Fransız Yeni Dalga Akımı’nın yükselişinde büyük rol oynayan Agnés Varda, erkek egemenliğinin normalleştirilmesine karşı olarak bir tutum sergilemiş ve hakim olan eril dili bozarak, sinemada feminist ideolojinin en sağlam temellerini atmıştır. İkinci Dalga Feminizm hareketinden etkilenen Varda, hem sinemada hakim olan kalıplaşmış anlatıyı hem de ataerkil söylemi bozarak beyaz perdeye yeni bir soluk getirmiştir. Böylece Agnés Varda, sinemada feminizmin öncüsü olmayı başarmıştır.
Sinemada Feminizmin Öncüsü Agnés Varda
1960’larda kadın, annelik, cinsellik gibi özel yaşamla ilgili konuların ön plana çıkarılarak tartışıldığı, kadın hareketinin cinsel özgürlük kapsamındaki mücadelesini ele alan ve toplumsal cinsiyet rollerinin eşitsizliği üzerine yükselen feminist harekettir. Kadınlar, ikinci dalga feminizm hareketi ile bedenlerinin özgürlüklerini savunmuş ve cinsellik, taciz, kürtaj gibi konular üzerine tartışarak hareketin temelini oluşturmuşlardır.
60’ların sonundan 70’li senelere kadar uzanan bu süreçte Agnés Varda, Fransız Yeni Dalga sinemasında başarılara imza atarken çalışmalarında ikinci dalga feminizmden izler taşımıştır. Öyle ki sinemasında ağırlıklı olarak kadınların yaşamlarına, bakış açılarına öncelik vermiş ve kadın başroller üzerinden dünyaya bir perspektif oluşturmuştur.
Agnés Varda Sineması ve Feminizm İzleri
1954 yılında çekmeye başladığı Paralel Yaşamlar (La Pointe Courte) isimli film ile sinema kariyerine ilk adımı atan Agnés Varda, bu filmi bir kasabada çekmiştir. Evliliğini sorgulamaya başlayan bir kadının çerçevesinde oluşan film ana akım sinemada hakim erkek bakış açısını yıkarak bir kadının ev içi emeğini, üzerindeki toplumsal baskıyı ele alır. Film, farklı hayatları da ele alır ve şehirden kasabaya yerleşen bir kadın ile halihazırda kasabada yaşayan kadınların farklı yaşamlarını beyaz perdeye aktarır. Agnés Varda sinemasında ikinci dalga feminizm izleri yoğun bir şekilde hissedilirken bir yandan mekan sosyolojisini kadınlar üzerindeki tahakkümü güzel bir şekilde yansıtılmıştır.
Varda, 1962 senesinde çektiği 5’ten 7’ye Cléo filmi ile ikinci dalga feminizmin izlerini sinemaya başarılı bir şekilde aktarmıştır. Fransız Yeni Dalgası’nda kült ve öncü sayılan bu filmde, genç ve güzel bir şarkıcı olan Cléo’nun kanser olduğunu öğrendikten sonraki iki saati beyaz perdeye yansıtılmıştır. Paris sokaklarında geçen bu filmde arzu nesnesi haline getirilen kadının arzulayan özneye dönüştüğüne tanık olur seyirci. Filmde toplumsal cinsiyet rollerine de göndermede bulunmaktan geri kalmaz Agnés Varda. Bir sahnede kadın taksi şoförünü görünce şaşıran Cléo bunun filmden bir örneğidir. Filmde, başkası tarafından nasıl göründüğünü umursamayı bırakan kadının ne denli özgür hissettiği yansıtılmıştır. Dünyanın, kadınları nasıl tanımladığını ve bu tanımları nasıl normatifleştirdiğine dair iyi bir eleştiri sunar.
1965 yılında çektiği Mutluluk (Le Bonheur) filminde bir erkeğin, evli olmasına rağmen başka bir kadına aşık olmasını anlatır. Filmde aslında ana karakter erkek değildir. Erkeğin evliliğe bakışı üzerinden geleneksel aileye bakış açısını ve kadının ev içi emeğini, ailedeki ikincil konuma getirilişini anlatır. Varda’nın ikinci uzun metrajlı olan bu filminde de toplumun kadına dayattığı rol ve sorumluluklar eleştirilir.
Agnés Varda, Simone de Beauvoir’in kürtaj hakkı için yazdığı ve 343 kadının imzaladığı manifestoya imza atmıştır ve sonrasında Kadınların Cevabı: Bizim Bedenimiz, Bizim Cinsiyetimiz isimli belgeselin yönetmenliğini üstlenmiştir. Bu belgeselde bir grup kadın, Varda’nın sorduğu cinsiyet rolleri ve kadın olmak ile ilgili sorulara cevap vermektedir.
Yönettiği birçok filmle sayısız ödüle layık görülen Varda, hem ikinci dalga feminizmi en iyi temsil eden isimlerden biri olarak hem de Fransız Yeni Dalga Akımı’nda farklılığıyla dikkat çeken kadın yönetmen olarak bilinmeye devam etmektedir.
Kaynakça:
Agnès Hakkında Her Şey – İstanbul Modern (istanbulmodern.org)
389551 (dergipark.org.tr)


