Çocukluğundan itibaren edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinin arasında büyüyen ve edebiyatımızın en önemli isimlerinden biri olan Mîna Urgan‘ın hayatını A’dan Z’ye kadar birlikte inceleyelim!
Aziz Nesin

Aziz Nesin ile yolları kesişen Mîna Urgan, düşünceleri, hayata bakış açıları sayesinde kısa sürede sıkı dost oldu. Nesin Vakfı’nın kuruluşunda rol oynayan Urgan, vakfın ilk yönetim kurulunun başkanı olmuştu. Çocuklarla olan ilişkisine herkesin hayranlıkla baktığı Nesin’in bu konudaki bir diğer hayranı da Mîna Urgan’dı. Vakıfta çalışırken onu görmeyi “mutluluk” olarak tanımlayan Urgan, çocukların bu kadar çok sevdiği, “dedemiz” diye hitap ettiği Nesin’in, içinde hâlâ büyümeyen bir çocuk olduğu gerçeğine inanıyordu.
Bodrum

1970’li yıllarda Bodrum’dan bir ev satın alan Mîna Urgan, yaşlılığının büyük bir kısmını Bodrum’da geçirdi. Annesi Şefika Hanım’ın ailesinden kalan bir arsa tesadüfen ortaya çıkmıştı, annesinin kendisine arsanın parasını verirken “Bodrum’dan bir ev al, orayı çok seviyorsun” demesiyle burada bir ev sahibi olabilmişti Urgan. Kumbahçe’de aldığı evden birkaç sene sonra, turizm merkezlerinden biri haline gelen Bodrum, yaz aylarında herkesin koşarak gittiği bir yer olmuşken Urgan için koşarak kaçtığı bir yer haline dönüvermişti aniden. En güzel zamanının bahar ve kış ayları olduğunu dile getiren Urgan, yaz aylarında İstanbul’daki evine dönerdi.
Cahit Sıtkı Tarancı

Cahit Sıtkı Tarancı ile Paris’te bir araya gelen Urgan, Tarancı’dan “iyi yürekli ve sevgi dolu” şeklinde bahsederdi. Herkes için kullanılan bu tabirin ise en çok Tarancı’ya yakıştığını, bu tabirleri hak eden ender insanlardan biri olduğunu da belirtti. Yakın arkadaşı Avukat Mehmet Ali Aybar ile Paris’te buluştukları sırada, aralarına Cahit Sıtkı da dahil olmuştu. Aybar ile tartışmaya başlayan Urgan, Tarancı’nın daha önce hiç duymadığı şu dizeleri sayesinde tartışmanın sonlandığını dile getirdi.
“Değil kardeşim, değil; gök mavi değil,
Dal yeşil değil, ayrı suda yüzer bindiğimiz gemiler.”
Bu dizeler Cahit Sıtkı Tarancı’nın İmkansız Dostluk şiirinin birinci ve son dizeleri olarak karşımıza çıkmakta.
Çağ Ötesi

Mîna Urgan, eserlerinde de dile getirdiği gibi kendisini hiçbir zaman çağın insanı olarak tanımlamaz. Yaşadığı çağdan bir noktada hep ayrı düşer. Yaşantılarından yola çıkarak kaleme aldığı Bir Dinozorun Anıları ve Bir Dinozorun Gezileri kitaplarında da çağla bütünleşmeyen yanlarına, okurları olarak şahit oluruz. İlk baskılarını 1998 – 1999 yıllarında yapan Urgan, görüşleri ile günümüzde mücadelesi hâlâ devam eden noktalara parmak basmakta.
Dinozor

Otobiyografik bir özellik taşıyan bu iki eser bizlere Urgan’ın yaşantısından kesitler sunmakta. “Kendisi gibi bir ihtiyarın hayatını kim merak eder ki?” sorusuyla çıktığı bu yolculukta çok satanlar listesine girip kitaplarının tekrar baskıları yapıldığında, bu defa aklından şu düşünceleri geçirir Urgan: “Kitaplarımın nasıl bu kadar sattığını hiç anlamadım, hâlâ da anlamıyorum. O kadar aykırıyım ki bu topluma. Çok satıyorum, acaba çok mu bayağı yazıyorum? Acaba yanlış bir şey mi yaptım?”
Topluma aykırı olduğunu kendisi de ifade eden Urgan, “dinozor” kelimesini lakabı olarak kullanırken yine aynı aykırılığı gözler önüne serdi. Dinozor olmanın gurur verici bir şey olduğunu ve bu kelimeyi seçerken nesli tükenmiş bir hayvandan ziyade direnişin, cesaretin ve kaybolan insani değerlerin bir sembolü olduğunu düşündüğü için seçtiğini ifade etti.
Edebiyat

İngiliz edebiyatına olan hakimiyetiyle “duayen” olarak görülen Mîna Urgan, bir nevi edebiyat dünyasının içine doğmuştu. Küçüklüğünden beri yakından tanıdığı yazar ve şairlerin arasında edebiyata ilgi duymadan büyümesi neredeyse olanaksızdı. Çocukluğunda itibaren aldığı Fransızca ve İngilizce dersleri sayesinde lisans eğitimini Fransız Filolojisi, doktorasını İngiliz Dili ve Edebiyatı alanlarında tamamladı. İngiliz edebiyatından Türk edebiyatına yaptığı çevirilerle edebiyatımıza büyük bir miras bıraktı.
Falih Rıfkı Atay

Falih Rıfkı Atay, Urgan dört yaşındayken annesi Şefika Hanım ile evlenmişti. Biyolojik babasını pek hatırlamayan Urgan, öz babasını Falih Rıfkı olarak görmüş ve onunla çok sıkı bağlar geliştirmişti. Anılarında Falih Rıfkı ile annesinin evliliklerinin pek iyi gitmediğini aktaran Urgan, Falih Rıfkı Atay’a olan sevgisi sebebiyle onu hep aile içerisindeki kaotik ortamdan uzaklaştırmak için çaba gösterdiğini de ifadeleri arasına eklemişti.
Garipçiler

Garipçiler ile yakın bir dostluk kurmuştu Mîna Urgan. Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Orhan Veli, Ankara’dan döndüklerinde bir de hava güzelse hep Eminefendi Kahvesi’nde buluşurlarmış Urgan’la. Orhan Veli‘yi uzun ve ince bacakları, oldukça zarif, biçimli elleri ve çatlak sesiyle söylediği türkülerle anlattı kitabında. Elini yanağına koyup söylediği türküleri böylesine çatlak bir sesle nasıl bu kadar güzel söyleyebildiğine şaşırır kalırmış her defasında.
Halide Edip Adıvar

Mîna Urgan’ı bebekliğinden beri tanıyan Halide Edip Adıvar, İstanbul Üniversitesine önce İngiliz Edebiyatı Bölüm Başkanı ve ardından hemen dekan olarak atandığında Urgan bölümde asistan olarak çalışmaktaydı. Adıvar’ın asistanı olarak çalışmak onu fazlasıyla zorlamaktaydı çünkü geçmişten gelen bir nevi torun – büyükanne ilişkisi ve asistan – profesör ilişkisi Urgan’ı en çok zorlayan nedenlerden bazılarıydı. İngiliz edebiyatı konusundan kendini yetkinleştirmek için oldukça fazla çaba sarf eden Urgan, Adıvar’ı İngilizcede kendinden çok yetkin görmesine karşın konu İngiliz edebiyatına geldiğinde onu eğitiminden dolayı çok yetkin görmüyordu. Adıvar’ın, İngiliz edebiyatını daha modern ve daha ayrıntılı anlatan kaynaklar kullanmak yerine, kendi eğitimi sırasında kaynak olarak kullanılan İngiliz edebiyatı kitabıyla derslere girmesi, Urgan’ın tabir-i caizse tahammül edemediği noktalardan biriydi.
İhtiyarlık

İhtiyarlamakla ilgili hiçbir dergi olmayan Urgan, bunu tam tersine gurur kaynağı olarak gördü. Yaşlanmanın ya da yaş almanın hayatına kazandırdığı güzelliklerle hep övündü. Yaşını gizleyen, eksik söyleyen insanları hiç anlamadığını savundu her zaman. Yaşını açıkça söyleyebilen kadınların hayatta her şeyi açıklayabileceklerine inanıyordu. “İyi ihtiyarlamak için yiğit olmak gerekir” sloganı ile kendisini dinç bir ihtiyar olarak tanımladı.
Kavanoz Pehlivan

Mina Urgan, hastalanmayı güçsüzlük olarak görürdü. Yüksek ateşlerle, ağır hastalıklarla uğraşırken hiçbir şeyi olmadığını iddia ederek günlük hayatına kaldığı yerden devam etmeye çalışırdı. Annesi, bu korkusuz duruşu yüzünden onunla şakalaşarak Urgan’a “kavanoz pehlivan” ismini takmıştı. “Kolayca kırılabilecek bir cam fanus içinde, mevcut olmayan pazularını şişirerek kabadayılık taslayan ufak bir yaratık.”
Mustafa Kemal Atatürk

Şefika Hanım’ın Atatürk’ün manevi kızının düğününe davet edildiğini öğrenen Urgan, düğüne gidip Atatürk ile tanışmak için oldukça can atmıştı. Annesinden izni alamayan Urgan’ı yakın arkadaşları Ruşen Eşref düğüne götürmüş. İşte o büyülü an, Atatürk’ün Mîna Urgan ile dans ettiği an, bu düğünde yaşandı. Annesini Atatürk ile sohbet ederken gören Urgan, koşarak onların yanına gitmiş ve Atatürk ile tanışmıştı. Çocuklara olan sevgisine pek çok yerde şahit olduğumuz Atatürk, Urgan ile okulu, nelerden hoşlanıp hoşlanmadığı, okuduğu kitaplar ve hayalleri üzerine uzun bir sohbet gerçekleştirdi. Sohbetin sonlanmasına yakın orkestranın vals çalmasıyla birlikte Atatürk, Urgan’ı dansa kaldırdı.
Nâzım Hikmet

Nâzım Hikmet‘in annesi Celile Hanım ile Urgan’ın annesi Şefika Hanım iki yakın dosttu. O zamanlar “Celile’nin oğlu” olarak bildiği Nâzım’ı ilk gördüğünde on iki yaşındaydı Urgan. Kadıköy’de karpuz sergisi açan Nâzım’ın sergisini gezmeye gitmişti annesiyle birlikte. Daha sonra birkaç kere daha karşılaşmışlar fakat dostlukları pek de ilerlememişti. Nâzım Hikmet hapishanedeyken onun anılarını ve şiirlerini okuyarak hayran olmuştu Urgan, edebiyatımızın en büyük şairine.
Oğuz Atay

Oğuz Atay ile ayaküstü tanışıklığı olmasından derin bir mutsuzluk duyar Urgan. Atay ile ilk görüşmelerini şu cümlelerle ifade eder: “Koskocaman ve güzel bir kediye benziyordu. Ona elimi uzatınca ‘miyaaav!’ diyecek sandım. Miyavlayacağı yerde, ‘tanıştığımıza memnunum’ deyince, şaşırıp kaldım.”
Özgürlük

Neredeyse kendini bildi bileli hürriyeti için savaştı Urgan. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarının insanlığa ışık tuttuğunu savundu her zaman. Bazen yürüyüşlerde bazen grevlerde en ön safta durdu. Yaşı gereği artık bu hareketlere katılmaması istendiyse de kimseyi dinlemeyerek gerektiğinde yirmi saate yakın yolculuklar yaparak yürüyüşlere gerektiğinde de açlık grevlerine katıldı. Dönemin şartlarında pek bir değişiklik olmasa da önce suçsuz yere yargılanan arkadaşları sonra da kendisi için kararlı bir tavırla düşünceleri doğrultusunda hareket etti.
Profesör

Mîna Urgan, annesi Şefika Hanım’ın dil eğitimine çok fazla önem vermesiyle küçük yaşlarından itibaren yeni diller öğrenmiş ve eğitimlerini bu çizgide ilerletmişti. Lisede Arnavutköy Amerikan Kız Kolejinde, üniversitede İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi bölümünde eğitimini tamamladı. Ardından yine aynı üniversitede doktora eğitimine başlayan Urgan, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında uzmanlaştı. 1960 yılında da İstanbul Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı Profesörü olarak çalışmaya başladı ve 1977 yılında da bu görevinden emekliye ayrıldı.
Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik ile 1940 yılında Nurullah Ataç sayesinde tanışan Urgan, bu tanışıklığın kendisi için çok büyük mutluluk olduğunu düşündü. Edebiyatımızın en kıymetli hikâye yazarlarından Sait Faik’i ilk kez o tanışıklıktan sonra okuyan Urgan, bu durumdan daha da mutlu olarak arkadaşlığını ilerletti. Burgazada’da yaşayan Sait Faik, ada hayatının tam içinde, her sokakta her mekanda insanın karşısına her an çıkabilecek gibi bir hayat sürermiş. Kendisini eve kapatıp masa başında oturarak hikâye yazmak yerine bulunduğu ortamlarda aklına ne geldiyse defterini cebinden çıkartıp dizinin üstüne yerleştirir, aklına gelenleri deftere geçirdikten sonra da defteri kapatıp tekrar cebine koyarmış.
Şefika Hanım

Şefika Hanım ile bekarlığında da evliliğinde de aynı evi paylaştı Urgan. Onunla aynı evi paylaşmanın çok heyecan verici olduğunu da dile getirdi. Babası tarafından okula gönderilmeyen Şefika Hanım, evde Fransızca, divan edebiyatı, tarih, Kuran-ı Kerim ve piyano dersleri almıştı. Hem Batılı hem de Osmanlı eğitimlerine uzun bir vakit harcayan Şefika Hanım, anadili gibi Fransızca bildiğinden çok fazla kitap okumuştu. Urgan, annesinin okula gitmeden bu denli eğitimli bir insana dönüşmesine şahit oldukça “okula gitseydi kim bilir neler başarırdı” düşüncesinden kendini bir türlü alamamıştı uzun bir süre. Urgan’ın büyüdüğü evde sürekli olarak Fransızca konuşulmuş ve kendisine çocukluğunda beri İngilizce eğitimleri verilmişti. Bunun sayesinde annesi gibi kitaplara çok düşkün biri olarak yetişmişti.
Tahsin Nahit

Tahsin Nahit, edebiyatımıza “Adalar Şairi” olarak nam salmıştı ve Fecr-i Ati topluluğunun önemli isimlerinden biriydi. Aynı zamanda Mîna Urgan’ın da babasıydı. Babası ile neredeyse hiç vakit geçiremeyen Urgan, kendisi henüz iki – üç yaşlarındayken babasını kaybetmişti. Edebiyat dünyasının içinde olan Nahit’i sadece arkadaşlarının anılarından tanıdı Urgan. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” eserinde Tahsin Nahit ve eşi Şefika Hanım ile ilgili kullandığı cümleler, Urgan’ın bebeklik yıllarında büyüdüğü ortama da ışık tutar aynı zamanda.
“Tahsin Nahit her şeyden önce Adaların, ada çamlıklarının, ada mehtaplarının şairi olarak tanınmış; hanımı Büyükada’da doğup yetişmişti ve diyebilirim ki, bize Ada’nın güzelliklerini öğreten, Ada’yı sevdiren de onlar olmuştu.” (Bir Dinozorun Anıları, s.205)
Urgan

Mîna Urgan kendisine soyadı ararken içerisinde “u” harfinin olduğu bir isim arayışı içerisindeymiş. O zamanlar yakın arkadaşı olan fakat daha sonra fikir ayrılıklarına düşerek aralarının açıldığı Necip Fazıl Kısakürek, “Urgan” kelimesini önermiş.
Üslup

Eserlerinde anlaşılır ve sade bir üslup kullanan Urgan, akademisyen kimliğiyle kaleme aldığı edebiyat tarihi, inceleme ve araştırma tarzı kitaplarında da üslubunun anlaşılır olmasına dikkat eder. Yaşantı tarzında kaleme aldığı iki eserindeyse dilini yine basit tutmuş ve okuru kendi dünyasının içerisine çekmişti. Üslubunun kolaylığı sayesinde okur, Urgan o anları yaşanırken etrafta olan kişilerden biriymiş gibi hisseder.
Yahya Kemal Beyatlı

Yakup Kadri’nin “şahane bir tembel” kelimeleriyle tanımladığı Yahya Kemal Beyatlı‘nın, şiirleriyle edebiyatımıza bıraktıkları, yadsınamaz bir gerçeklik olarak bilinmekte. Hayatı boyunca hiçbir işte çalışmadığını ve kendine ait bir evinin hiçbir zaman olmadığını ifade eden Urgan, uzun bir süre kendi evlerinde, tanıdıkları başka insanların evinde ve bedavaya denk getirebilirse otellerde kaldığını dile getiriyor. Yazarlık ve şairlik eşrafında, kendinden başka kimseyi düşünmemesi ve olaylara ürkek yaklaşmasıyla tanınırdı. Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım ile olan büyük aşkları, yine Yahya Kemal’in göze alamadığı “insanlar ne der” düşüncesi sebebiyle sonlanmıştı. Urgan, Nâzım Hikmet’in açlık grevine girdiği sıralarda onun için imza toplayan annesini görüp imza vermeye yanaşmayan Yahya Kemal’in bu davranışını, şairliğinin ustalığına yakıştıramadığını da ifadeleri arasına ekliyor.
Kaynakça
Urgan, Mina. Bir Dinozorun Anıları. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: Şubat 2018.
Urgan, Mina. Bir Dinozorun Gezileri. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: Ekim 2018.
Urgan, Mîna. İngiliz Edebiyatı Tarihi. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: Mart 2010.
eaomag.com “Zamanın Ötesinde Bir Kadın: Mîna Urgan” web


