İşin Aslı, Judit ve Sonrası: Bir Arayış Hikayesi

“…ve birden doğru insan diye bir şeyin olmadığını idrak ettim. Ne yeryüzünde ne de cennette. Öyle biri, öyle tek bir kişi yok. Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bizim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok.”

Hayatta herkesin bir arayışı var ve bu arayış esnasında hayat yolumuz hiç ummadığımız rotalara sapıyor. Bu sapmalar kimi zaman arayışın bir anlam bulmasını sağlarken kimi zamansa hiç sonlanmıyor ve arama hali üzerimize yapışıp kalıyor. Kendi hayatımızda bu sonuçlara varmak yıllar alsa da arayışı konu edinen romanlar sayesinde dışarıdan bir göz olarak her şeyi izleyebiliyoruz. Sándor Márai’nin kaleme aldığı İşin Aslı, Judit ve Sonrası kitabı tam da bu arayış haline odaklanıyor.

Temel konusu “aşk” gibi görünen bu kitap, iki kadın ve bir erkek odağında hayatı, burjuvayı, İkinci Dünya Savaşı’nın toplum üzerindeki etkilerini sade ama etkileyici bir dille anlatıyor. Aşkın temel konu olmamasının nedeniyse tüm bu konuların içinde yer alsa da buradaki insanların hayattaki arayışlarının aşk adı altında cisimleşmesinde yatıyor.

Sandor Marai, Peter ve Peter’in hayatındaki iki önemli kadın Ilonka ve Judit üzerinden her bölümde birinin anlatımıyla üçü arasındaki olayları aktarıyor ve her karakter geçmişi anlatırken yer yer kendilerini eleştirerek benzersiz bir okuma deneyimi sağlıyor bizlere. Hem de bu sayede hikayeyi tek karakter çerçevesinde okuyup diğerine kızgın bakışlar fırlatmak yerine herkesin kendi nedenleri olabileceği sonucuna varıyoruz.

İlk bölümde yazarın çizdiği zenginlik ve zenginlerin rutinleri üzerinden her şeyi eksiksiz olan ama “huzur” bulunmayan bir evin portresini incelemeye başlıyoruz. Anlatımın Ilonka’nın ağzıyla yapıldığı bu kısımda onun hayatından ziyade Peter ile birlikte olan hayatını dinliyoruz. Arkadaşına anlatırmış gibi yazılan kitapta Ilonka’yı dinlerken dışarıdan bakan birinin “Ne güzel bir hayatı var!” diyeceği kusursuz bir hayatın aslında kusursuz olmadığını fark ediyoruz. Bu hayatın en büyük kusuru kusursuz olması zaten bir nevi. Fabrikası, evi, maaşı, giymesi gereken kıyafeti ve daha pek çok şeyi çok önceden kararlaştırılmış olan Peter hikayenin ana unsuru oluyor. Daha sonra öğrendiğimize göre Peter tüm bunlar içinde kendine “farklı” gelen bir “aşkın” pençesine düşüyor. Ama bu aşk klasik tabirle bir “zengin oğlan-fakir kız” hikayesi. İmkansızlık yüzünden içindeki ateşi söndürmek için farklı ülkelere yol alan Peter bir gün onun “kusursuz” hayatını devam ettirebilecek nitelikteki Ilonka ile evleniyor. Tam da burada yazar bir evliliği evlilik yapan nedir sorusunu kucağımıza bırakıyor. Zira kavga eden, anlaşamayan bir çift yok karşımızda. Tam tersine ikisi de bir eksiklik olduğunun farkındalar ve kendi çaplarında bunu aşmak için çaba gösteriyorlar. “Birini sevip onunla yaşayamayacağını bilmek, en büyük acılardan biri.” diyor kitapta Ilonka ve sevgiyle aşkın farkına, o adamı seviyorken onun aklında başka birinin olmasının umutsuzluğuna değiniyor teker teker. Kurtarmaya çalıştığı evliliğinin başından beri aslında hiç var olmadığını da keşfediyor aslında bir yerde. Doğru adamla ilgili cümleler tam da bu farkındalıkla dökülüyor ağzından. Yine de bir evlilik yürütülemese de sevginin önemine değinmeyi de unutmuyor Ilonka.

“Birini sevdiğin zaman, onunla ilgili bir şey duyduğunda ya da onu gördüğünde kalbin daima küt küt atar. Bana göre her şey geçicidir, sevgi hariç.”

Peter’in anlatım yaptığı kısımda Budapeşte’de burjuvanın içine doğmuş bir karakterin nasıl şekillendiğini derin bir şekilde keşfediyoruz. Stefan Zweig’in Amok Koşucusu kitabındaki gibi bir delilik anı yaşayan karakter o andan sonra kilitlenmiş bir arzunun içinde debelenip duruyor. Ona hayatı boyunca eşlik eden yazar arkadaşı Lazar ile geçmişini anlatırken nasıl yönlendirildiğini ve her insanın hayatında sözüne önem verdiği birinin olmasının etkisini de gözlemleyebiliyoruz satırlarda. Bu kısımda Peter’in kadınlara karşı bazı önyargıları olduğunu fark ediyor ve arayışları arasında bocalamasını çok etkileyici bir biçimde okuyoruz. Sevginin her şey olmadığını da daha perçinlenmiş bir şekilde algılayabiliyoruz.

“Sevgi muazzam bir bencillik. Sevginin korku imparatorluğunda ölümcül bir yara almadan yaşayabilen çok insan var mıdır, bilmiyorum.”

Yoksulluğu ama kimseye dilenmeyen onurlu bir yaşamı temsil eden Judit’in bölümündeyse aşkın ve paranın ötesinde hayatın anlamına dair bir sorgulamaya başlıyoruz. Judit büyük bir açlıktan, farelerle dolu bir çukurun içinden hizmetçi olarak Budapeşte’ye zengin bir eve hizmetçi olarak geliyor ama çocukluğunun anısı onu hiç yalnız bırakmıyor. Çok uzun bir süre o evdeki eşyalara dokunamayacak kadar pis hissediyor kendini ve bir yoksulun gözünden burjuvanın tüm anlamsızlığını gözler önüne seriyor. Bir dönem Peter ile evlenmesine rağmen paranın hayatına tüm bolluğuyla eklenmesi onun arayışlarına hiçbir çözüm sunmuyor ve başlarda tahmin edilemeyecek bu hikayesini sandığımızdan çok farklı şekilde anlatıyor yeni sevgilisine. Diğer iki bölümde İkinci Dünya Savaşı’na dair çok az detay okumuşken bu bölümde Judit’in ağzından savaşın tüm o dehşetini ve savaşla karşılaşan burjuvanın tavırlarını okuyoruz. Anlatılanlar o dönemin Budapeştesi hakkında da gerçekten ipuçları taşıyor.

İlk iki bölümde huzur, evlilik, mutluluk, aşk gibi konuları derinlemesine okuyup iki insanın birbirini sevmesinin her şeye yetmemesini gözlemlerken son bölümde aslında tüm olayların gizli kahramanının ağzından farklı keşiflerde bulunuyoruz. Kitap bir aldatma ya da arzu hikayesinin çok daha dışındaki türlü sosyal meseleleri odağına alarak klişeler dışında bir okuma zevki sunuyor bizlere. İnsanların içlerindeki boşlukları doldurmak için neler yapabileceğini tüm detaylarıyla okuyoruz. Arayışları hiç bitmeyen tüm okurlara bizden sevgilerle…

“Eskiden dünyadan bu şekilde keyif alamazdım. Yapacak başka işlerim vardı, dikkatimi başka şeylere veriyordum. Dikkatimi bir insana veriyordum ve dünyayla meşgul olacak vaktim yoktu. Sonra o insanı kaybettim ve yerine bir dünya kazandım.”

 

İrem Nur Kaya
İrem Nur Kaya
“Yarayla alay eder yaralanmamış olan”

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Notting Hill: Londra’nın En Renkli Yüzü

Notting Hill; renkli sokakları, pazarı ve kültürel dokusuyla Londra’da hem ruhunuza hem gözünüze hitap eden özel bir semttir.

Dostoyevski’nin Rus Edebiyatı Üzerindeki Etkisi

Dostoyevski, Rus edebiyatında sadece bir isim değil aynı zamanda döneminin edebiyat anlayışına da yön veren önemli bir yazardır.

Söylenti Radarında Bu Ay: Isaac Winemiller

Isaac Winemiller, sakin melodileri ve içe dönük sözleriyle müzikal yalnızlığı estetik bir deneyime dönüştürüyor. Bu ay Söylenti Radar'ında onunla tanışın!

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Editor Picks