Jurassic Park İnsanların Dinozorlara Bakış Açılarını Nasıl Değiştirdi?

Editör:
Berke Ateş Aytekin

Jurassic Park artık herkesin bildiği, dillere pelesenk olmuş bir seri olabilir ama bugün bu serinin gişedeki başarısından bahsetmeyeceğiz. Bugünkü konumuz; Jurassic Park filmleri, insanların dinozorlara olan ön yargılarını nasıl kırdı; dinozorları sıfırdan nasıl ilgi odağı kıldı ve insanların bu canlı türü hakkında temel bilgilere sahip olmasını nasıl sağladı?

Jurassic Park çıkan ilk dinozor filmi değildi ama geniş kitlelere dinozorları sevdiren ilk filmdi. Ondan önceki dinozor filmleri onun kadar ilgi görmemişti. Bunun en büyük sebeplerinden biri dinozorların ve onların gerilim içeren sahnelerinin Jurassic Park’ta çok iyi işlenmiş olmasıydı. Örneğin artık en ünlü dinozor diyebileceğimiz Tyrannosaurus Rex, filmde bize direkt olarak sunulmuyordu. Karakterlerimizle birlikte önce T-Rex’in sesini duyuyor, sonra titreşimlerini hissediyor, ardından pençelerini görüp en son tam bir T-Rex görüntüsü elde ediyorduk. Bu bekleyiş de gerginliği arttırıyordu.

Jurassic Park’ın başarılı olmasının diğer bir sebebi olarak da dinozorların görünüşlerinden söz edebiliriz. Gerçeğe yakınlık açısından Jurassic Park dinozorları çok başarılı olamasalar da filmde elde edilen görüntünün kalitesi açısından gayet başarılılardı. Orijinal üçlemede dinozorlar için yarı-animatronik robotlar kullanılmıştı ve CGI dediğimiz bilgisayar tabanlı görüntüye son çare olarak başvurulmuştu. İlk Jurassic Park filminde CGI ile oluşturulan görüntülerin ekran süresi sadece 6 dakikaydı. O dönemde CGI o kadar da gelişmemişti ve yarı-animatronik robotlar CGI ile oluşturulmuş dinozorlara göre çok daha gerçekçi gözüküyorlardı.

Bu iki etken ve daha fazlasının birleşmesi sayesinde Jurassic Park’ı izleyen insanlar ilk kez dinozorların var olduklarını bu kadar derinden hissettiler. Onların şu an ayak bastıkları yerlerde bir zamanlar filmdeki o ürkünç yaratıkların yaşamış olduğu gerçeği izleyicilere tokat gibi çarpmıştı. Jurassic Park’tan önce insanlar dinozorları aşırı büyük ve aptal canlılar olarak biliyorlardı, eskiden var olup olmamaları kimse için önemli değildi. Ama artık her şey değişmişti: İnsanlar dinozorların hepsinin öyle büyük olmadıklarını öğrenmiş ve bir nebze zeki olduklarını görmüşlerdi. Filmde velociraptor dediğimiz dinozorların kapalı bir kapıyı açtığı bu meşhur sahneyi hatırlarsınız.

Gerçek velociraptorlar tabii ki bir kapıyı açabilecek kadar zeki değillerdi ki zaten kollarının yapıları da buna izin vermezdi. Jurassic Park’ı gerçekçilik açısından biraz inceleyince tonla problem ortaya çıkıyor ama genel olarak insanlarda yarattığı yeni dinozor algısı eskisine göre çok daha doğruydu.

Dinozorlara olan algının değişmesi ve bir miktar popülerleşmesiyle dinozor belgeselleri daha çok izlenmeye başladı ve sayıları arttı. Ama bu sefer de insanlar, dinozorların Jurassic Park’taki hallerine aslında çok da benzemediklerini gördüler. Jurassic Park yanlış bir algıyı doğruya çevirmemişti, sadece daha az yanlış bir algı oluşturmuştu.

Örneğin gerçekte velociraptorlar tamamen tüylerle kaplıydılar. El, kol yapıları ve vücut boyutları da farklıydı. Jurassic Park’taki velociraptorlar ise aslında deinoncyhus denen farklı bir dinozordan ilham alınarak oluşturulmuştu. Filmin prodüksiyon aşamasında bile onlara hep deinoncyhus denmişti ama sonradan hem Jurassic Park romanlarına sadık kalmak için hem de okunuşu daha kolay olduğu için isimleri velociraptora çevrildi.

Gerçek dinozorlar ile Jurassic Park’ın dinozorları arasında her dinozor türü için buna benzer farklılıklar vardı. Ama Jurassic World filmleri ile bu farklılıklar daha da arttı ve göz ardı edilemez hale geldi. Eski filmlerde gerçek hallerine biraz da olsa benzeyen dinozorların bile yeni filmlerde görünüşleri değiştirilip hiç gerçeğe yakın olmayan hallere getiriliyordu.

Kısacası Jurassic Park, insanların dinozorlar hakkında bilgi edinmesini sağlamak için çok iyi bir çıkış noktası oldu ama tamamen de yeterli olamadı. Yine de bu, Jurassic Park’ın günümüzde insanların ilgisini dinozorlarda toplayabilen en büyük marka olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Küçük Gün Işığım Film İncelemesi: Kabullenmenin Gücü

Kusursuzluk arayışının değil, kendin olmanın kıymetini; sonuca değil, yolculuğa odaklanmanın anlamını keşfedeceğiniz sarsıcı ama iç ısıtan bir aile hikâyesine davetlisiniz.

Joseon’daki İstikrarsızlık: Kral Injo

İstikrarsızlığıyla Kore ulusunun gelişmesinin önünü kapamış bir hükümdar olarak hatırlanan ve günümüzde hala eleştirilen Kral Injo'nun tarihteki yeri.

Sessizliğe Karşı Yazmak: Kadın Yazarların Sansüre Direnişi

Sansür, yalnızca siyasi bir baskı mekanizması değil; aynı zamanda kültürel, ahlaki ve cinsiyet temelli bir sessizleştirme aracıdır.

Hasçelikler and the City: Dijital Bir Ailenin Hikâyesi

Hasçelikler and the City; dijital dünyada temsiliyet, samimiyet ve medya sınırlarını sorgulayan gerçekçi bir aile anlatısıyla izleyicileri içine çekiyor.

Cumhuriyet Aydınları: Behice Boran

İlk kadın sosyolog, ilk kadın siyasi parti genel başkanı, Marksist, yazar ve akademisyen olan Behice Boran; Türk solunun en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur.

Tabloları Dinlemek: Édouard Manet

Bazı bakışlar ancak bazı nefeslerle tanımlanıyor. Manet'nin fırçası, Tezer'in nefesi gibi...

Edebiyatta Semtlerin İzleri: Emirgan

İstanbul'un en güzel semtlerinden biri olan Emirgan, şiirlerde de romanlarda da ele alınan bir semt olmuştur.

Natalia Ginzburg: Edebiyatın ve Direnişin Güçlü Sesi

İtalyan yazar Natalia Ginzburg, toplum ve aile temalarını sıklıkla işleyen, döneminin devrimci kimliğini benimsemiş ve bunu da eserlerine yerleştirmeyi uygun bulmuştu.

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Dostoyevski’nin Rus Edebiyatı Üzerindeki Etkisi

Dostoyevski, Rus edebiyatında sadece bir isim değil aynı zamanda döneminin edebiyat anlayışına da yön veren önemli bir yazardır.

Editor Picks