Vücudumuzu tuhaf, korkutucu, güzel ve sinir bozucu olarak tanımlayabiliriz. Hepimiz gündelik hayatta düzenli olarak bedenlerimizin eş zamanlı tuhaflıkları ve güzellikleriyle boğuşuyoruz. Neden tüm bu düşünceleri yüzeyin altına sıkıştıralım ki? Sosyal kurallar hala bu konular hakkında konuşmanın normal olduğu noktaya gelmemiş olsa bile, korku sinemasının bu türü en azından hepimizin bedenleriyle sahip olduğu karmaşık ilişkileri normalleştirmeye yardımcı oluyor.
Body Horror, her zaman popüler ve etkili bir korku alt türü olmuştur. Bu alt türe giren filmler, olay örgüsüne bir tepki olarak genellikle insan vücudunun hem alçaltıcı hem de evrimsel yollarla değişimini betimler. Bununla birlikte, bu değişiklik sadece şok değeri için değildir, çünkü body horror, film yapımcıları tarafından genellikle sosyopolitik kaygılar için bir metafor olarak kullanılır. Bu kaygılardan bazıları bugünün ikliminde hala var olsa da, sunulma biçimleri önemli ölçüde değişti diyebiliriz. Her türlü ifade aracında, bu tür korku hikayesi anlatımına ilişkin uzun bir gelenek var; ancak film dünyası özellikle bedensel korku için etkili bir araç denebilir. Bu alt türün dehşeti her zamankinden daha etkili ve canlı bir şekilde gerçekleştirilmeye devam ediyor.
Bedensel korku, genellikle görselleri kadar göz ardı edilmesi zor olabilecek alt metinlerle doludur. Ortak temalar arasında samimiyet korkusu, insanlığın sınırları, algının önemi, medyanın etkileri ve kimliğin zorlukları yer alır. Teknik olarak, bir kurt adam veya bir zombi hakkındaki her korku hikayesi, bir parça bedensel korkudur, ancak asıl farkı yaratan şey odak noktasıdır. Body Horror, izleyicilerinden ‘değişmek zorunda kalırsak ne oluruz?’ sorusunu kendilerine sormalarını ister. Rakipsiz büyümemize izin verilirse ne olabiliriz? Tanrıyı oynamaya karar verirsek ne ters gidebilir ki? İnsan formuna uygulanan Theseus’un Gemisi hesabı. Bedenimiz ruhumuzu nasıl etkiler? İnsan olmayı bırakıp başka bir şey olmadan önce ne kadarımız tanınmaz hale getirilebilir? Bu soruları yanıtlayacak ve seyirciyi aynı anda rahatsız edecek tek bir korku türü vardır: Body horror.
David Cronenberg ile Yükselen Alt Tür
Body horror filmlerini düşündüğümüz zaman muhtemelen akla gelen ilk isim David Cronenberg oluyor. Val Lewton‘ın Cat People (1942) veya Ishiro Honda‘nın Matango (1963) adlı filmleri gibi, o gelmeden önce sinemada bunun örnekleri vardı ve her ikisi de insan vücudunu düzensiz bir şeye dönüştürdü. Ancak artık beden korkusuyla ilişkilendirilen görsel dil, yalnızca Cronenberg’e net bir şekilde odaklanıyor.
Cronenberg’in Shivers (1975), Rabid (1977) ve The Fly (1986) gibi filmler çekmesinden bu yana, body horror efektif bir alt tür haline geldi. Cronenberg’in alt türe son gerçek saldırısı, göbek bağı USB kabloları gibi fikirlerin temeli olarak video oyunlarını kullanan 1999’daki EXistenZ idi. Ancak son uzun metrajlı filmi Crimes of the Future ile bir kez daha ünlü yaptığı hareketli alt türe geri döndü.
Videodrome, 1983
1980’lerde, Cronenberg’in beden korkusu teknolojik gelişmelerle felsefi olarak iç içe geçti ve bu hiçbir zaman Videodrome‘daki kadar kışkırtıcı olmadı. Videodrome’da, televizyon yöneticisi Max Renn, tartışmalı yeni kanalında yayınlaması zor bir şey arıyor ve bunu, kapüşonlu erkeklerin cinsel bir çılgınlık nöbeti içinde çıplak katılımcıları yarı yarıya kırbaçladığını gösteren bir enfiye kaydında buluyor.
Max için bunların sahnelenmiş ya da gerçek olması çok önemli değil çünkü onu tahrik ediyor ve kendisi için işe yararsa izleyicileri için de işe yarayacağını düşünüyor. Ancak bu programı izledikten sonra Max, göğsünde bir vulvaya benzeyen cerrahi bir açıklık gibi halüsinasyonlar görmeye başlar ve televizyon ekranı bir akciğer gibi inip çıkarak nefes alır. Videodrome ile Cronenberg, şiddet içeren medyaya gönderme yaparak, belirli görüntülere uzun süre maruz kalınmasının aslında bir karakteri değiştirebileceğine parmak basıyordu.
The Fly, 1986
Videodrome’un ardından gelen The Fly, bir ayrıştırma şaheseri. Zeki ama eksantrik bir bilim adamı, deneylerinden biri korkunç bir şekilde ters gidince dev bir insan/sinek melezine dönüşmeye başlar. Film, Seth‘in kademeli dönüşümüyle, zamanın hepimizi korkunç canavarlara dönüştürdüğü gerçeğini vurgulayan yaşlanma süreci için bir metafor olarak tasarlanmıştı. Veronica ise, yaşlı bir tanıdığın eski benliğinin gölgesi haline gelmesini, şiddetli fiziksel düşüş noktasına ulaşmasını veya kabiliyetlerini kaybetmesini izlemenin kalp kırıklığını yaşayan herkesi temsil ediyor.
Cronenberg yaşlılığı sembolize etmeye çalışsa da, The Fly, ölümcül hastalıklar için de bir metafor olarak eşit derecede iyi çalışıyor. Bu, ötenazi için sevgilisine yalvarmak zorunda kalacağı bir noktaya kadar hızlanan, bir amaç uğruna ölümcül hastalığa yakalanmış bir adamla da ilgidir aslında.
Julia Ducournau Rüzgarı
“Raw” ve “Titane” filmlerinin yazarı ve yönetmeni Julia Ducournau, 2021 Cannes Film Festivali‘nde Altın Palmiye‘yi kazanan, kategorinin hüküm süren çığlık kraliçesi haline geldi. Ducournau’nun body horror filmleri, kadın karakterleri öfkeli ve şehvetli sınırlara iterken, cinselleştirilmiş ve toplumsal cinsiyete dayalı travmaları beden korkuları aracılığıyla yeniden keşfediyor.
Raw, 2016
Film, 16 yaşındaki Justine‘in, anne ve babasının mezun olduğu ve hali hazırda ablasının okuduğu veterinerlik fakültesine girmesiyle başlıyor. Justine’in ailesindeki herkes yalnızca bir veteriner değil, aynı zamanda katı bir vejetaryen. Bu yaşam tarzı, bir dizi gürültülü ve sadistçe birinci sınıf öğrencisi bezdirme ritüeliyle karşılaştığında uymakta zorlandığı bir yaşam tarzı seçimi haline geliyor. Bunlardan birinde, büyük öğrenciler onu ve sınıf arkadaşlarını küçük bir parça çiğ tavşan böbreği yemeye zorluyor. Başlangıçta dirençli ve herkes gibi bir tepki verirken çok geçmeden, küçük hayvan eti ısırığının içinde ilkel bir şeyi harekete geçirdiğini fark ediyor. Daha önce var olduğunu asla fark etmediği bir açlıkla karşı karşıya.
Ducournau, Justine’in etobur evrimindeki her bir şok edici adımı yavaş yavaş ortaya koyuyor. Bu oluşum döneminde çoğumuz gibi Justine’de vücuduna ne olduğunu anlamıyor ve dürtülerini takip ediyor. Ducournau’nun Justine’in olgunlaşmasına ilişkin portresi, cinselliği yamyamlıkla akıllı ama korkunç şekillerde ilişkilendirir. Raw, kadınlığın tüyler ürpertici ve feminist bir incelemesi gibi hissettiriyor. Kanlı süslemeler, hikayeyi anlamlı terimlerle vurgulayarak, tanıdık korku mecazlarına boyun eğmek yerine duygusal gücünü her zaman korumayı başarıyor.
Titane, 2021
Ducournau’nun Palme D’or ödüllü bu filmi, Cronenberg’in The Brood‘u gibi, aşk, öfke ve yalnızlık hakkında, içgüdüsel düzeyde işleyen, duygusal gerçekleri açıklamak için tuhaf fiziksel metaforlar kullanan bir yetişkin masalı. Hikaye, çocukken bir araba kazası geçirdikten sonra kafasında titanyum plakalar konan genç bir kadına, Alexia‘ya odaklanıyor. Titane, karakterlerinin katlandığı anatomik ıstırapları acımasızca sergileyen bir body horror filmi. Baştan sona ekrandaki vahşi fiziksellik, hikayenin tonunu belirliyor. Film, fiziksel dehşetine rağmen aynı zamanda bedenimizin, zevk ve acı, ıstırap ve coşku arasındaki bağına bir bakış niteliğinde.
ve daha fazlası…
Men, 2022
Alex Garland‘ın esrarengiz toplumsal cinsiyet dehşetinde, Jessie Buckley‘nin dul kahramanı, tacizci kocasının (Paapa Essiedu) ani ölümünün yasını tutmak için İngiltere kırsalındaki küçük bir kır evine gidiyor. Kendini birçok kez ikiye katlayan Rory Kinnear‘ın canlandırdığı pasif agresif ve hatta düşman karakterlerle dolu bir kasaba. Harper’ı bekleyen pek çok tehlike, sonunda teröre dönüşen bir huzursuzlukla yol alıyor.
Filmde pagan inanışından ve hristiyan geleneklerinden gelen “kadın ve erkek” algısına rahatsız edici bir dalış yapıyor. Alex Garland, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar erkek egemen zihniyete sahip insanların ortaya koydukları tavırları ve kadınların bu zihniyetle nasıl kapana kısıldıklarını body horror türü altına ustaca yerleştirmiş.
Swallow, 2019
Carlo Mirabella-Davis‘in Swallow adlı yürek burkan, rahatsız edici filmi, Haley Bennett‘in New York’un taşrasında zengin kocasıyla paylaştığı gösterişli evin şeker renkli pencerelerinden maruz kaldığı ev hanımı karakterini gözlemliyor. Evliliğinde ve daha sonrasında gelen hamileliğinde, dış dünyadan izole edilen kadın, çaresizlikten isyana dönüşen radikal bir eylemle evin etrafında bulduğu misket, pil, çivi gibi küçük nesneleri yutmaya başlıyor.
Film, izlerken karakterin yuttuğu şeyler vasıtasıyla izleyicinin bedeninde de acıya sebep olan başarılı bir beden korkusuna dönüşüyor. Swallow, değişimin eşiğindeki bir kadının hikayesidir. Kendisi dahil herkesin ona hiçbir değer atfetmediği bir hayat sürmüştür. Mutluluk olarak tanımladığı her şeyin aslında istediği şey olmadığını fark ederek, kozasından çıkmaya hazırlanır.
Goodnight Mommy, 2014
Avusturyalı film yapımcıları Veronika Franz ve Severin Fiala‘nın Almanca başlığı “Ich seh, Ich seh” ile de bilinen çarpıcı Goodnight Mommy filmi, estetik ameliyat sonrası kafasını bandajlarla gizlemiş olan bir kadını ve onun tek yumurta ikizi oğulları çevresinde dolanıyor. Kadının giderek artan tuhaf davranışları, çocuklarının, annelerinin kötü niyetli bir başkası ile değiştirildiğinden korkmasına neden oluyor. İki çocuğun kontrolü ellerine almasıyla birlikte film, beden işkenceleriyle dolu sahneleriyle bir body horror örneğine dönüşüyor.
Teeth, 2007
Sundance Film Festivali gösterimi sırasında çok konuşulan ve Juri Özel Ödülü‘ne layık görülen Teeth, konusunu çeşitli kültür ve toplumların mitolojisinde “Vagina Dentata” adıyla bilinen cinsel ilişki sırasında kadının erkeği hadım edebileceği inancından almaktadır. Lise öğrencisi Dawn, ergenliğinin getirdiği cinsel dürtüleriyle bir savaş halindedir çünkü evlenene kadar cinsel ilişkiye girmeyeceğine dair kendisine söz vermiştir. Fakat bir gün vücudunda değişiklik hisseder ve vajinasının “dişler”i olduğunu keşfeder. Bu dişler Vagina Dentata mitolojisiyle aynı işlevi görmektedir; erkeklerin cinsel organlarını kopararak onları öldürmek.
Tusk, 2014
Kevin Smith‘in body horror ile komediyi birleştirdiği bu filmi, Wallace isimli bir podcast sunucusunun, bir seri katil olan Howard tarafından morsa dönüştürülmesini anlatıyor. Wallace’ın yaşadığı beden transformasyonu filmi body horror alt türüne yaklaştırırken, morsa dönüşüyor olmasının bedensel ve zihinsel travmaları da seyirciye aktarılıyor. Howard insanlıktan intikamını, başka bir insanın vücudunu ihlal ederek almaya çalışıyor. Wallace’ın vücudunu canavarlaştırıp, ruhunu insanlığın ikiyüzlülüğünden arındırmaya çalışıyor. Howard’ın neden kurbanlarını morsa dönüştürdüğünü, bunun altında yatan travmaları ve de neden kurban olarak Kevin’i seçtiği gibi soruların da cevabını veren film, siber zorbalıktan beden değişimine bir yolculuk gibi.
Possessor, 2020
Brandon Cronenberg’in ikinci uzun metrajı Possessor, merkezinde Tasya’nın korkutucu ve hüzünlü hikayesini barındırıyor. Tasya Vos, yüksek kaliteli bir suikastçıdır ve ilerleyen teknolojiyle insanların beynindeki implantla onları suikastçı olarak kullanabilmektedir. Fakat görevini yerine getirirken kendi bedeni, kimliği ve anılarıyla beraber, zamanla ele geçirdiği bedenlerin içinde hapsolmaya başlıyor. Tasya zamanla bir dönüşüm içine girerken, bunun hem ona hem de çevresine olan etkisini izliyoruz. Temelde body horror ve bilim kurgu ekseninde ilerleyen tür, yapısıyla oldukça gergin ve ciddi bir anlatıya sahip. Büyük politik söylemler de bulunmayı da ihmal etmiyor.
American Mary, 2012
Üniversite borcunuzu ödemek için ne kadar ileri gidersiniz? Mary Mason (Katharine Isabelle) okul ücretlerini ödemekte zorlanan genç bir tıp öğrencisidir. Bu yüzden yan bir koşuşturmaca edinmeye karar verir. Mary, ikinci el giysiler satmak yerine kendini yeraltı vücut modifikasyonunun gölgeli dünyasına çekilmiş halde buluyor. Burada sadece dövmeler ve piercinglerden bahsetmiyoruz, yeraltı dünyasında kendi illegal cerrahi imparatorluğunu kuruyor. American Mary, nesnelleştirme ve kimlik üzerine incelikli bir sosyal yorumla birlikte, body horror ve cinsel istismar intikamının kanlı bir karışımı olarak karşımıza çıkıyor.
Kaynak:
“Body is reality: tracing David Cronenberg’s history with body horror”, polgyon.com, web.
“The Enduring Appeal of Body Horror”, collider.com, web.