Balzac,dünya edebiyatı için çok önemli bir yazar olmasının yanında acılarıyla,sıradışı hayatıyla da konuşulmaya değer bir yazar olmasıyla bilinir. 18 Ağustos 1850’de hayata gözlerini yuman yazarı ve onun hikayesini ve bu hikayenin eserlerine yansımasını ölüm yıldönümünde sizlerle paylaşmak istedik. Keyifli okumalar!
HAYATI
20 Mayıs 1799’da,Fransa’nın Tours kentinde,ruhsuz ve kasvetli bir ailenin içinde doğdu Balzac. Babası Bernard François Balssa bir memurdu,annesi Anne Charlotte Laure Sallambier ise Paris’in ünlü ve seçkin bir ailesinin biricik kızıydı,François Balssa ve eşi arasında 30 yaş vardı. Yazarın asıl ismi Honoré Balssa‘ydı. İsmini değiştirip,daha şehirli bir görüntü kazandırmak istediğinden dolayı ismine ‘de’ ekledi. Bu kasvetli ailede yaşamaya başlayan yazar,özellikle annesinin onun için hissettirdiklerini şu sözlerle aktarır: “Benim hiçbir zaman bir annem olmadı.Benim hayatımdaki bütün kötülüklerin nedeni annemdir.”
Bu acıklı sözleri söylemesinin sebebi annesinin daha minik bir çocukken onu evden atmasıydı. Bazı kaynaklara göre yazar dört yaşına kadar bir yetimhanede,bazıları için de başka bir evde kalmıştır. Bu süreçte ailesini yalnızca pazar günleri görebildi ve kardeşleriyle görüşmesine bile izin verilmedi. Böylesine zorluklar atlatmış bir çocuk olduğu için okul hayatında da epey zorlandı. 8 yaşında babası onu Collège des Oratoriens’e gönderdi,burada altı yıl eğitim gördü. Bu okul sıralarında matematik derslerini dinlemek yerine kitapların sayfalarını karıştırıp onları gizlice okumaya başladı. Ardından aile Paris’e taşındı. Honore de Charlemange isimli lisenin ardından,edebiyat okumak istemesine rağmen eğitim konusunda sıkı kriterleri olan babasının ısrarıyla veyahut emriyle Sorbonne Üniversitesi‘nde hukuk okudu. Okul bittikten sonra bir noterin yanında çalışmaya başlayan Balzac,işini severek yapmaktan çok uzaktı,kafasında hep yazmak vardı. 1819’da aile geçinemediği için Paris’in yakınlarında bir kasabaya taşındı. Hayallerinin suya düştüğünü hisseden yazar,o günlerde iyi bir edebiyatçı olabilmek için Paris’te bulunmak gerektiğini biliyordu. Balzac,umudunu kesmeyip bu konuyu ailesine açtı ve beklediği cevap olan ‘hayır’ ı almasına rağmen onlardan koparak,Paris’te küçük bir tavan arasına yerleşti ve burada durmadan yazdı. Bu yaşadığı yeri ve içindeki sıkıntıları fantastik bir dille yazdığı La Peau De Chagrin adlı öyküsünü 1831 yılında yayımladı. Fakat bu odada ilk kez 1820 yılında Cromwell isimli bir tiyatro oyunu yazdı.
Bu eser, tamamiyle çocukluk hayatında ailesiyle yaşadığı sıkıntıların trajik bir anlatımla yazıya dökülmüş haliydi. Hayatı gibi oyunun da kasvetli ve rutubetli bir havası vardı. Bu eseri istediği başarıyı yakalayamadığı için,1822’ye kadar mahlaslar kullanarak bir sürü hikaye ve roman yazdı fakat yazarlar çevresinde adını yine duyuramadı. Tüm bunların ardından bir yayınevi açmaya karar verdi ama yine başaramayıp yayınevini batırdı. Zaten karamsar bir yapıda olan yazar,bu olaylardan sonra umudunu kaybetti. Bu süreçte,çok karışık olan aşk hayatı başladı. Bir alt başlık olarak açacağımız bu dönemden şimdi kısaca bahsetmek gerekirse; ilk olarak 1827 yılında yani Balzac 28 yaşındayken, 45 yaşındaki Madame Laure de Berny ile tanıştı. Uzun yıllar sürecek bir aşkın tohumlarını ekerken,Balzac Madam Berny ile birlikteyken onu yine kendinden oldukça büyük bir kadınla aldattı. Madam Berny onun tüm maddi sıkıntılarını karşılarken aynı şekilde hayatındaki neredeyse tüm kadınları zengin çevreden edinmişti ki bu sonunda bir doyumsuzluk ve takıntı haline gelmişti. Yıllar boyu birçok kadınla birlikte olan yazar bundan hiç gocunmadı ve kitaplarındaki karakterler için ilham kaynağı oldu hepsi.
Yalnızca gece olunca yazabilen ve kahvesiz,yemeksiz yapamayan yazar için özellikle acı kahve yanından ayılmazdı. Yazar ölümüne kadar 95 eser yazdı. Tarihi olarak yazdığı roman Les Chouans ,Balzac’ın edebiyat hayatının başlangıç noktasıydı. Aynı yıl Physiologie du Mariage’i çıkardı ve 20 yıl boyunca aynı şekilde,durmadan yazmaya devam etti. 1842 yılında kitaplarını İnsanlık Komedisi adı altında düzenli bir hale getirdi. Bu eser,onun dünya çapında bilinen bir yazar haline gelmesini sağlayan en önemli eseridir. Ardından yazdığı Goriot Baba isimli eseriyle dünya edebiyatında artık tam anlamıyla ‘bilinen ve sevilen’ bir yazar oldu.
Yazar,tüm bunların ardından 18 Ağustos 1850’de,51 yaşındayken içtiği fazla kahvelere vücudunun dayanamadığı gerekçesiyle öldü. Hayatının son zamanlarını da yazarak,artık kimilerine göre şizofreni seviyesine gelecek kadar yazarak ve kahve içerek geçirdi ve ardında bıraktığı güzel eserleriyle birlikte bu dünyadan ayrıldı.
AŞK HAYATI
Balzac,aslında bakılırsa tırnakları pis,hiçbir şeyi beğenmeyen,kötü kokan ve insanların içinde burnunu karıştıracak kadar bakımsız olan bir adamdı. Ama konu kadınlarla konuşmaya gelince,dillerinden anladığı için midir bilinmez, çoğu kadını etkiliyordu. Önceden de bahsettiğimiz gibi ilk 1827 yılında,Madam Berny ile 15 yıl süren ihtiraslı bir ilişkisi başladı. Vadideki Zambak‘ın kadın figürünü oluşturan kadın da Madam Berny’dir,birçok açıdan Madam de Mortsauf ile benzeşen Madam Berny de tıpki kitapta Felix‘in ona yaptığı gibi Madame Berny ile yaşadığı ilişkisi devam ederken araya Düşes d’Abrantes ile de bir ilişkisi oldu. Balzac, yine kendinden yaşça büyük bir kadını seçmişti. Prens Metternich ile de devam eden bir birlikteliği olan Düşes d’Abrantes ile tanışır tanışmaz ona sahip olmayı aklına koymuş ve sonunda da aklına koyduğunu yapmıştı. Tıpkı Madame Berny gibi Düşes de onun borçlarını ödemiş,maddi olarak yardım etmişti. Yazarın zengin kadınlara olan ilgisinin burada örnekleri başlamış oldu. Onun için aşk: ”Yeni bir aşk,yeni bir dert demektir.” sözleriyle özdeşleşir.
(Madame Laure de Berny)
Bu çirkin görüntüsüne rağmen sosyeteden birçok kadınla ilişkisi olan Balzac’ı ilk reddeden kadın Fransa’nın en güzel aristokratlarından Marquise de Castries‘ti. Balzac’ın ‘itici dış görünüşünü’ hiç sevmediğini söyleyen bu kadın ilk olarak tarihe geçse de Balzac bu kadının intikamını La Duchesse de Langeais isimli romanında aldı.
Bu kadının ardından yazar ‘ecnebi’ olarak adlandırdığı Polonyalı ve evli bir hayranından mektuplar almaya başladı. Kontes Ewelina Haska ile 17 yıl süren uzun bir mektuplaşma ve tutkulu bir bağ oldu aralarında. Bu süreçte yalnızca iki kez görüştüler,bir kere ertesi yıl İsviçre’de, bir kere 1835’te Viyana’da. Ardından Ewelina’nın eşinin ölmesiyle evlenmeye karar verdiler fakat Balzac’ın ekonomik durumu kötü olduğundan bu çok sonra,yazar ölümüne hastayken gerçekleşti. Yazar,Ewelina’ya olan hislerini geçtiği bir kitapta ona olan aşkını şöyle anlatır;
“Haziran 1835
Sevgili meleğim,
Senin için deli gibiyim, birisi ne kadar deli olabilirse: arasına senin girmediğin iki düşünceyi bir araya getiremiyorum. Senin dışında hiçbir şey düşünemiyorum. elimde olmadan, hayal gücüm beni sana taşıyor. Seni tutuyorum, seni öpüyorum, seni okşuyorum, dokunuşların en şehvetlileri beni ele geçiriyor. Kalbimdeyse, her zaman olacaksın. orada nefis bir hissin var. ama tanrım, eğer beni sağduyumdan yoksun bıraktıysan bana ne olacak? Bu, bu sabah beni korkutan bir saplantı.”
İşte ihtiraslarla ve doyasıya yaşadığı aşklarıyla,zengin kadınlara olan ilgisiyle Balzac’ın aşk hayatı böyledir.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
- Romanın Shakespeare’i olarak bilinen Balzac,ilk yazdığı oyundan beri romantizm karşıtı bir anlatım kullandı fakat ilerleyen dönemlerde romantizmi de kullandı eserlerinde.Hayatı çok trajik olsa da doğalcılık ve özellikle realizm akımlarının etkisinde olan eserler verdi. Goriot Baba isimli romanı aynı zamanda gerçekçilik akımının baş eseri olarak adlandırılır.
- Yazdığı ilk oyunun ardından sevdiği şeyin bu olmadığına karar verdi ve roman türünde eserler kaleme aldı. Yazdığı 90 tamamlanmış,50 tane ise taslak halde eseri bulunmakta.
- Olağanüstü gözlemciliği sayesinde kitaplarında genellikle gözlemci bakış açısını kullanıp uzun uzun betimlemelere,doğanın tonlarına yer verdi.
- Hayatına giren ve onun için önemli olan kişileri ve yaşayıp etkilendiği olayları eserlerine aktarmaktan kaçınmadı. Çocukluk anıları,aşık olduğu kadınlar,onu ayıplayan bir kadın ve Paris’te kaldığı o küçük oda başta olmak üzere kitaplarında hayatının izleri görmezden gelinemeyecek kadar fazlaydı.
- Edebiyata realizmi ve natüralizmi katmasının yanında yazar aynı karakterlerin bir sürü eserde olabileceği düşüncesini de dünya edebiyatına kazandırdı.
- Yazdığı kitaplar yüzünden çok kez depresyona yöneldi,yazdığı otobiyografik eserde de bundan bahsetti.
- Ayrıca yazar karakterleriyle yaptığı fazla empatilerle de bilinir. Hatta bunun neredeyse şizofrenliğe gittiğini ve son zamanlarında şizofreni olduğunu söyler doktoru.
- Tüm bunların sonunda,edebiyatı realizm akımını ve modern roman anlayışını kazandırarak Romanın Shakespeare’i haline geldi.
YAZMA ALIŞKANLIKLARI VE KAHVE BAĞIMLILIĞI
Normal bir yazardan çok daha farklı alışkanlıları vardı Balzac’ın. Zaten toplumla örtüşemeyen yapısı da eklenince bu alışkanlıları iyice farklılaştırdı onu.
Öncelikle yalnızca ışıklar söndüğünde ve vakit gece olduğunda yazabilen yazar bir yazarın yazması için kahve içmesi gerektiğine inanırdı.
Acı kahveler ve oturduğu yerden aldığı karbonhidratlı besinler onun kalbini elbette zorluyordu fakat alkol yerine kahveyi tercih eden bir yazardı o.
Kahvenin onun için acının bir çeşit bir yansıması olduğu ve bunu yazılarına aktardığını düşünebiliriz belki.
Günde 20 saate yakın çalışan yazar bir bu süreçte yine yirmiye yakın kahve içerdi. Bu onun sonunu getirdi elbette. Fazla yazmaktan,fazla içmekten ve fazla yemekten çöktü bedeni.
Sonuç olarak Balzac,acılarıyla,yaşadığı zorluklarla,yol gösterdiği akımlarla,aşk hayatıyla ve üstün duygularla yazılmış olağanüstü gerçekçi romanlarıyla ve tabii ki düzinlerce içtiği kahveleriyle hatırlanacak. Kendisinin de dediği gibi:
”Dünyada hiçbir şey mutsuzluk kadar mükemmel değildir.”
yeni bir aşk yeni bir dert ???