Adınla Çağır Beni, iki genç arasında beklenmedik şekilde yeşeren; yasak ancak bir o kadar da güçlü bir aşk hikâyesini anlatıyor. Amerikalı yazar André Aciman‘ın güçlü kaleminden satırlara dökülen öykü, okura saf tutkunun dönüştürücü etkisini olağanüstü bir üslupla aktarmıştır. James Ivory tarafından senaryolaştırılan bu öykü, yönetmen Luca Guadagnino tarafından aynı adla 2017’de beyazperdede izleyiciyle buluşturulmuştur. Film, Rönesans tablolarını andıran görseller ve sahnelerle doludur; sinematografik açıdan adeta bir görsel şölene dönüşmüştür.
Sadece bir aşk hikâyesi değil, içerisinde sanatın da karıştığı bu film; adeta çok yönlü bir esere dönüşmüştür. 1983 yılı yazında, İtalya‘nın bir sahil kasabasında oturan Perlman ailesinin evine konuk olduğumuz hikâyede, aile her yaz evlerinde belirli bir süre bir üniversite öğrencisini misafir etmektedir. Arkeoloji profesörü olan Bay Perlman, hem kendi asistanlığını yapacak hem de tezi üzerinde çalışacak bir öğrenciyi seçerek ailecek evlerinde ağırlar. Hikâyemiz de buradan yola çıkarak şekillenmektedir. O yıl seçilen misafir öğrenci ise Amerika’dan gelen Oliver‘dır. Evin 17 yaşındaki oğlu Elio ile yan yana odalarda kalacaklardır. Elio, delikanlılık çağında, kanı kaynamaya; kendisini ve hislerini yeni yeni keşfetmeye başlayan bir gençtir. Henüz 17 yaşında olmasına rağmen oldukça gelişkindir. Bolca kitap okuyarak edebî yönünü geliştirmiş, müziğe olan ilgisini piyano çalarak göstermiş; çok sayıda dil bilen, felsefe, antropoloji ve tarih gibi alanlarda bilgili bir delikanlıdır. Zamanını okuyarak, yüzerek ve ailesiyle sohbetler ederek geçirir. Oliver’ın gelişiyle birlikte Elio, duygusal açıdan tam bir karmaşanın ortasında kalmış; bütün ilgi ve odağını ona toplamıştır.
İtalya’nın tarihî sokaklarında geziniyormuşuz hissini uyandıran; en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir içtenlikle bezenmiş görüntüler; sanat yönetimi, mekân seçimi, kostümleri, müzikleri, senaryosu, oyunculukları, rejisi ve tüm teknik kısımlarıyla birlikte başarılı bir şekilde işlenmiştir. Adınla Çağır Beni, bu yönleriyle özel bir film olmuştur.
İnsanoğlunun derinlerinde yatan ve henüz adı konmamış bazı hislerin keşfedildiği bu büyülü hikâyeyi, gelin birlikte inceleyelim!
Daha Sonra: Sessiz Bir Merakla Tanışan İki Genç

“Birisini görürsün, fakat aslında onu görmezsin, sırasını bekliyordur. Yahut onu fark edersin, ama tık eden “çarpıcı” bir şey yoktur ve sen bir varlığın ya da kafanı karıştıran bir şeyin farkına bile varamadan, sana verilen altı hafta neredeyse geçmiştir ve adam ya gitmiş ya da gitmek üzeredir.” (s. 14)
Aynı adlı kitabın uyarlaması olan film ile arasında, diğer uyarlama filmlerde olduğu gibi bazı farklılıklar vardır. Bunlardan en önemlisi, kitabı kahramanımız Elio’nun düşüncelerinden okuduğumuzda hikâyenin okuyucuyu müthiş bir şekilde içine alarak bağ kurmayı başarmasıdır. Filmde ise dış ses olarak kullanılmak istenen bu düşünceler, ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle senaryodan çıkarılmış; onların yerini müzikler ve oyuncuların olağanüstü performanslarıyla aktarılan duygu durumları doldurmuştur.
O yaz, Elio’nun hayatının dönüm noktası olmuştur demek yanlış olmayacaktır. Oliver’ın gelişiyle birlikte içinde büyük bir merak ve adını koyamadığı bazı duygular filizlenmeye başlamıştır. Perlman çifti tarafından sıcak bir ilgiyle karşılanan Oliver’a, evin genç oğlu Elio mesafeli fakat bir o kadar da meraklı yaklaşır. Bu kısa karşılama merasiminin ardından Oliver, odasına çekilmek üzere aileyi kibarca “Later” diyerek selamlar ve yanlarından ayrılır. Bu kelime ilk başta herkes tarafından garip karşılanır; özellikle Elio bunu kaba ve umursamaz bir tavır olarak görür. Elio’nun sessiz bakışları, Oliver’a duyduğu merakın ve aralarına koyduğu mesafenin altını çizer.
“Later” Oliver için, bir konuşmayı sonlandırarak ortamdan ayrılırken kullandığı bir veda ifadesidir. Ancak karşı tarafa biraz sorumsuz ve umursamaz bir karakter izlenimi verir; kibar bir davranış değildir. Filmde de kitapta olduğu gibi kelimenin üzerinde sıkça durulması, Oliver’ın karakterini tanımamıza yardımcı olur. Kitapta Elio bu kelimeden bahsederken, üzerinde bıraktığı etkiyi uzun bir içsel çözümlemeyle okura aktarır; filmde ise bu etki, Elio’nun mimikleri, bakışları ve jestleri aracılığıyla seyirciye hissettirilir. Bu sözün Elio üzerindeki etkisi ilk başta sinir bozucu iken zamanla bir acıya dönüşür.

Ertesi gün Elio, Oliver’ın kasabayı tanıması için ona küçük bir gezinti yaptırır. Bu sahnede yönetmen Guadagnino öylesine başarılı bir iş çıkarmıştır ki seyirci, kendini adeta bu sakin kasabanın tarihî sokaklarında; kuşların, böceklerin, köpeklerin sesleri eşliğinde dolaşırken bulur. Kısa sohbetlerinin ardından Oliver, yine meşhur kelimesiyle Elio’nun şaşkın bakışlarını ardında bırakarak oradan ayrılır. Bu sahnede dikkat çeken küçük bir ayrıntı ise Oliver’ın bisiklete binerken Elio’nun omzuna dokunmasıdır. Bu hareketiyle Oliver, Elio’ya duyduğu ilgiyi ilk kez belli etmeye çalışır.
Oliver’ın evde olmadığı bir akşam, yemekte Elio bu meşhur “Later” kelimesinin kendisine verdiği acıyı belli etmeden ailesiyle paylaşır. Kelimenin kabalığından, umursamazlığından ve zamanı geldiğinde kendilerine de böyle kaba bir şekilde veda edeceğini düşündüğünden bahseder. Yaptığı bu konuşma, anne ve babasının Elio’nun hislerinin farkında olduklarını göstermektedir.
İlk bakışlar, küçük jestler ve mesafeli kısa sohbetler; ilerleyen zamanlarda filmin merkezine yerleşecek olan duygusal yoğunluğun habercisi gibidir. Böylece filme sakin ama etkili bir başlangıç yapılır.
Bakışlardan İtirafa: Arzunun Uyanışı

“Biz tek bir çalgı için yazılmamışız; ne ben, ne de sen.” (s. 18)
Başlarda aralarında gözle görülür bir mesafe vardır. Bazı anlarda tam “işte burada arkadaşlık başlıyor” dediğimiz sahnelerde Oliver’ın buzdan tavırları, Elio’yu geri çekilmeye zorlar ve kafasını karıştırır. İkilinin ilişkisinde bazı sahneler kilit noktadır. Bunlardan biri de piyano sahnesidir.
Sahnenin başında Elio bahçede gitarıyla Bach‘ın bir çeşitlemesini çalar. Oliver müziği beğenerek tekrar çalmasını istediğinde, Elio’yu salondaki piyanoya davet eder. Elio, çeşitlemeyi farklı yorumlarla seslendirir: önce kendi tarzıyla, ardından ünlü bir piyanistin yorumuymuş gibi. Bu küçük kafa karışıklığı ve alaycı tavrıyla Oliver’ı şaşırtarak yeteneğiyle büyüler. Burada Elio, Oliver’ın tavırlarını ona karşı kullanır. Tıpkı Oliver’ın yaptığı gibi, bir çekip bir iten bir oyun kurar. Piyano sahnesi, yönetmen tarafından ikili arasındaki duyguların ve büyüyen çekimin metaforu olarak işlenmiştir. Müzik aracılığıyla kurulan bu bağ, ilerideki yakınlaşmaların habercisi olur.
“Söylemek mi daha iyi, yoksa ölmek mi?” (s. 68)

O meşhur soru… Aslında bir peri masalından alınmıştır. Elio’nun annesinin okuduğu Fransız bir peri masalında, birbirlerine âşık olan bir şövalye ile prenses hislerini itiraf etmekten çekinir. Elio, böyle bir cesareti asla gösteremeyeceğini söyler. Bunun üzerine babası, üstü kapalı bir şekilde onu cesaretlendirmeye çalışır ve yanında olduklarını vurgular. Ertesi gün, bu masal hakkında Oliver ile kısa bir sohbet ederler. İkisinin de cevapları sessizliklerindedir. İçlerinde olan, gizlenen şeyler bütün güçlüğe rağmen yaşanabilir mi?
Ve artık bütün duygularını, hislerini birbirlerine itiraf etme zamanı gelmiştir. Oliver’ın notları için kasabaya gittiklerinde, bir savaş anıtının önünde konuştukları sırada beklenen ilk itiraf Elio’dan gelir. Açık açık kelimelere dökmese de Oliver’ın bilmesi gerektiğini düşündüğü için bu küçük itirafta bulunur. Oliver ise böyle şeyleri konuşamayacaklarını söyler. Bunun nedenini, böylesi duyguların toplumda büyük yankı uyandırması ve asla kabul görmeyecek olmasıyla açıklar. Bu yüzden yalnızca toplum önünde değil, kendi aralarında bile bu hisleri dile getirmemeleri gerektiğini belirtir. Böylece Oliver’ın mesafeli ve soğuk tavırlarının ardında, aslında duygularını itiraf etmeleri hâlinde karşılaşacakları toplum baskısından ve görecekleri tepkilerden duyduğu korkunun yattığını öğreniriz.
Büyük itirafın ardından Elio, Oliver’ı gizli yerine götürür: buz gibi suyun aktığı ağaçlık bir alan. Burada vakit geçirip sayısız kitap okuduğunu anlatır. Bu mekân, Elio’nun kalbini Oliver’a açtığının simgesidir. Çünkü insan âşık olduğunda kalbinin en derinini sevdiğiyle paylaşır. İlk öpücük de burada gerçekleşir ve hikâyeleri Elio’nun gizli yerinde başlar.

Hislerini birbirlerine itiraf etmelerinin ardından ilişkileri somut bir birlikteliğe dönüşür. Yönetmen Luca Guadagnino, bu sahneyi yalnızca bedensel bir birleşme olarak değil; ikili arasındaki gerçek duygu yoğunluğunu ve aralarındaki çekimi ön plana çıkararak işler. Sahne, ana akım romantik filmlerde sıkça gördüğümüz boğucu, göz alıcı ya da yapay romantizmlerden farklı bir dünya sunar izleyiciye. Guadagnino, yalnızca fiziksel birleşmeye odaklanmak yerine karakterlerin yüz ifadelerine, sessiz iletişimlerine ve birbirlerine fısıldadıkları sözcüklere yoğunlaşır. Böylece ortaya yalnızca fiziksel bir deneyim değil; Elio’nun yetişkinliğe attığı ilk adım ve Oliver ile kurduğu güçlü bağ çıkar. Yönetmenin duyguları bu denli yoğun hissettirmesi, izleyicinin aşk hikâyesini farklı bir açıdan görmesine olanak tanır ve bu da hikâyeyi unutulmaz kılar.
“Adınla çağır beni, ben de seni benimkiyle” dedi. “Hayatım boyunca böyle bir şeyi hiç yapmamıştım ve kendi adımı, sanki onun adıymış gibi söyler söylemez, beni hayatımda daha önce hiç paylaşmadığım ve sonrasında da paylaşmayacağım bir diyara götürdü.” (s. 136)
Eğer Mümkün Olsa: Ayrılığın Sessiz Gözyaşları

Elio ve Oliver, kaçınılmaz sona yaklaşırken birkaç günlüğüne de olsa özgürlüğe kanat çırparlar. Tarihî sokaklarda şarkılar eşliğinde dans etmeleri, yağmurlu bir ormanda nefesleri yettiğince birbirlerini adlarıyla çağırmaları, sessiz dokunuşları… İkisinin de belleğinde kalan bu anılar, o yazın belki de en parlak ama aynı zamanda en hüzünlü günleri olmuştur.
Sona gelindiğinde tren istasyonundaki vedalaşma sahnesi, derin bir sessizlik ve Elio’nun akıtamadığı gözyaşlarıyla işlenir. Tren uzaklaştıkça Elio’nun gözlerinde kalan boşluk, Oliver’ın uzaklaşan siluetiyle büyür. Son sahnede Elio, Oliver’ın sesini son kez duyar; aralarındaki hüzün dolu konuşmanın ardından Oliver’ın artık tamamen hayatından çıktığını öğrenir. Gözyaşları içinde kalan Elio, izleyiciyi derin bir hüzünle baş başa bırakır. Büyümenin, aşkın ve kaybın iç içe geçtiği hikâyenin en sarsıcı anlarından biridir bu.
“Biz yıldızları bulmuştuk, senle ben. Ve bu, sadece bir kez verilmişti bize.” (s. 241)
Mr. Perlman: Zarif, Nazik, Örnek Bir Baba

Bay Perlman, nazik, kibar, naif, entelektüel ve oldukça anlayışlı bir baba figürü olarak karşımıza çıkar. Oğlu Elio’ya geleneksel kurallar koymak yerine, hata yapmasının ve incinmesinin de hayatın bir parçası olduğunu; bunlardan ders çıkararak yoluna devam etmesi gerektiğini öğreten olgun ve bilge bir kişiliğe sahiptir.
Oğlunun sahip olduğu cinsel kimlik veya yaşadığı aşk acısı için onu küçümsemez, yargılamaz ya da nefretle yaklaşmaz. Aksine güven vererek, nazik ve hassas bir şekilde hatta yer yer övgüyle yaklaşır. Bay Perlman’a baktığımızda, örnek bir baba figürü olduğunu görürüz. Oğlunun yaşadıklarını görmezden gelmek ya da unutturmak yerine, duygularını el değmeden yaşamasına izin verir. Acısını hafifletmeye çalışmak yerine bu duygularını da yaşaması gerektiğini; çünkü yaşadıklarının değerini ancak tüm hislerini kucaklayarak anlayabileceğini bilen bir kişiliğe sahiptir. Elio’yu cesaretlendirir; hem onun hem de Oliver’ın iyi ve cesur insanlar olduğunu, yaşadıkları nedeniyle onlara hayranlık duyduğunu dile getirir.

Bay Perlman, toplumun kalıplaşmış baba figürlerinden farklıdır. Elio ile yaptığı konuşmada ona cesaret vermesinin en önemli nedeni, toplumun Elio ile Oliver arasındaki ilişkiyi öğrendiğinde onları aşağılayıp dışlayacağını bilmesidir. Çünkü insanlar, geçmişte olduğu gibi günümüzde de belirlenen kalıplara uymadıklarında dışlanır ve yalnız bırakılır. Bu sahnedeki diyaloglar kitapta daha ayrıntılı olsa da konuşmanın en etkileyici kısmı, yönetmenin başarılı görselliğiyle filme birebir aktarılmıştır. İnsanlar farklı seçimler yapabilir, yanlışlar işleyebilir; fakat bu, başkalarına onları yargılama, aşağılama ya da dışlama hakkı vermez. Çünkü herkes kendi hayatından sorumludur.
“Doğa, en zayıf noktamızı bulma konusunda çok ustadır. Yeter ki unutma: Ben varım. Şu anda hiçbir şey hissetmek istemiyorsun. Belki de hiçbir zaman hissetmek istemedin. Bu şeyler hakkında konuşmak isteyeceğin kişi belki de ben değilim. Ama yaptığın şeyi hisset.” (s. 221)
Yapılan bu duygusal sohbet ve bu sohbette verilen mesaj, bana göre filmin ve kitabın zirve noktasını oluşturuyor. Bu noktada sohbeti basite indirgemek imkânsız hâle geliyor; çünkü yapılan konuşma, empatiyle beslenen sevginin ve olgunluğa giden yolun sembolik bir göstergesi olarak seyirciye başarılı bir şekilde aktarılıyor.
Kitaplardan uyarlanan her filmde olduğu gibi Adınla Çağır Beni de anlatım yönetimi, zaman kurgusu, dönemsel değişiklikler ve final sahneleri açısından farklılıklar içerse de, oldukça başarılı bir uyarlama olarak izleyicilerin hafızalarında kalıcı bir yer edinmiştir.
Kaynakça
- Aciman, André. Adınla Çağır Beni. Sel Yayıncılık, 2014.
- Akbulut, İpeknur. “Film Analizi: Beni Adınla Çağır.” Mona Psikoloji, 11 Şub. 2021, Web. Erişim Tarihi: 26 Ağustos 2025
- Aloysius, Maria. “Call Me by Your Name (2017): Lessons in Fatherly Love & Acceptance – Elio’s Father’s Monologue.” Medium, 26 Oca. 2023, Web. Erişim Tarihi: 30 Ağustos 2025
- Altuntaş, Melikşah. “Söylemek mi Daha İyi, Yoksa Ölmek mi?: Call Me by Your Name.” Bant Mag, Web. Erişim Tarihi: 23 Ağustos 2025
- Erduğan, Mehmet. “Edebiyattan Sinemaya: Bir Yaz Romantizmi; Beni Adınla Çağır.” Independent Türkçe, 12 Ağu. 2021, Web. Erişim Tarihi: 24 Ağustos 2025
- Güran, Simla. “O An: Beni Adınla Çağır.” Perasinema, Web. Erişim Tarihi: 24 Ağustos 2025

 
                                    


Kalbimde derin izler tasiyan bir filmdir. Univeristeyi kazandigim yil izlemistim. Bende ayni Elio gibi duygularimi kendimi yeni yeni taniyordum. Guzel bir yazi olmus. Unuttugum sahnleri yazinla birlikte tebessumle hatirladim.
Çok teşekkür ediyorum değerli yorumunuz ve vakit ayırıp okuduğunuz için.