2022 Cannes Film Festivali‘nin en çok ilgi gören filmlerinden biri olan, İskoç yönetmen Charlotte Wells‘in ilk uzun metrajı Aftersun, küçük bir kızın büyüme hikayesine odaklanıyor. Başrolde Normal People‘dan aşina olduğumuz Paul Mescal ile henüz ilk filmi olmasına rağmen duru performansıyla izleyiciyi kalbinden vuran Frankie Corio var. Filmekimi‘nin bu yılki seçkisinde yıldız gibi parlayan ve boş koltuk bırakmayan film, hafıza ve depresyon hakkında yürek burkan, tamamen kusursuz bir film olarak beklentileri aşıyor.
Sıcak bir yaz gününde güneşin altında oturduktan sonra gelen o uyuşukluk hissini bilir misiniz? Ya da mükemmel bir tatilin ardından sizi eve kadar takip eden melankoliyi? Parlak bir ışığa veya güneşe baktıktan sonra görüşünüzde lekeler olur mu? Tüm bu hisler, Charlotte Wells’in Aftersun’ını mükemmel bir şekilde tanımlıyor. Tüm film duygulardan ibaret. Büyük ölçüde plansız 96 dakikalık süresi içerisinde önümüze hiçbir olay olmuyor gibi görünse de, filmin merkezindeki baba-kız tatilinin gölgesinde pek çok şey oluyor. Wells, Aftersun’ı 20 yıl sonra babasıyla aynı yaşta olan bir kızın zihninde yanıp sönen bir çocukluk anısı olarak sunuyor. Ancak her hafızada olduğu gibi, geçmişe bakıldığında işler biraz karmaşıklaşıyor.
90’ların başında, genç baba Calum, 11 yaşındaki kızı Sophie‘yi bir yaz tatiline ülkemizin Muğla kıyılarına getiriyor. Havuzda uzanarak geçirilen günler, tesisin restoranında yenilen yemekler, denize yapılan dalışlar ve diğer konuklarla olan etkileşimler arasında, bu tatilin Calum için daha farklı bir anlam ve ağırlığı olduğunu hissediyoruz. Bu duygular dalgalar halinde geliyor. Sophie’nin film boyunca babasına yönelttiği samimi soruları, Calum’un hayatının arka planında her şeyin harika ve mükemmel olmadığının ortaya çıkarmasına yol açıyor. Sophie 11 yaşındayken olan biten hakkında hiçbir şey hissetmese de yetişkin Sophie’yi izlediğimizde çok farklı bir dinamik görüyoruz. Tatil boyunca çektiği videolar, aslında felaketin hemen öncesini gözler önüne serer nitelikte. Küçük Sophie için eğlenceli olan o videolar, yetişkin Sophie için farklı oynuyor.
“Aynı gökyüzünün altında olmamız çok güzel. Mesela bazen gökyüzüne bakıyorum ve eğer güneşi görüyorsam, bu ikimizinde güneşi gördüğü anlamına geliyor. Yan yana olamasak da aslında hep beraberiz.”
Anıların her zaman kör noktaları vardır. Karanlık anları engellerken parlak anları hatırlarsınız. Geriye bakıp onları bir yetişkin olarak ambalajından çıkarana kadar derinliklerini tam anlamıyla göremezsiniz. Film boyunca kısa aralarda gördüğümüz 31 yaşındaki Sophie (Celia Rowlson-Hall), gece karaokesi, ilk öpücüğü, babasının akşam yemeğinde beceriksizce yemek yapışı gibi parlak anları hatırladığında, karanlık olanlar da içeri giriyor. Gecenin bir yarısı ağlayan babası, balkonda sigara içerken sessizce sallanması, boğuk, çekişmeli telefon görüşmeleri…Fakat film asla o anlar içinde oyalanmayı tercih etmiyor. Onları o yaz tatiliyle ilgili mükemmel vizyonunun dışında tutmaya çalışıyor adeta. Bu tür önemsiz şeyler 11 yaşındaki Sophie’yi rahatsız etmiyor. Babasıyla eğlenceli ve bire bir vakit geçirmenin heyecanına odaklı. Ancak aynı zamanda onu şaşırtan şeyleri kavrayacak ve araştıracak kadar da büyük. Örneğin, babası neden eski karısına telefonda “seni seviyorum” diyor? Neden video kaydı sırasında “11 yaşındayken ne olacağını düşünüyordun?” sorusunu endişeli bir sessizlikle karşılıyor? Aslında hepimiz geçmişin ağırlığına dayanamayacak hale gelene kadar iyi anıları koruma ve kötülerden kaçınma eğilimindeyiz.
Aftersun’ı tarif etmek zor çünkü hiçbir şey ve her şey aynı anda oluyor. Ekranda olup bitenler sıradan gibi görünse de, alt metinlerle dolu. Özünde anılarımızın ve travmalarımızın kör noktaları ve onları yeniden bir bütün haline getirmenin zorluğuyla ilgili. Charlotte Wells, aklımızın karanlık bir köşesinde sakladığımız o kutunun kilidini açmanın nasıl bir şey olduğunu bize göstermek için Aftersun’ı kullanıyor. Mükemmel çocukluk anılarımızın en parlak anlarının ardında karanlık görüntüler olduğunu kabul etmek gibi bir şey. Anıların bırakabileceği hasarı iyileştirmenin tek yolu bu.
Filmin kalbinde derin bir hüzün ve Calum’un trajik kaderini önceden haber veren kapkara okyanusa amansız yürüyüşü gibi sıkıntı verici anları var. Görüntü yönetmeni Gregory Oke, Sophie’nin çocukluğuna nüfuz eden yetişkinlerin dünyasını göstermek için çekimleri akıllıca katmanlar halinde gerçekleştirmiş. 90’ların ortasındaki renklere bulanmış sahneler geçmişe sıcak bir ışıltı verirken, şimdiki zaman çok daha koyu bir renk alıyor. Ayrıca filmin Türk coğrafyasını yansıtmada da çok başarılı olduğunu söylememiz lazım. Küçük işletme otellerimizin lobi dizaynından tutun odada bulunan vantilatöre, otelin düşük bütçeli komik gösterilerinden yandaki inşaattan gelen gürültüye, yemek yerken çalan şarkılardan halı ve kilim satan esnafa kadar kadar her şey burası Türkiye diye bağırıyor.
Callum, kızını dans etmeye ve aşk hakkında konuşmaya teşvik eden eğlenceyi seven bir baba olabilir, ama bazen, karaokede onunla REM‘in Losing My Religion şarkısını söylemeyi reddetmesi gibi, kapandığı anları oluyor. Bastırılmış duygulara yön veren film, derinlerde gömülü kederi usul usul su yüzüne çıkartıyor. Sophie’ye “Bulunduğun yerden ayrıldığında, hiçbir zaman oraya ait olmadığın hissine kapılıyorsun” derken kendi aidiyetsizlik hislerini aktarıyor. Fakat kızından “Ben İskoçya’ya ait hissediyorum, evim orada.” cevabı aldıktan sonra yüzündeki gülümsemeye şahit oluyoruz. Kızının kendisi gibi kayıp bir ruh olmadığını anlayan bir babanın gülümsemesi.
Aftersun güneş, deniz ve melankoli dolu bir yolculuk. Charlotte Wells, ölen babasıyla olan ilişkisinden ilham aldığı filmini “duygusal bir otobiyografi” olarak nitelendiriyor. Aşırı abartılı melodramlardan uzak durmayı başaran film gayet temiz ve gerçeğe yakın bir hikayecilikle anlatmak istediğini yavaş yavaş zihninize yerleştiriyor.