatik yaklaşımlardan uzak bir karakter olan Sierva Maria ve Delaura’nın trajik, içgüdüsel aşk hikayesini anlatır. Bilimi tamamıyla reddeden, bilimden yana olanı ahlaksızlıkla suçlayan, cahillikle bezenmiş bu toplumdan, tanrısal bir ihtişamla ayrılan bir kızdır Sierva Maria. Sevgisiz iki ebeveyne sahip bu kız aslında kötü bir kaderle doğmuştur. Fakat sevgisiz ebeveynleri tarafından değil de Afrikalı hizmetkarlar tarafından, onların kültürleri ve dilleri ile yetişmiş güçlü bir karakter olması ise şansıdır bir nevi. Marquez’inSierva Maria’nın babası Marki’nin aşk konusundaki bahtsız hikayelerinden annesinin kokulu sabunlar yüzünden sürekli içinde bulunduğu uyuşukluğa kadar anlattığı birbirinden her manada kopuk bu aile için kızlarının hırçın, güçlü kendine özgü davranışlarını ‘cin çarpması’ diye adlandırmaları ise Sierva Maria’nın trajik öyküsünün kanıtı.

Marki’nin kızının ruhunu şeytanın ele geçirdiği dedikoduları tüm kenti sardığı zamana kadar, Sierva Maria’nın öğrendiği dillerden saçlarının uzunluğuna kadar Kâhya Dominga sorumluyken, bu dedikodulardan sonra Marki gidişata el koyuyor. Tedavi yöntemleri nedeniyle kilisenin onaylamadığı Doktor Abrenuncio’ya kızının ruhunu kurtarması için giden baba, en başta din ve bilimi birbirinden ayırmayı becermiş gibi görünse de Sierva Maria için kaçınılmaz son, cehaletin yuvası Santa Carla Manastırı oluyor. Din ve bilimin birbirinden bağımsız var olduğu seküler bir dünya yerine Marquez, bize dinin yarattığı, kırılması zor tabularla inşa edilmiş toplumu Santa Carla Manastırı ile aktarıyor. Marquez, kendini dine adayan insanların yaşadığı bir mekân olan Manastırı, akıldan ve bilimden uzak bir toplumun sembolü olarak gösterirken; Doktor Abrenuncio’nun evini aklın ve bilimin, Marki’nin kadınlar tımarhanesinin yanındaki evini ise hem akıldan hem de dinden uzak olan gri bölge olarak aktarır. Tüm bu manevi ya da materyal olan kavramların birbirinden çok net bir şekilde ayrıldığı bu hikâyede Marquez; inançtan ya da bilimden, ruhanilikten ya da maddesellikten uzak tek karaktere ise tanrısallık yükleyerek yüceltir. Ayrıca Marquez bu hikâyede hem ruhunun hem de bedeninin şeytanlar tarafından ele geçirildiği düşünülen Sierva Maria’nın, bir manastırda mutlak sona ulaşmasıyla din ve yüceliği birbirinden ayrı iki kavram olarak değerlendiriyor. Hatta Sierva Maria’nın ölümüyle birlikte din istismarcılarının yüceliği, tanrısallığı yok ettiği vurgusu yapıyor. 

Tıp biliminin bu kadar sınırlı olduğu bu dünyada bölge Piskoposu; inanç, maneviyat ve kilisenin katı otoritesini temsil eder. Kilisenin sorgusuz sualsiz kabul edilen bu otoritesi, din ve aklın, inanç ve bilimin toplumdaki ironik zıtlığının kanıtıdır. Piskoposun yardımcısı Delaura ise, dindar bir adam olmasına karşın şeytanın ruhunu ele geçirdiği bu kıza karşı kalbinde yoğun hisler taşımaya başlar. Tanrı ile arası uzun süredir bozuk olan babası Casalduero Marki’sinin dua etmesine sebep olan Sierva Maria, bu sefer bir din adamı olan Delaura ile Tanrı’nın arasına girer. Sierva Maria’nın ihtişamı, Delaura’nın Tanrı ile olan o bağını güçsüzleştirecek kadar parlaktır çünkü. Diğer yandan Delaura ise her şeyde Tanrı’nın parmağı olduğuna inanan Piskopos’dan, onun her dediğini yapan rahibelerden, ya da onların tam zıttı olan inançsız Doktor Abrenuncio’dan tamamen farklıdır. Şiir seven, din dışındaki konulara da ilgili bir din adamıdır Delaura. Üstelik kilisenin yapmayı kesinlikle reddettiği bir eylemi yaparak, düşünerek Sierva Maria’nın köpek ısırığı yüzünden değil de ilgisiz bir aile, yalnızlık ve kölelerle birlikte geçirdiği vaktin oluşturduğu karmaşasıyla oluşan sorunları anlıyor. Tabii böylesine mantık ürünü bir açıklamayı kabul etmek Piskopos’un kesinlikle reddettiği bir eylem. Şeytanın onunla uğraşmadığı kadar Piskoposun onunla uğraştığı ise reddedilemez çünkü Delaura’nın bu mantıklı gerekçesine rağmen Piskopos, şeytanın onun zihniyle de oynadığını iddia ediyor. Aslında Piskopos, Sierva Maria’nın hayatı ve karakteri arasındaki basit ilişkiyi kurabilecek bir düşünme eylemine bile cesaret etmekten yoksundur. 

Toplumun cehaleti ve ailesinin ilgisiz tutumuyla tek başına savaşan Sierva Maria’nın ölümü, Marquez’in son olarak İspanyol Engizisyonu ve arınma yöntemlerine yaptığı gönderme dışında, etkileyici bir ölümün tasviridir.  

“…Şeytan kovma ayininin altıncı seansı için onu hazırlamak üzere içeri giren gardiyan, ışıl ışıl gözleri ve yeni doğmuş bebek teniyle onu yatağında aşkından ölmüş buldu. Tutam tutam güçlü saçları kazınmış kafasından sanki köpük köpük fışkırıyor, gitgide uzadığı gözle görülüyordu.” 

Oysaki Sierva Maria ne aşkından ne de şeytanların ruhunu ele geçirdiğinde ona verdikleri acıdan ölmüştü. Manastırdaki tek arkadaşı Delaura’nın ona yaptığı gizli ziyaretlerin engellenmesi yüzünden tekrar yalnız kaldığı için ölmüştü Sierva Maria. Fakat Marquez’in odaklandığı nokta Sierva Maria’nın ölümünün neden olduğundan çok nasıl olduğudur. Yazar ölümü mistik bir havaya bürüyerek, Sierva Maria’nın yüceliğine vurgu yaparken ölümün ‘son’ ya da ‘hiçlik’ olduğu gibi kesin düşüncelerin tersine hikâyenin sonuyla gizemli bir dünya iması yapıyor. 

 

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.