Hitit Uygarlığı ve Sanat
Anadolu’ya milattan önce 2000’li yılların başında Kafkasya üzerinden gelen Hitit Uygarlığı aynı zamanda Etiler Uygarlığı olarak da bilinmektedir.
Başkenti Çorum yakınlarında bulunan Hattuşaş’tır. Ancak Hititler kendilerine “Neşalılar” da diyorlardı. Hitit adı Eski Ahit’e göre uydurulmuş bir isimdir. Anadolu yarımadasında devlet kuran halk Tunç Çağı’nda yaşamıştır. Derine inecek olursak Hitit tarihi iki şekilde incelenmektedir.
(Hitit tarihi M.Ö. 1650-1450 eski krallık ve M.Ö. 1450-1200 Hitit İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir.) Hitit Ünv. Arşivi
Hitit Devleti’nin kuruluşundan itibaren sanattaki Mezopotamyalı unsurlar kaybolarak Anadolu’nun yerli sanatıyla birleşmiştir. Sanatta boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler, saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.
Aslında Hattiler’e ait olmasına rağmen Hitit Güneş Kursu olarak anılan törensel nesne, Hititlerin sembolü kabul edilir.
Ankara Üniversitesi’nin de sembolü olan Güneş Kursu, Hitit uygarlığına ait bir eser olarak kabul edilir ve bu sebeple birçoğumuzda Ankara ve Anadolu çağrışımlarını uyandırır. Bulunduktan sonra ilk kez Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarafından sembol olarak benimsenen, Ankara Üniversitesi kurulunca da Üniversitenin sembolü olarak kabul edilen Güneş Kursu, Atatürk’ün emriyle 1935 yılında Alacahöyük’te başlayan kazılarla açığa çıkartılmıştır. Hitit öncesi yani Hatti döneminin bir eseri olduğu belirtilen Güneş Kursu tunçtan yapılmış olup, günümüzden yaklaşık 4250 sene önce dini merasimlerde kullanılmıştır. Güneş Kursunu oluşturan yuvarlak, dünyayı ya da güneşi temsil etmektedir. Sembolün alt kısmında görülen iki adet boynuza benzer çıkıntının ne olduğu ise henüz kesin olarak bilinmemektedir. Üzerinde yer alan çıkıntılar ise doğanın çoğalmasını, üremeyi temsil etmektedir. Kuşlar da aynı şekilde yine doğanın çoğalmasını, doğadaki hürriyeti anlatmaktadır. Güneş Kursunun, Hititlerin Anadolu’ya gelmelerinden yaklaşık 300 sene önce yapıldığı ve Hatti kralları öldüğü zaman bunun gibi 4-5 sembolle birlikte gömüldükleri bilinmektedir.
Ank. Ünv. Arşivi
Hititler ile ilgili kısa bir bilgi aktarımından sonra, yazımızın asıl teması olan “Hititlerde Sanat” olgusuna değinelim ve Paleolitik Çağ’dan itibaren hayatımızın her alanında olan sanata bir de Hititler döneminden bakalım.
Tabii dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak ve dönemi de hayal ederek…
Müzikle başlayalım; Hititlerde müzik genellikle dini törenlerde olurdu ve bazen enstrümantal bazen de vokal olarak icra edilirdi. Dinsel törenleri için birçok kabartma ve boyalı vazolar hazırlayıp tanrılara sunumlar yaparlardı. Bunlar genellikle et ve ekmek gibi gıdalar ile içki olurdu. O zamanlar sahnelerde çalgıcı ve akrobat dansçılar da yer alırdı.
Hititler, sanatta heykele de çok önem vermişlerdir. Heykellerin tanrı ve tanrıça temsili olduklarına inanıp tapınak ve saraylar için devasal boyutlarda kabartmalar, heykeller yapmışlardır.
Birçok alana sfenks (insan başlı aslan) heykelleri ve kabartmaları yapmışlardır. Heykellerini yaparken ise pişmiş toprak, bronz, altın, gümüş ve fil dişi gibi malzemeler kullanmışlardır. Küçük sanat eserlerinde ise Hititler kendilerini daha çok gümüş, altın ve tunçtan yapılan damga mühür işleriyle gösterirler. Bu mühürlerin üzerlerinde insan yahut hayvan figürleri bulunur. Kabartmalarda bulunan tanrı figürleri ise yüksekte dururlar ve başları yandan, göğüsleri önden, ayakları ise yine yandandır. Başlarında sivri külahlar, bazı külah tasvirlerinde ise boynuzlar vardır.
Hititler, maden sanatındaki becerilerini özel işlevi olan içki kapları (rhyton) ve çanakların yapımında da göstermişlerdir. Anadolu’da bu tür kapların -kil ve taş gibi ham maddelerden- üretimi ve kullanımının geçmişi Neolitik Çağ’a kadar dayanır. Norbert Schimmel Koleksiyonu’ndaki geyik ve boğa biçimli içki kapları gümüşten üretilmiştir ve baş-gövde kısımları ayrı ayrı yapılarak daha sonra birleştirilmiş, ayrıntılı ve çok doğal işlenmiş eserlerdir. (Arkeoloji Dergisi)
Hitit şehirlerinin karakteristik özelliklerini anlamak için de Alacahöyük ve Hattuşaş’a bakabiliriz.
Hitit yazılı kaynaklarından anlaşıldığına göre, I.Hattuşili’nin iktidara gelmesiyle (M.Ö. 1665-1640) Hattuşa, Hititlerin başkenti olmuştur. Hitit İmparatorluk döneminde, yani M.Ö. 14 ve 13. yüzyıllarda şehir yaklaşık olarak altı kilometre uzunluğunda bir surla çevrilmiştir. Daha geç bir imar evresinde bu surların önüne ikinci bir duvar daha örülerek, kent daha sıkı bir savunmaya alınmıştır. Bu yeni sur üzerinde bulunan anıtsal şehir kapılarının çoğu günümüze kadar oldukça sağlam halde gelmiştir. Güney batıda, dış yüzünde aslan yontuları bulunan Aslanlı Kapı’yla, iç yüzünde silahlı tanrının bulunduğu Kral Kapı bunların en önemlileridir. Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın özel bir rolü olmalıydı ki burada 30 m yüksekliğinde, 250 m uzunluğunda ve 80 m genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alır. Bu kapının tam altında, Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek potern (tünel) vardır. 71 m uzunluğunda ve 3 m yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılmaktadır. Şehirde ayakta kalmış ve izlenebilen yapıların büyük bölümü, surlar gibi M.Ö. 13. yy’dan kalmadır. Kraliyet yapılarının yer aldığı Büyükkale’de direkli galerilerle çevrili avlular, konutlar, depo binaları ve büyük bir kabul salonu ile büyük bir saraya ait kalıntılar ortaya çıkartılmıştır. İmparatorluk döneminde, M.Ö. 13.yy’a tarihlenen şehrin Büyükkaya sırtında büyük boyutlarda, sayıları 11’i bulan yeraltı siloları bulunmuştur. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1200 yıllarından hemen sonra yıkılmasıyla, Anadolu Tunç Çağları da sona erer. Bununla beraber, Hattuşa şehrinin arazisinin yerleşim tarihi devam eder. M.Ö. 12. yüzyılın başlarında, Erken Demir Çağı’na tarihlenen yeni yerleşmenin, Frig etkilerini yansıtan bir taşra kasabasına dönüşüp büyümeye başlaması ise ancak M.Ö. 8. yy’da gerçekleşmiş, yerleşim Pers döneminde de devam etmiştir. Yerleşmede Hellenistik, Galat, Roma ve Bizans’a ait yerleşme ve tahkimat izleri de görülmektedir.
Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Hitit Uygarlığı günlük hayatlarında yazı ve edebiyata da önem vermiş bir uygarlıktır. Mezopotamya kültüründen de etkilenmiş ve onlardan çivi yazısı öğrenmişlerdir. Bu sayede edebiyat ve tarih yazıcılığında da gelişmişlerdir. Birçok efsane, destan gibi eserler oluşturmuşlardır. Üstelik bu eserler arasında tarihi olaylar yıl yıl kaydedilmiştir. Bunlarla oluşan yıllıklara Anal adı verilir.
Tarihteki ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması hakkında da kısa bir bilgi vermeden geçmeyelim;
M.Ö. 13. yy’da yakın doğunun önemli imparatorluklarından biri haline gelen Hitit Devleti, Doğu Akdeniz’de gücünü kanıtlamak isteyen Mısır ile bir sürtüşme içine girdi. Bu sürtüşme, M.Ö. 1285 yılında Kuzey Suriye’deki Kadeş kenti yakınlarında Muvatalli yönetimindeki Hitit ordusuyla, II. Ramses yönetimindeki Mısır ordusunun giriştikleri savaşla doruğa ulaştı. Kesin bir yengi olmasa da, Hititler bu savaşı kazandılar. Kadeş savaşından sonra M.Ö. 1269 yılında imzalanan barış antlaşması, günümüze dek gelen en eski resmi yazılı antlaşmadır.
Ayrıca bu tarihte dünyanın önemli devletleri Babil, Asur ve belki de Miken federasyonu iken Hititler ve Mısırlıların ise dünyanın süper güçleri olduğunu da unutmayalım.