Roma’nın Galya, İberya ve İtalya topraklarını kapsayan Batı kanadının ve Germanya ile İskitya halklarının hakimi Hun idaresinin birbirine yakın zamanlarda çözülmeleri, uzun zamanlar boyunduruk altında yaşayan Germenler ve beraberindeki topluluklar için Avrupa kıtasının büyük kısmında kendi özgür idarelerini kurabilecekleri ortamı hazırlamıştı.
Yazımıza konu olan Ostrogotlar bu topluluklardan biriydi. Onların kuracağı idarenin kimliği, kardeşleri Vizigotlardan ve kuzenlerinden (Frank, Burgon, Vandal vs.) konumları olan İtalya’dan ötürü farklıydı. Bu farklılığa yazımızın ilerleyen bölümlerinde değineceğiz. Şimdi izninizle, Roma egemenliğinin bir zamanlar kalbi olan İtalya’da payitahtlarını kuran bu halkın hikayesine giriş yapalım.
İtalya’dan Önce

Önceki yazılarımızdan olan “Hakkında Ne Biliyoruz: Gotlar” da, Ostrogotların dahil olduğu Got toplumunu genel hatlarıyla incelemiştik. Ostrogotların kökenlerine dair daha geniş bir anlatım isteyen okuyucularımız dilerlerse bu yazıya bakabilirler.
Ancak bu yazıda da bu konuya ufak bir değinmek gereklidir. Ostrogotlar ve dahil oldukları Got grubu, Doğu Germenlerinden olan bir halktır. Milattan sonra başlayan göçler sonucu, anavatanları İskandinavya’dan çıkıp günümüz Romanya-Ukrayna topraklarını kapsayan yeni yurtlarına yerleşmişlerdir. Bu toprakların yerli halkı olan Sarmatlarla ciddi ölçüde karışmışlardır.
3. yüzyılın sonlarında Ostrogot-Vizigot ayrımı meydana gelmiştir. Bu ayrımın birincil sebebinin coğrafya olduğu tahmin edilir. Dinyeper-Dinyester ırmakları, Karpat Sıradağları ve büyük ormanlar, Got toplumunu Tervingi ve Greuthungi olarak ikiye bölmüştür. Ostrogotların ana nüvesi olan Greuthungiler, doğuda ikamet eden ve Amal Hanesi önderliğinde daha merkezi bir yapıydı.
Alışık olduğumuz Vizigot-Ostrogot isimlendirmeleri, daha sonraları 6. yüzyılın başında Cassiodorus tarafından yapıldı. Ostgoten isminden türetilen Ostrogot adlandırması “Gündoğumu Gotları” ya da “güneşin doğuşuyla parlayan Gotlar” anlamlarına geliyordu. Bu, onların kardeşlerine göre konumlandıkları coğrafyayı işaret ediyordu.

Greuthungi hakimiyeti, kişiliği destanlaşan kralları Ermanaric iktidarında zirveye çıkmıştı. Ancak görülen zirve, beraberinde doğudan gelen büyük bir çöküşü getirdi. 375-76 civarında doğudan gelen Hunlar (bazı araştırmacılar, Maenchen-Helfen, bu savaşın tarafının Hunlar değil onlardan kaçanlar olduklarını iddia eder), Ostrogotları ağır şekilde mağlup ettiler. Kral Ermanaric ya savaş meydanında öldü ya da intihar etti.
Bundan sonra Ostrogotların kaderi uzun süre Hunların boyunduruğu altında, Hunlar tarafından yazıldı. Ostrogotlar süzerenlerine askerlik hizmeti ve vergiler verdikleri gibi onlarla kültürel ve aristokratik bağlar da kurdular, hatta onların atadığı ast-krallarca yönetilmiş dahi olabilirler.
Onların kaderini en çok etkileyen Hunların yaptığı iskan politikasıydı. Yüksek ihtimalle batı kanatlarındaki merkezleri Pannonia ovasıyla Roma İlirya‘sı arasına tampon olmaları için Ostrogotları Tuna boylarına yerleştirdiler. Ostrogotlar değerli vassallar olarak Hunlara hizmet ettiler.
451’de Galya’da yaşanan Katalon (Chalons) Muharebesi‘nde, Büyük Theoderic’in babası Theodemir komutasında Attila saflarında savaştılar. Bu dönemde Ostrogotların başında Valamir vardı. Bu muharebeden üç yıl sonra yaşanacak başka bir muharebenin önemi Ostrogotlar için çok daha büyüktü.

Attila’nın ölümü sonrası Hunların batı kanadında idare çökmenin eşiğine geldi. Başlarını Gepidlerin çektiği boyunduruk altındaki kavimler, Attila’nın oğullarına isyan etti. 454 yılında cereyan eden Nedao Muharebesi, Hunların bozgunuyla sonuçlandı. Attila’nın oğlu Ellak savaşta can verdi.
Savaşta Ostrogotların konumu ciddi bir soru işaretidir. Hyun Jun Kim, Herwig Wolfram gibi tarihçiler, Ostrogotların bu savaşta Hunların safında yer aldığını iddia eder. Ostrogotların bu savaşa katıldığına dair kaynak Jordanes’tir ve onun aktarmalarında olayları son derece çarpıtabildiğine dair eleştiriler vardır.
Ancak Ostrogotların bu savaşta Hun safında yer aldığı da kesin değildir. Aksini iddia eden, hatta savaşa hiç karışmadıklarını ifade eden Maenchen-Helfen gibi tarihçiler de vardır. Konumları ne olursa olsun, savaş sonrası çöken Hun hakimiyetinin çökmesi sonucu onlar ve komşuları artık özgürdü.
Attila’nın bir diğer oğlu olan Dengizik, her ne kadar batı kanadında tekrar idare tesis etmeye çalışsa da Constantinapolis ile giriştiği savaş sonucu 469’da hazin bir sona uğradı.
Bu dönemde Ostrogotların Pannonia‘da ikamet ettiklerini görüyoruz. Oraya nasıl geldikleri hususunda da tartışmalar vardır. Jordanes gibi kaynaklar, İmparator Marcian tarafından bölgenin kendilerine verildiğini aktarır; ancak bu araziyi Ostrogotların bilek güçleriyle ele geçirdiklerini düşünen tarihçiler de vardır.
Bu dönem Ostrogotlarıyla ilgili görüldüğü üzere çokça karışıklık ve tartışma vardır. Bu, kaynakların kıtlığı ve olan kaynakların siyasi gerekçelerle manipüle edilmiş olabilme ihtimaliyle ilgilidir. Bazı araştırmacılar ileri gidip, Kral Ermanaric’in mensup olduğu Amal Hanesi ile son dönem Valamir, Theoderic gibi Ostrogot Krallarının hiçbir alakaları olmadığını dile getirir.
Şansımıza, İtalya’ya hakim olan Ostrogot Krallığı’nı, gerek krallığın ömrü gerek başarısıyla kendi şahsiyetinde birleştiren Büyük Theoderic‘in hayatı hakkında elimizde yeterli kaynak vardır. Ayrıca en az onun kadar önemli olan geldiği, gördüğü ve yendiği İtalya hakkında da fazlasıyla kaynağa sahibiz.
Kukla İmparatorların Devri

3. yüzyıl, Roma’nın en büyük sınavlarından biriydi. Yaşanan taht kavgaları, savaşlarda yiten askerler, yüksek enflasyon, devlet kurumlarında yozlaşma tüm bir yüzyıla hakim oldu.
Ancak bu kriz dönemi de nitelikli imparator, asker ve idareciler ile halkın dirayeti sayesinde atlatıldı. Yüzyılın sonlarında imparatorluk yapan Diocletianus‘a göre bu krizin kökeninde, sınırları tüm Akdeniz havzasını kapsayan imparatorluğun yönetiminin tek elde, merkezde olması vardı. Bu yüzden imparatorluğu 2 Augustus ve altlarında 2 Caesar olacak şekilde böldü (tetrarchy).
Teoride bu bölünme yönetimi kolaylaştıracaktı ama pratikte sistem çöktü. Augustus ve Caesarlar birbirlerine girdiler. Savaştan Constantinus galip çıktı ve imparatorluğu birleştirdi. Merkezi kurduğu şehir Constantinapolis’e (Nova Roma) taşıdı, Hristiyanlığı legalleştirdi (artık religio olarak kabul gördü) ve yayılmasına karşı engelleri kaldırdı.
Bu politikalar imparatorluğun ağırlık merkezini Doğu Akdeniz’e kaydırdı ve çehresini değiştirmeye başladı. Her ne kadar birleşme gerçekleşse de ayrılma eğilimi ortadan kalkmadı ve en nihayetinde I. Theodosius’un ölümü sonrası oğulları Honorius ve Arcadius imparatorluğu Batı ve Doğu olacak şekilde bölüştüler.
Doğu, kadim Levant şehirlerine ve yüksek nüfusa sahipti, kaynakları son derece fazlaydı. Anadolu ve Balkan topraklarından asker çıkartabiliyordu, idare çok daha merkeziydi. Batının durumu ise pek iç açıcı değildi. Afrika dışındaki eyaletler çok gelir getiremiyorlardı ve daha önemlisi araştırmacıların hâlâ tam olarak anlayamadığı sebeplerden ötürü asker kaynakları çok kısıtlıydı. Gittikçe sınırlarındaki barbarlardan asker devşirmeye bağımlı hale gelmişlerdi.
Ancak Doğunun desteği bu sıkıntıları dengeleyebilirdi. İdari ayrılma ve Roma–Constantinapolis arası hizip çatışmaları olsa da Roma algısında hâlâ tek bir imparatorluk vardı ve bu imparatorluk, günümüzdeki genel kanının aksine 4. yüzyılda ve sonrasında gayet güçlüydü. Asker sayısı ve askeri reformlar göz önüne alınırsa rakibi yoktu ancak çok geniş bir hattı savunmak zorundaydı.
Bu savunmanın odak noktası, zengin doğu şehirleriydi. Fırat’ın ötesinde yükselen Sasani hakimiyeti, selefleri ve Roma’nın geleneksel düşmanları Partlardan çok daha güçlüydü. Kafkas ve Tuna ötesinden gelen işgalci Hun–Germen kitleleri de göz önüne alınınca, Doğu’da kaynaklar tamamen öz savunmaya odaklandı. Batı gittikçe yalnız kaldı.

Bu durumda Batı bazı askeri reformlar yaptı. Doğu’dakinin aksine beş tane değil iki tane olan Magistri Militum (başkomutan) makamı, normalde piyade komutanı magister peditum ve süvari komutanı magister equitum olarak bölünüyordu. Bu reformlarla iki makam birleştirildi ve magister utriusque militiae ismiyle organize edildi.
Bu makamın sahipleri Batı Roma topraklarının sadece muhafızı değil, de facto hakimleri olacaklardı. Çünkü tahta çocuk yaşta oturan Honorius‘un zayıflığı ve Senato’nun hizipsel çatışmaları, olağanüstü şartların da etkisiyle bu makama karşı çıkamayacaktı ve bu güç aktarılarak devam edecekti.
Makamı ilk işgal edenler Stilicho ve Aetius’tu. Daha bu dönemlerde asker kaynağı tükenen Batı, Germen istilacılarla foedus adı verilen bağdaşıklık anlaşmaları yaparak onlardan asker devşirmeyi, en azından İtalya ve Afrika topraklarından uzak tutmayı denedi. Bu sistem pek işe yaramadı.
Bağdaşıkların askerleri giderek yükseldiler ve başkomutanlık makamlarını işgal edecek hale geldiler. Öyle ki Roma ordusunda Romalı kalmadı. Toprakları koruma politikası da işe yaramadı. Batıyı en çok vuran kayıp, zengin Afrika eyaletinin Vandallar tarafından fethi oldu.
Vandallar bununla kalmayıp, kralları Gaiseric önderliğinde bir donanma kurdular ve Sicilya, Sardinya gibi önemli toprakları ele geçirdiler. Daha trajik olan, 455 yılında yaptıkları Roma yağmasıydı. Aynı yıl III. Valentinian öldü ve Theodosius Hanesi’nin sonu geldi.
Ondan sonra gelen kukla hükümdarlardan çok, başkomutan Ricimer önemlidir. O, 472 yılındaki ölümüne kadar Roma’yı ayakta tutmaya çalıştı. Görevinin zorluğu göz önüne alınınca takdir edilmesi gereklidir.
Ölümünden sonra yerini Burgund Kralı’nın oğlu olan Gundobad aldı ve Patrici mertebesine yükseltildi. Ancak aynı yıl İmparator Olybrius hayatını kaybetti. Gundobad, Constantinapolis ile kimin imparator olması gerektiği üzerine itilafa düştü.
Bu kriz derinleşmedi çünkü babasının Burgund Krallığı onun gözünde daha cazip gözüktü ve İtalya’dan çekildi. Doğunun adayı Julius Nepos, Roma’ya, tahtına yürüdü. Çok büyük bir hata yaparak Orestes adlı bir Romalıyı Galya’da magister militum olarak atadı. Bu Romalı, yıllarca Attila emrinde görev almıştı.
Ravenna’ya yürüdü. Nepos, tehlikenin farkına varıp Dalmaçya topraklarına kaçtı. Orestes, oğlu Romulus Augustulus‘a erguvan giydirip imparator ilan etti. O, başkomutan olarak de facto hakim olacaktı. Ancak askerlerinin İtalya topraklarının üçte birinin kendilerine tanzim edilmesine dair taleplerini reddetti.

Bu, askerler arasında huzursuzluk yarattı. Aralarından Odoacer‘ı önder seçip darbe yaptılar. Onun kökenleri ise tartışmalıdır, Sciri olduğuna dair iddianın yanı sıra yakın zamanda Hun olabileceğine dair tezler de ortaya atılmıştır.
Odoacer ve destekçileri tarafından 476 yılında Orestes öldürüldü ve Romulus tahttan el çektirildi. Klasik tarih yazımı bu olayla Batı Roma’nın çöktüğünü iddia eder. Ancak Odoacer ve halefi Theoderic’in sürdürdüğü kurumlar ve Doğu’dan aradıkları meşruluk, bazı tarihçileri aksi yönde düşünmeye itmiştir. Bu konuya yazımızın sonunda daha detaylı değineceğiz.
Odoacer’ın tutumu, Ricimer, Gundobad ve Orestes’in konumunu devralmak üzerineydi. Doğu’dan, İmparator Zeno’dan idaresini tanımasını ve ona seleflerine verilen Patrici ünvanını istedi.
Zeno, Nepos’un taht üzerindeki haklarını tanıdığını da ekleyerek ona bu unvanı bahşetti. Ancak Odoacer seleflerinin yapmadığını yaptı ve Rex (kral) unvanı aldı. Bu hakimiyet iddiası asla Romalılar üzerine değildi; çünkü onların krallara karşı uzun yüzyıllardan kalan bir alerjileri vardı.
O, kendi insanları yani “barbarlar” üzerine bu hakimiyet iddiasını öne sürdü. Bu politika, Doğu’ya karşı konumunu güçlendirmek içindi. Daha önce Alaric benzer bir politika sergilemişti, daha sonra ise Theoderic bu mirası devralacaktı.
Odoacer başarılı bir idare sergiledi. 477’de ölen Geiseric sonrası zayıflayan Vandallardan Sicilya’yı diplomasi yoluyla almayı başardı. Kuzeyde İtalya’yı tehdit eden Rugya Krallığı’nı yıktı. Orestes’in yaptığı hatayı yapmadı ve askerlerine gerekli toprakları tanzim etti.
Ancak Odoacer en nihayetinde bir darbeyle başa gelmişti. Doğu’dan yeterli desteği almıyor, kendini kralları ilan ettiği doğal bağlardan yoksun halkı, onun krallık makamına pek saygı duymuyordu. Odoacer’ın sonu, Tuna topraklarından İtalya’ya emin adımlarla ilerliyordu.
İleride “Büyük” sıfatıyla anılacak olan Theoderic, bir barbar krallığı kurmak üzere yaklaşıyordu.
Ostrogot Fethi ve Theoderic

Kurduğu krallığının kaderini ve ömrünü kendi şahsiyetinde birleştirecek Theoderic’in doğum yılı, hatta babası hakkında ciddi belirsizlikler söz konusudur.
Jordanes aktarımlarını kabul eden tarihçilere göre babası Theodemir’dir ve doğum yılı 454’e tekabül eder. Aktarıma göre Nedao Zaferi‘nin müjdesinin saraya ulaşmasıyla doğmuştur. Bazı tarihçiler ise asıl babanın Valamir olduğunu, doğum tarihinin ise 452 olduğunu öne sürerler.
Theoderic’in kökeni, kavminin tarihi gibi sis perdesi içindedir. Ancak çocukluğuyla birlikte bu sis perdesi nispeten ortadan kalkar. Yaklaşık sekiz yaşlarındayken (459–461) Constantinapolis’e rehin olarak gönderilmiştir. Yurduna döndüğü 469 yılına kadar burada eğitim alan ve Romalı yaşamına uyum sağlayan Theoderic, halkına döndükten kısa bir süre sonra kral seçilecekti.
Otuz yıl sonra krallığının otuzuncu yılını kutlaması (tricennalia) sayesinde bu tarihi net olarak biliyoruz. Theoderic, belki de halkını kuşatan düşmanlarından ötürü, belki de daha fazlasını elde etme arzusuyla Makedonya topraklarına yürüdü. İmparator Leo‘yu bu toprakları kendilerine foedus olarak vermeye zorladı.
Bu dönemde Balkanlar’a yerleşen diğer Got şefleriyle rekabete girdi. 483’te tüm rakiplerini bertaraf etti. Leo’nun halefi İmparator Zeno, onu magister militum olarak atadı. Alaric ile benzer bir kariyer peşinde gibi görünüyordu.
484’te Doğu’nun iç işlerine, taht mücadelesine dahil oldu. Zeno’nun safında Isaurialı Illus’a karşı yer aldı. Ancak Zeno, Theoderic’e güvenmiyordu ve birliklerini geri çekti. Theoderic, imparatora isyan etti. Trakya’yı yağmaladı ve Constantinapolis’i kuşattı (487).
Tüm bu gelişmeler sonucu bir şey net olarak anlaşılmıştı: Balkan topraklarında Gotların ve Theoderic’in Constantinapolis ile barışık şekilde yaşamalarına imkan yoktu. İmparator için hem Got Kralı hem başkomutan olan Theoderic çok tehlikeliydi çünkü Batı’daki imparatorlar gibi kukla durumuna düşme ihtimali vardı.
Theoderic de merkeze bu kadar yakın bir coğrafyada gelecek olmadığını anlamış olmalı ki daha 479 yılında İtalya’ya bir sefer fikrini önermiş olabilir. Bazı tarihçiler, Theoderic’e İtalya yolunu açanın da Zeno olduğunu düşünürler.
İmparatorun amacının, Odoacer’ı devirip İtalya’nın kontrolünü daha sıkı şekilde eline almak olabileceği ihtimaller dahilindedir. Ama bu politikayı, gücünden bariz şekilde çekindiği ve güvenmediği Theoderic ile nasıl hayata geçirebileceği insanı düşündürür.
Kasıtlı veya değil, imparator Got Kralı’yla anlaşarak bu seferin önünü açmıştır. Sonunda da Theoderic’in 491’deki zaferi sonrası konumunu kabul etmiştir veya etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Teodorik Odoaceri bir yemeğe davet edip onu orada öldürdüğü bilinmektedir
Balkanlar’da vardıkları anlaşmadan sonra Theoderic, ordusu ve halkıyla daha önce Alaric’in izlediği rotayı izleyerek İtalya’ya vardı. Julian Alplerini aşıp İtalya topraklarına girdiğinde yıl 489’du.
Odoacer kuzeyi sağlam tahkim etmişti. İlk muharebe 28 Ağustos’ta gerçekleşti ve Theoderic’in zaferiyle sonuçlandı. Odoacer geri çekildi ve gücünü toplamaya çalıştı. 20 Eylül civarı yapılan ikinci muharebede, daha ezici bir şekilde kazanan yine Theoderic oldu.
Odoacer, etrafı bataklıklarla çevrili, güçlü şekilde tahkim edilmiş Ravenna’ya kaçtı. Başında en rütbeli adamı Tufa’nın bulunduğu ordusunun büyük bölümü , Milano yolunda Theoderic’e teslim oldu. Theoderic, onun itaatine fazla güvendi ve onu eski efendisine seçkin Ostrogotlarla birlikte yolladı. Ancak Tufa ihanet etti ve savaşı bir hayli uzatan bir sürece girildi.
Vizigot desteği ve bazı yerel işbirlikçilerin varlığı sayesinde Theoderic’in işi kolaylaştı. Addua Nehri’nde, 490 yılında yapılan savaşta Odoacer yine yenildi ve Ravenna’ya kaçtı. Senato, bu savaştan sonra tamamen Odoacer’ın davasından vazgeçti.
Theoderic, denizden de desteklenen Ravenna’yı iki buçuk yıl kuşattı. Bir filo ve Portus Leonis’in deniz üssü olarak inşasıyla ablukayı sıklaştırdı. En sonunda Odoacer, İtalya’yı paylaşmak üzerine bir anlaşma için kapıları açtı.
Ancak Theoderic şehre girer girmez, aslında Odoacer’ın kaderi belli olmuştu. Ostrogot’un yarımadayı paylaşmaya niyeti yoktu ve kaynaklara göre bir komplo bahanesiyle onu kılıç darbesiyle ikiye böldü.
Bu katliam, onun gerçek krallığının başlangıcı oldu.
Büyük Kral’ın Saltanatı

Theoderic’in idaresini incelemeden önce yukarıda değindiğimiz bazı hususları iyice anlamak ve iktidarını kurduğu bölge üzerinde biraz düşünmek gerekir.
İtalya, Akdeniz’e hakim olan Greko-Romen kültürün iki ana sütunundan biriydi ve tarihte eşi sadece İran ve Çin’de görülen bir emperyal mirasa sahipti. Doğu kadar olmasa da şehirleşmişti ve insanı Romalı olmanın haklı gururunu taşıyor, ülke yüzyılların idari deneyiminin mirasıyla yaşıyordu.
Bu topraklarda eskiyi yıkıp yeni bir şeyler inşa etmek zordu zira insanın ve toprağın hafızası vardı. Bu yüzden fatihler, sadece İtalya özelinde değil, benzeri hafızası derin havzalarda her zaman kendi kökenlerine karşı redd-i miras pahasına adapte olmak zorundaydılar.
Dönem İtalyası, sadece bu sosyo-politik sebeplerden değil, jeopolitik sebeplerden ötürü de bu adaptasyonu zorunlu kılıyordu. İmparatorluğun Doğusu tüm azametiyle ayaktaydı ve eski toprakları üzerinde hakimiyet iddiaları halk nezdinde rakipsizdi. Askeri kapasitesiyse en göz korkutucu olanıydı.
Doğu’nun, Batı topraklarında proaktif bir siyaset izlememesi, daha önce değindiğimiz üzere doğudaki Sasani tehlikesinden kaynaklanıyordu. Bu tehditle anlaşıldığında ve barbar krallıklara müdahale edildiğinde neler olabileceği, Belisarius ve Narses’in seferlerinde görülecekti ki bu seferlerde de imparatorluk kaynaklarının sadece bir kısmının kullanıldığı, sefer ordularının yeterince desteklenmediği anlaşılacaktır.
Bu yüzden akıllı siyasetçiler olan Odoacer ve Theoderic, Doğu’yla, en azından güçlerini yeterince toplayana kadar anlaşma siyasetine gitmişlerdir. Doğu içinse İtalya topraklarının tamamen elden çıkıması kaynakların bölünmesi tehlikesi yaşamaktansa, zayıf da olsa bir kontrol kurulması makul gelmiştir.
Odoacer ve Theoderic için yerli halk ve geleneklere adapte olmanın diğer gerekliliği, kendi halklarının durumuydu. Odoacer’ın dayandığı gücün halktan çok paralı asker güruhu olduğunu göz önüne alırsak, Theoderic bu konuda çok daha avantajlıydı. Yine de onun halkı da çok sıkı bir monarka pek sıcak bakmıyordu.

Geçirdikleri süreç onları akrabalarına göre bu konuya çok daha olumlu bakacak seviyeye getirmişti; ancak bunu fazla abartmamak gerekir. Yerli halk ise yasalar koyan veya uygulatan, günlük hayatı daha sıkı idare eden bir idareciye ihtiyaç duyuyordu. Yani hem Odoacer hem Theoderic için bu adaptasyon süreci, kendi konumlarını yükseltmek için de bir fırsattı.
Theoderic’in bu konuda da ciddi bir avantajı vardı. Çocukluğundan gençliğine kadar olan hayatını rehin olarak Constantinapolis’te geçirdi. Roma’nın kalbinde geçen gençliği, onu Romalıyı Romalı yapan dünya görüşüne alıştırdı.
Geç Dönem Romalısı, kimliğini iki temele dayandırıyordu. İlki, kökenleri Helenistik felsefe ve edebiyata, Roma erdemleri (mos maiorum) ve hukukuna dayanan, insanı bedeniyle kutsayan, aklı ve iradeyi duygulara, özellikle ilkel duygulara üstün tutan, bireylerin ortak yasa ve düzene uyumlu hareket ettiği klasik gelenek-medeniyetti (civilitas).
İkincisi, daha evrensel ve uhrevi bir iddiası olan, semitik geleneğin yeni yorumu Hristiyanlıktı. Onlara göre Roma, Tanrı’nın cennetteki tasarısının yeryüzü yansımasıydı. Hatta imparatorlar, İsa Mesih’in vekilleri sayılırdı.

Theoderic ve halkı Hristiyanlık fikrine çok yabancı değillerdi ancak Roma dünyasıyla mezhepsel ayrılıkları vardı. Onlar daha Pannonia’da ikamet ederlerken Ariusçuluğa iman etmişlerdi. Bu mezhep, İznik Konsili’nde Roma’nın Nicene Hristiyanlığı’ndan ayrılmıştı. Ancak Theoderic’in akıllıca hoşgörü siyaseti ve Nicene Hristiyanlığı’na her seferinde gösterdiği saygısı, bu sorunu yumuşattı.
İşte bu iki ideolojik temel, Romalı kimliğini (Romanitas) oluşturuyordu. Bu kimliğe adapte olma işini, Odoacer’dan Theoderic pek hoş olmayan, yukarıda anlattığımız yöntemle devraldı. İlk işlerinden biri, Zeno yerine tahta geçen İmparator Anastasius’a konumunu onaylatmak oldu.
Ancak yeni imparator bu anlaşmaya başta sıcak bakmadı. 497’ye kadar Theoderic’in konumunu onaylamadı ve ona Patrici ünvanı vermedi. Theoderic o kadar uzlaşmacı davrandı ki jest olarak, normalde konumu itibarıyla ataması gereken iki konsülden birini atamadı.
Hiçbir zaman diğer barbar kralların yaptığı gibi tarihlendirmeyi kendi saltanatının başlangıcına göre yapmadı. Bastırdığı paraların ön yüzünde Doğu İmparatoru’nun yüzü, arkasında kendi yüzü ve “Roma Invicta” yazısı vardı. Emperyal seremonilerde Doğu İmparatoru’nun adı her zaman önce bağırılıyor ve statüsü daha prestijli konum olan sağda yer alıyordu.
Anlaşmada, konsül olarak Got atamamayı kabul ettiği gibi sivil makamların hepsine Romalıları getirdi. Askeri makamlara ise ileride değineceğimiz üzere sadece Gotlar atandı. Romalı latifundium sahipleriyle iyi geçindi ve onların konumlarına saygı duydu.
Tek istisna, Odoacer’la olan savaşında ona destek vermeyenlerin arazilerine el koyma çabasıydı ki Psikopos Epiphanus’un araya girmesiyle bu hareketten caydı. Senato ile de ortak hareket etmeye çalıştı, hatta Senato’ya girdi.
Dini otoritelerle ilişkilerini daha seferinin başında geliştirmeye başladı. Zaferlerini ve saltanatını Tanrı’nın kendisine lütfu olarak yansıttı. Kendi halkı ve Romalılar arasındaki mezhep çatışmalarının her zaman önüne geçti.
Roma mirasına olan saygısını hukuk alanında da gösterdi. Roma’da kanun (lex) çıkarma yetkisi sadece imparatora hastı ancak üst düzey yetkililer tebliğ (edictum) hazırlama yetkisine sahiplerdi. Burgund veya Frank kralları kanun koyarlarken, Theoderic genel bir tebliğ hazırladı ki bu tebliğe Edictum Theoderici denir.

Theoderic, Romalılık iddiasında o kadar ileri gitti ki diğer barbar krallıklarla olan yazışmalarında kendini Greko-Romen kültürün Batı’daki temsilcisi gibi gösterdi. Theoderic, ileride bahsedeceğimiz diplomatik hamleleriyle de bu tutumunu destekleyecek ve açıkça kendisini ve krallığını Roma’nın Batı kanadının mirasçısı ve tekrar ihya edecek olan olarak gösterecekti.
Ancak Theoderic sadece Romalıların idarecisi değildi. O aynı zamanda Gotların kralıydı. Gücünün askeri kısmı sadece kendi halkına, Gotlara dayanıyordu. Tıpkı selefi Odoacer gibi o da İtalya’daki konumunu krallığı (rex) ile tahkim etti.
Ülkeyi ele geçirir geçirmez halkına hakkını teslim etti. Odoacer’ın tanzim ettiği arazilerden onun halkını sürdü ve yerlerine kendi Gotlarını yerleştirdi. Ancak bu yerleştirmede farklı bir yol izledi. Gotların iskân edildiği bölgelerin, Adriyatik kıyılarındaki önemli şehirlere yakın yerlerde ve Po Vadisi’nde olduğu görülür. Bu, belli ki kuzeyden ve doğudan gelebilecek tehlikelere karşı izlenen bir savunma politikasıydı.
Gotların askeri konumu sadece yerleştirmeden ibaret değildi. Hukuki olarak Gotlar sadece askeri mahkemelerde temsil ediliyordu. Kendi teamül hukukları, yasaları vardı. Romalılarla olan davaları da askeri mahkemelerde görülüyordu.
Askeri nizamları Roma sisteminden devralınsa da yüksek makamlar sadece Gotlara tahsis edilmişti. Magister militum yani başkomutanlık rütbesi, Theoderic’e hastı ve onun krallığıyla birleşik hale gelmişti ancak officialis magistri militum yani başkomutanın astı rütbesi vardı.
Gotlar yerel olarak kendi hiyerarşilerine, liderlerine sahiplerdi. Germenler kültürleri gereği merkezden dikte eden krallara boyun eğmeye karşıydılar. Daha çok seçim yoluyla veya askeri başarılarla önderlerini seçiyorlardı.
Theoderic bu yerel liderlerle ilişkilerini dikkatli götürmek zorundaydı. Onlar üzerindeki krallık iddiasını pekiştirmek için Amal Hanesi bağlarını kullandı. Bu bağların gerçekliği tarihçiler tarafından sorgulanmıştır. Gerçekten bu haneye bağlı olsa bile Greuthungi Kralı Ermanaric’in direkt torunu olduğu kesin değildir.
Kendi saray tarihçileriyle bu iddiasını abartmış, propaganda malzemesi haline getirmiş olabilir. Gerçek hikaye ne olursa olsun sonuç pek parlak değildi. Theoderic’in ölümü sonrası Roma’nın Got seferinde Gotların onun soyundan olmayan bir kral olan Witiges’i seçmeleri, bu Amal hikayesine ne kadar riayet ettiklerini gösterir.
Gotlar vatandaşlık dahi alamayacak şekilde hem hukukta hem savaş meydanlarında hem yerleşkelerde hem de mezhepte Romalılardan ayrıydı. Bu ayrılık iki toplumun kaynaşmasını zorlaştırdı.
Bu ikilik, Theoderic ve haleflerinin bazı konularda işine gelse de kaynaşmayan toplumun varlığı her zaman iç çatışmalara gebe ve muhtemel istilacılarla işbirliğine müsait ortam yaratacaktı.

Theoderic’in, gerek kendi halkına gerek Romalılara karşı bu uzlaşmacı politikaları onun dış işlerinde de pasif ve uzlaşmacı bir siyaset yürüttüğü izlenimi uyandırabilir.
Diplomasiyi hanedan evlilikleri yoluyla uzlaşmacı şekilde kullandığı doğrudur. Özellikle 490–500 arasında Frank yayılmasına karşı Burgundlar ve Vizigotlarla ittifak kurdu. 491’de Vandalları Sicilya’da ağır bir mağlubiyete uğrattı. 500’de Theoderic’in kardeşi Amalafrida, Vandal sarayına gelin gitti.
Beraberinde Vandal merkezine giden 5000 Ostrogot askeri, onlara karşı kurulan üstünlüğün en önemli kanıtıdır. 504/5 arası yaptığı Tuna seferiyle Gepidleri yenmiş ve Pannonia arazisini topraklarına katmıştır.
506/7 arasında diplomasisi çok daha agresif ve müdahaleci olmuştur. Vizigot-Frank savaşına dahil olan Ostrogot birlikleri, Vouille Muharebesi’ne müttefikleri Vizigotlar lehine yetişemese de Provence topraklarını ele geçirmiştir.
511’de bu sefer İberya’daki Vizigot taht mücadelesine müdahil olan Theoderic, 513’te Vizigot topraklarını direkt kontrolüne almıştır. Theoderic’in tüm Got toplumunu birleştirdiği için övündüğü dönem kaynaklarına yansımıştır. Burgundların da Theoderic ile bağlılık ilişkisi içinde olduğunu görmekteyiz.
Görüldüğü üzere konumunu sağlama aldıkça, eski Batı Roma topraklarında hakimiyet kurma çabasını arttırmıştır. Theoderic, iç politikadaki Roma mirasını devam ettirme siyasetini dış politikada da devam ettirdi.
Eylemleri ve söylemleri göz önüne alındığında onun, kendini zaman içinde Doğu’ya denk kabul ettirip yitirilmiş topraklar üzerinde Batı’nın otoritesini tekrar ihya etme amacında olduğu görülecektir.
Theoderic’in “Büyük” sıfatını hak eden bir hükümdar olduğu, şu zamana kadar anlattıklarımız göz önüne alınırsa malumdur. Ancak Theoderic’in çok büyük bir talihsizliği vardı. Gücünü dayandırdığı iki toplum, ayrımlarından ötürü onu ve soyunu ortak bir paydada lider kabul etmemişti.
Gerçi ikisini ayrı olarak ele alsak bile mutlak otoritesi olduğu söylenemezdi. Ancak politik becerileri sayesinde egemenlik gücünü varisine devredebilirdi. Ama Theoderic’in şansı bu konuda da pek yaver gitmedi.
Bir oğlu olmadığı için damadı Eutharic’i varisi olarak seçti. Ölümünden sonra Patrici makamının ona geçeceğini Doğu’ya onaylattı. Ancak Eutharic, daha 42 yaşında, 522’de vefat etti. Bu, Theoderic’in gelecek planları için felaketti.
Bir hayli yaşlanan kralın yeni bir varis seçip siyasi ortamı onun lehine hazırlamak için çok az zamanı vardı. Ona bağlı olan Vandal ve Burgundlar şimdiden kıpırdanmaya başlamış, daha isyankar hareketler sergiler olmuşlardı.
Theoderic yeni varis olarak kızı Amalasuintha ve Eutharic’in oğlu olan torunu Athalaric’i seçti. Daha altı yaşlarında olan bu çocuk için ölümünden önce elinden geleni yapmaya çalıştı ancak ömrü vefa etmedi.

Büyük Kral Theoderic, 526’da hayata gözlerini yumdu. Onun ölümüyle beraber krallığı parçalanmaya başladı. Torunları Athalaric ve Amalaric arasında Got hakimiyeti bölündü.
Amalaric, İspanya’da Vizigot hakimiyetini sürdürdü. Athalaric ise annesinin dirayeti sayesinde tahtında kalabildi. Ne yazık ki onun da saltanatı ve ömrü çok uzun sürmedi. 534’te, daha on sekiz yaşında vefat etti.
Annesinin, monarşi kurumlarının gelişmediği dönem toplumunda bir hükümdar olmasına imkân yoktu. Amalasuintha, babasının mirasına büyük bir saygı göstererek ve kendi için de en akıllıca hareketi yaparak tahtı kuzeni Theodahad’a bıraktı.
Bu hamle, Ostrogot Krallığı’nın kaderine pek etki etmeyecekti. Dediğimiz gibi, sadece Amalasuintha’nın yaşamı ve Theoderic’in mirası için önemliydi. Krallık artık yaşayan ölüydü.
Ne özgürlüğünü tekrar sağlayan Vandallar ne kuzeyde Ostrogot gücünün çökmesini fırsat bilip genişleyen Franklar bu ölümün müsebbibiydiler.
Doğu’da, Constantinapolis’te, antikitenin muhteşem imparatorluğunu yeniden canlandırmak isteyen hırslı bir imparator, kılıcını kınından çekmişti.
Roma’nın Kılıcı Belisarius, ordularıyla ebedi şehri geri almak için geliyordu.
Roma’nın Kılıcı

537’de erguvan giyen Justinianus, imparatorluğu adına büyük hırslara sahipti. Vizyonu; çeşitli mezheplere ayrılan Hristiyanlığı imparatorluk eliyle birleştirmek, eskimiş ve düzenlenmesi gereken hukuk sistemini reforme etmek ve en önemlisi yiten Batı topraklarını tekrar egemenliği altına almaktı.
Nihai vizyonu, imparatorluğu eski sınırlarında yeniden eski ihtişamına ulaştırmaktı; yani Renovatio Imperii.
532’de Fırat’ın ötesindeki rakipleri Sasani’lerle barış yaptı. Gücünü çok uzun süredir Doğu topraklarını korumaya odaklayan imparatorluk için Batı seferlerinin önü açılmıştı. İlk sefer, Gelimer’in Vandal Krallığı’na karşı olacaktı.
533’te başlayan seferi, Justinianus’un iktidarına karşı gelişen Nika İsyanı’nı bastıran Belisarius yönetecekti. Doğu cephesinde de başarıları olan bu general, Ad Decimum Muharebesi’nde (533) Vandalları büyük bir bozguna uğrattı ve krallıklarını yıktı.
Bu seferde Ostrogotlar, Romalılara destek olmuşlardı. Bu politikanın, Roma gücünü yatıştırmak amacıyla yürütülmüş olması muhtemeldir. Ancak Romalıların Ostrogot varlığına izin vermek gibi bir niyetleri yoktu.

Amalasuintha’nın iktidardan çekilmesi ve Ostrogot idaresinin karışıklığa düşmesini fırsat bilen Justinianus, 535’te Got Savaşı’nı başlattı. Savaşın ilk safhası, Dalmaçya’ya yapılan Roma saldırısının püskürtülmesi ve daha önemlisi Belisarius’un Sicilya’ya çıkıp bir engelle karşılaşmadan Napoli’ye girmesiydi.
Theodahad, Roma’da oturup müzakere etmeyi düşünüyordu. Ancak bu beyhude bir hayaldi; Romalıların müzakere yapmaya niyeti yoktu. Belisarius, çok geçmeden Roma’ya yürümeye başladı.
Kaçan Theodahad’ı, Got soyluları vasıfsızlığını gerekçe göstererek öldürdüler ve yerine Witiges’i seçtiler. Yeni kral , Theoderic’in fethettiği Galya topraklarını Franklara bırakıp kuzey kanadını güvence altına aldı ve oradaki garnizonları geri çekti.
Roma’dan ayrılıp güçlerini Ravenna’da topladı. Bu sırada Belisarius, Roma’yı ele geçirdi. 537’de Roma’yı kuşatan Witiges, 538’de Belisarius’un süvarilerinin ikmal yollarını kesmesi sonrası kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.
Zorlu kuşatmada Belisarius’un eşi Antonina, kocasına dayanacak dirayeti göstermesi konusunda çok destek olmuştu. Gotlar, gittikçe kuzeye çekildi.
539 yılına gelindiğinde kuzeyde, Ravenna’da sıkışan Witiges, inisiyatifi tamamen Belisarius’a kaptırmıştı. 540’ta Ravenna’nın bataklıklarına ve surlarına saplanan savaş, müzakereye döndü. Belisarius’a, Gotlarca Batı İmparatorluğu teklif edildi.
General bu teklifi rol icabı kabul etti. Şehre girince Witiges ve eşrafını tutukladı ve diğer Gotları gitmekte özgür bıraktı. Şimdi tüm İtalya’yı kontrol eden muzaffer general, merkezce geri çağırıldı.
Bu çağrının sebebi yüksek ihtimalle yine açılan Sasani cephesi olsa da, generalin rol icabı olan imparatorluk kabulünün Justinianus’u tedirgin ettiği de söylenir. Zaten en başından beri yeterli olmayan asker mevcudu artık iyice düşmüştü. Bu, bazı Got liderlerine ayaklanıp tekrar hakimiyet kurmak için fırsat verdi. Bu, Got Savaşı’nın ikinci fazıydı.

Bu liderler arasından Totila öne çıktı. Küçük birliklerle kazandığı başarılar sayesinde gittikçe daha fazla destek topladı. Po Vadisi ve Floransa’da yayılan isyanını, 543’te Napoli’ye, Güney İtalya’ya taşıdı.
545’in sonunda Roma’yı kuşattı ve 546’da onu teslim aldı. Bu esnada Justinianus, Belisarius’u tekrar İtalya’ya göndermişti. Ancak elinde yeterince asker bulunmayan general pek fazla bir şey yapamadı. Bu yüzden 548’de merkeze geri çağrıldı.
Totila, 549’da bir filo kurup Adriyatik kıyılarını yağmalamayı başardığı gibi 550’de Sicilya’yı geri aldı. Totila, askeri konuda parlak zekâya sahip bir lider olduğunu tüm zaferlerine rağmen müzakere kartını her zaman açık tutarak gösterdi.
O, Roma’nın kaynaklarının Doğu’da tekrar ateşlenen Pers savaşlarına aktarıldığının farkındaydı. Eğer bu savaş biterse hedef yine kendisiydi ve karşı koyması imkânsız sayılırdı.
Bu yüzden Sicilya ve Dalmaçya’yı vermeyi ve yıllık haraç ödemeyi bile teklif etmişti. Ama Justinianus için bu, yenilgiyi kabul etmek demekti.
Nitekim 551’de Sasani cephesi yeniden kapandı ve İtalya seferi için gerekli kaynaklar toplandı. 552’de, başında saray hadımı Narses’in bulunduğu Roma ordusu nihai sefere çıktı.
Totila, işgal ordusunu yavaşlatmaya ve yolda yıpratmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Busta Gallorum’da yaşanan savaşta, Totila emrindeki en iyi askerlerle bir süvari hücumu yapsa da ölümcül bir yara aldığı savaşı kaybetti. Kısa süre sonra kahramanca yaşadığı hayata gözlerini yumdu. Totila, kalbi duran bir bedene yapılan son bir müdahale gibiydi.
Son Ostrogot direnişi 561’de kırıldı. Roma, her ne kadar İtalya topraklarını tekrar ele geçirse de özellikle kuzeyde otoritesini kuramadı. Kısa süre sonra farklı bir Germen kavmi olan Lombardlar, yeni bir krallık kurmak için ordularıyla geleceklerdi.
Son Tahlil

Dönemin büyük şahsiyetlerinin kötü bir özelliği olan, vizyonlarının ömrünün de onların ömürleriyle kısıtlı olması, Justinianus için de geçerliydi. Renovatio Imperii hayali, tıpkı Theoderic’in hayali gibi, ölümünden sonra çöktü.
Afrika ve Güney İtalya hariç Batı toprakları kaybedildi. Theoderic’in Ostrogot Krallığı, diğer barbar krallıklara kıyaslandığında çok farklıydı.
Diğerleri de Roma mirası üzerine yükselmişti; ancak hiçbiri Romalılığı bu kadar benimsememişti. Öyle ki pek çok tarihçi, hem Ostrogot idaresini hem de Odoacer hakimiyetini Batı Roma’nın devamı olarak görme eğilimindedirler.
Yukarıda anlattığımız yönetim tercihleri açısından bakıldığında bu görüş pek de yanlış sayılmaz. Ancak unutulmamalıdır ki bu iki hükümet de bu politikaları pratik sebeplerle gütmüşlerdi. Onların Doğu Roma güdümünde hareket etmek gibi bir niyetleri yoktu.
Gerekli gördüklerinde Batı Roma kurumlarına ve geleneklerine alternatif politikalar üretmekte sakınca görmüyorlardı. Onların amaçları sadece güç toplamak, konumlarını tahkim etmekti. Kendi siyasi ajandaları vardı.
Bu bakımdan Odoacer’ın rejimiyle Ostrogot Krallığı birbirlerinden ayrılamazlar. İkisi de Batı Roma mirasını üstlenmiş, Doğu’yla ilişkilerini pratik düzlemde ele almışlardır.
Tarihteki rollerini anlamak, Roma İtalyası ile Ortaçağ İtalyası arasındaki geçişi anlamak için zaruridir. Büyük ölçekte Batı Avrupa’nın kaderini etkilemişlerdir.
Kaynakça
Wolfram, Herwig. Germenler. İstanbul: Kronik Yayınları, 2023.
Bury, John B. Barbarların Avrupayı İstilası. İstanbul: Kronik Yayınları, 2022.
Heather, Peter. “Cassiodorus and the Rise of the Amals: Genealogy and the Goths under Hun Domination.” The Journal of Roman Studies , vol.79, 1989, .
Heather, Peter. The Goths. Oxford: Blackwell Publishers, 1996.
Heather, Peter. The Fall of the Roman Empire: A New History of Rome and the Barbarians. Oxford: Oxford University Press, 2005.
Kim, Hyun Jin. Hunlar. Translated by Hakan Erdem, Gumbel Yayınevi, 2020.
Reynolds, Robert L., and Robert S. Lopez. “Odoacer: German or Hun?” The American Historical Review, vol. 52, no. 1, Oct. 1946, pp. 36–53. Oxford University Press. JSTOR, www.jstor.org/stable/1843082.