“Akıl Oyunları” (A Beautiful Mind), John Nash’in yaşamını konu alan ve 2001’de gösterime giren etkileyici bir biyografik drama filmidir. Film, Sylvia Nasar’ın “Akıl Oyunları: Bir Matematik Dahisinin Portresi” kitabından uyarlanmıştır ve Russell Crowe, John Nash’i başarıyla canlandırmıştır. Yönetmen koltuğunda ise Ron Howard bulunmaktadır.
Nash’in matematiksel dehasını ve aynı zamanda yaşadığı zihinsel sağlık zorluklarını, eşi Alicia Nash’in de desteğiyle gözler önüne seren filmde Ed Harris, Jennifer Connelly, Paul Bettany gibi oyuncular da önemli roller üstlenmiştir. Ron Howard’ın yönettiği bu film, 2002’de En İyi Yönetmen de dahil olmak üzere dört dalda Oscar kazanmış ve toplamda 18 ödülün sahibi olmuştur. “Akıl Oyunları”, John Nash’in çarpıcı hayat hikayesini izleyicilere büyüleyici bir şekilde aktaran unutulmaz bir eser olarak dikkat çekmektedir.
Akıl Oyunları

Princeton Üniversitesi’nde başlayan film; bize 1954 yılını, John Nash‘ın yüksek lisans için üniversiteye yeni gittiği zamanları gösteriyor. Sosyal hayatı iyi olmayan ve herkes tarafından küçümsenen John kendini matematiğe verir ve 150 yıllık ekonomi teorisine karşı çıkan Oyun Teorisi‘ni geliştirir.
John, Wheeler’a seçilir. Öğrencisi Alicia ile romantik bir ilişki yaşamaya başlar ve evlenirler. John’un gittikçe daha çok içe kapanmaya başladığını fark eden Alicia bir psikiyatristen yardım ister. Psikiyatrist John’un paranoid şizofreni olduğunu söyler. John bütün bunlara rağmen rahatsızlığını fark ederek normal hayata geri döner. Filmin sonunda Oyun Teorisi ile Nobel ödülünü kazanır.
John Nash

Filmin girişinde Nash’ın sosyal anlamda oldukça zorluk yaşayan biri olduğunu görüyoruz. Çevresinde olup biten her şeyi mantıksal bir çerçevenin içine sığdırmaya çalışıyor. Çok konuşkan birisi olmamakla beraber konuştuğu zamanlar düşündüğü kaba şeyleri olduğu gibi söylüyor. Flört etmeyi bilmiyor ve insanları etkilemek için rol yapamıyor. Bu durumu kendisi “İlkokul öğretmenim bana fazla gelişmiş bir beynim ve hiç gelişmemiş bir kalbim olduğunu söylemişti.” cümlesiyle belirtiyor.
Matematikle arasının insanlarla olan ilişkilerinden daha iyi olduğunu filmin ilerleyen dakikalarında anlıyoruz. Günlerini okula gitmeden sadece makaleler okuyarak geçiriyor. Arkadaşlarının aksine henüz bir çalışma gerçekleştirmediği için küçümseniyor ve alay ediliyor. Gerçekten yeni bir fikir bularak “önemli” ve farklı olabileceğini düşünüyor. Onu sık sık kütüphanede camlara yazılar yazarak çalışırken görüyoruz.
Hayali Karakterler

Filme John’un şizofreni atakları sırasında gördüğü bir birtakım hayali karakterler dahil oluyor. Bu karakterlerin bazen John’un iletişim kurma ve sosyallik ihtiyacını gidermesinde bir rol oynadığını görürken bazen de John’a bir ego tatmini yaşattıklarını görüyoruz. İşte bu karakterlerden ilki John’un oda arkadaşı olarak karşımıza çıkıyor.
Charles Herman ve Yeğeni Marcee

Princeton Üniversitesi’nde John’a tek kişilik oda sözü verildiği halde yanına bir oda arkadaşı yerleştiriliyor. Bu başta John’un hiç hoşuna gitmiyor. Fakat Charles, uyum yetenekleriyle John ile anlaşmayı başarıyor. Zamanla aralarında yıllar sonra bile kopmayacak bir bağ oluştuğunu görüyoruz.
Jonh Princeton’da mükemmelliyetçiliği yüzünden ortaya somut bir şeyler çıkaramadıkça sıkıntı yaşamaya başlıyor. Bu sıkıntılı zamanlarda Charles hep John’un yanında olarak onu rahatlatıyor. Zamanla John Charles’ın yeğeni Marcee ile tanışıyor. Yıllar sonra John, Charles’ın ve Charles’ın yeğeninin hiç var olmadığını öğreniyor. Filmin ortalarında verilen bu gerçek, aslında izleyicinin gözünden Charles’in zamansız yerlerde John’un karşısına çıkması ve ikisi konuşurken herkesin John’a bakmasını da açıklamış oluyor.
William Parcher

Bir diğer hayali karakterimiz William, bir MIT casusu olarak karşımıza çıkıyor. John, Wheeler’a seçildikten sonra onunla Savunma Bakanlığı için gizli bir görevde çalışmak istediğini söylüyor. John bu teklifi kabul ediyor ve William için bazı dergilerdeki şifreleri çözmeye başlıyor. Bu raddeden sonra William artık her yerde John’un karşısına çıkıyor. Bir gün John ruslar tarafından bir silahlı saldırıya uğruyor ve bu saldırıdan William’ın onu arabayla kaçırması sayesinde kurtuluyor. Bu olaydan sonra John onlarla çalışmak istemiyor ancak William John’un peşini bırakmıyor.
John Nash ve Şizofreni

Zamanla istediği başarıları elde eden John, ona Nobel ödülünü getirecek teoriyi yazmayı başarıyor. Fakat git gide daha da içine kapanıyor. Bundan şüphelenen Alicia psikiyatristten yardım istiyor ve şizofreni teşhisi konuluyor. Burada teşhisin sıkıntısını doktorun ağzından şöyle duyuyoruz:
“Şizofreninin en kötü tarafı gerçek ve gerçek dışını ayıramamaktır. Bir düşünün tanıdığınız insanlar ve yerlerin sizin için en önemli anların kaybolmadığını ama aslında hiç bir zaman var olmadığını öğreniyorsunuz. Bu nasıl bir cehennem olurdu ?”

Teşhisinden sonra John eve kapanmış bir şekilde yaşamaya başlıyor. İlaçlardan dolayı zihinsel yetenekleri köreliyor. Filmin bu döneminde şizofreni hastalarının sıkıntıları ve ilaçların yarattığı sıkıntıları, sosyal izolasyon ve onun getirdiği bunalım hali başarılı bir şekilde işleniyor. Filmde psikiyatrik bir hastalığın sevdiklerimize yükleyebileceği yükü de vurgulanıyor. Bu durumda Alicia, hem John’a hem de yeni doğmuş olan oğullarına bakmak zorunda olmanın getirdiği bir yük hissediyor ve John’un artık evlendiği adam olmadığı gerçeğiyle umutsuzluğa kapılıyor.
John yaşadığı sıkıntılardan dolayı ilaçları gizlice bırakıyor. Fakat halüsinasyonları küçük oğlunu küvette boğulmaya bırakacak kadar ilerleyince her şey ortaya çıkıyor. Alicia ile kavgaları sırasında Charles’ın yeğeninin yıllardır aynı göründüğünü ve hiç büyümediğini fark edince John onun gerçek olmadığını ve gerçekten hasta olduğunu kabulleniyor.
Film, paranoid şizofreninin birçok ortak bileşenini aktarma konusunda etkileyici bir iş çıkarsa da elbette bazı noktalarda dramatizasyonlar kullanılmış. Örneğin; filmde John’un halüsinasyonları karmaşık görsel halüsinasyonlar olarak tasvir ediliyor. Ancak bu nadir görülen ve çoğunlukla işitsel halüsinasyonlar (var olmayan sesler duymak gibi) olarak rapor edilen bir durum.
John Nash Karakter Gelişimi

Filmin sonunda geçmişe gönderme yapan çok anlamlı sahneler var. Bu sahneler bize karakterin geçirdiği yoğun süreçlerden sonra hayata bakışının ve yaşamdaki konumunun nasıl değiştiğini çok güzel gösteriyor. Filmin başında John’un matematik tezine kafa yorduğunu görüyoruz. Charles onu görüp yanına geliyor ve ona şöyle bir cümle kuruyor. “En son ne zaman yemek yedin?” Burada John için artık hiçbir şeyin matematik kadar önemli olmadığını görüyoruz. Yıllar sonrasında geçen bir sahnede, bir öğrenci yanına gelip çalışmalarıyla ilgili bir şeyler soruyor. John ise ona şu cümleyi kuruyor “En son ne zaman yemek yedin?“. Böylece beslenmek gibi küçük ama önemli şeylerin artık John için kendini ispatlamaktan daha mühim olduğunu görüyoruz.

Filimin en başındaki sahnelerden birinde profesör onu özel olarak konuşmak için çağırır ve John ile ilgili hayal kırıklıklarını dile getirir. Bu esnada bulundukları salonda önemli bir olay gerçekleşir. Bir Profesörün masasına diğer meslektaşları tarafından dolmakalem bırakılır ve tebrik edilir. Profesörün John’a asla onlar gibi “önemli” olmayacağını söylemesiyle bu tema, yoğun bir hayal kırıklıklığına boğulmuştur.
Yıllar sonra bir adam onunla Nobel hakkında görüşmek için John’u aynı salona davet eder. Burada John’un içeri girmeyi pek istemediğini görüyoruz. Bu da yıllar önce yaşananlardan ne kadar etkilendiğini gösteriyor. İçeri girip oturduktan sonra ise bütün meslektaşları masasına birer dolma kalem bırakarak ona saygı ve hürmetlerini gösteriyorlar. Ve geçmişte hayal kırıklığı ile dolu olan o salonun da artık ne denli değiştiğini görebiliyoruz.

John bütün bu sürecin sonunda gördüğü karakterlerden kurtulup kurtulamadığını soran arkadaşına şu cevabı verir:
“Hayır, hala duruyorlar. Belki de asla kurtulamayacağım. Ama onlara aldırmamayı öğrendim. Sanırım bu yüzden benimle eskisi kadar uğraşmıyorlar. Rüyalarımız ve kabuslarımız da aynen onlar gibi değil mi? Onları beslersek canlı kalabilirler.”
Nobel ödül töreninde bile karakterleri görmeye devam eden John onlar hiç yokmuş gibi yaşayarak onlara aldırmayarak ve onları görmezden gelerek normal hayatına geri dönüyor. Bu durum, insanın iç dünyasındaki mücadelelerin üstesinden gelebileceğini ve kontrolü yeniden ele alabileceğini gösteriyor bizlere. Aynı şekilde hayatta karşımıza çıkan zorluklarla baş etmek için de aynı ilkeyi kullanabiliriz: Onlara odaklanmak ve onları beslemek yerine, üzerlerinde kontrolümüzü sağlamak ve normal hayatımıza devam etmek. Bu, kişisel gelişim ve ruhsal sağlık için önemli bir ders olabilir.
“Her zaman sayılara inandım. İnsanı akla götüren denklemlere ve mantığa. Ama bir hayat boyu bunların peşinde koştuktan sonra gerçekte mantık nedir diye düşünüyorum. Bir şeyin akıllıca olduğuna kim karar veriyor? Bu arayışım sonucu çeşitli safhalardan geçtim: fiziksel, metafizik, hayallerle dolu ve başa döndüm. Ve kariyerimin en önemli buluşunu yaptım. Hayatımın en önemli buluşunu. Mantıklı nedenler sadece aşkın gizemli denklemlerinde bulunur. Bu gece burada olmamı tamamen sana borçluyum (Alicia’ya söylüyor). Varlık sebebimi borçluyum. Bütün sorularımın cevabı sensin. Sana teşekkür ederim.”
John Nash ( Russell Crowe 1994 – Nobel Ödül Töreni Konuşması )
Kaynakça
Abbot, S. “A Beautiful Mind: Are We Allowed to Love This Movie.” Matematik Ufukları, 2002, no. 4.
David, A. “A Beautiful Mind.” The BMJ, 2002.
Nash, J., ve Nasar, S. A Beautiful Mind. TheBooks.com, 1998.
Thacker, M. “Film Eleştirisi: Güzel Bir Zihin.” Mental Health Clinician, 2002, no. 2.
Kapak görseli:


