Cumhuriyet Aydınları: Azra Erhat

Editör:
Mehmet Samet Acar

Azra Erhat her şeyden önce aydın bir insan. Zeki, yetenekli öğrenmeye aşık bir kadın ama kendisinin de önemsediği gibi öncelikle gerçek bir insan. İnsan doğasının tüm getirdiklerini daha sonrasında kendisine bir amaç edineceği Anadolu medeniyetinin temelini nasıl demokrasi ve insanlıkla örüldüğünü tekrar hatırlatmak için kullanacaktır. Bununla da kalmayacak Türkiye tarihi için yeri doldurulmaz bir filolog, tarihçi ve edebiyatçı olacaktır.

Çocukluk ve İlk Gençliği

Azra Erhat' genç yaşlarında açık havada çekilmiş bir fotoğrafı
Azra Erhat

Tüm bunlar olmadan önceyse 4 Haziran 1915 yılında, İstanbul’da dünyaya gözlerini açar. Babası Tevfik Bey Selanikli bir tütün tüccarıdır. Annesi Nasibe Hanım da yine Selanik göçmedir. Erhat’ın doğduğu günden itibaren zaten bulunduğu evde hali hazırda Türkçe, Rumca ve Fransızca olmak üzere 3 dil konuşulmaktadır. Şişli’de yaşadıkları üç katlı büyük evde kardeşleri ile kalabalık bir aile içinde büyür. Gerek savaşın korkusu gerek babasının işleri yüzünden çok geçmeden İzmir’e taşınırlar. İstanbul’da bulamadığı huzurlu havayı İzmir’de bulur. Açık hava sinemasıyla da ilk karşılaşması yine bu şehirdedir. Aynı zamanlarda eve gelen İtalyan piyano hocası sayesinde daha genç yaşında bir de İtalyanca konuşur. İzmir’deki hayat güzeldir. Cumhuriyet ilan edilmiş her şey yeni ve parlak gelir gözüne. Bir süre sorunsuz giden hayatında önce İstanbul’da kalan babaannesini sonra ise kardeşlerinden biri olan Fazıl’ı tifodan kaybeder.

Cumhuriyetin ilanından bir süre sonraysa aile Viyana’ya taşınır. Öğrenimine burada devam eden Erhat hızlıca Almancayı da öğrenmiş hatta o günden itibaren günlüklerini Almanca kaydetmiştir. Düzenli olarak hafta sonları Viyana’nın en büyük ve prestijli tiyatrosu olan Burgtheater’da çocuk piyesleri izler. Daha sonrasında “Tiyatro’nun herhangi bir eğlence, gelişigüzel bir oyun sergileme yeri değil de insanlığın çok ciddi, çok önemli bir törenin kutlandığı yer olduğunu orada öğrendim” der.

Babasının işleri tekrar taşınmalarını gerektirir bu yüzden Belçika’ya taşınlar. Azra Erhat liseye yeni taşındıkları Brüksel’de başlayacaktır. Klasik bir liseye yazılmaya karar veren Erhat Yunanca ve Latince ile burada tanışır. Sadece tanışmakla kalmaz bu çok zor dilleri sevdiği ve gözüne girmek istediği hocası için, başarılı bir öğrenci olduğu için, ne kadar zorlanırsa zorlansın verdiği karardan geri dönmek istemediği için öğrenmeyi başarır. Ayrıca aynı okulda kültüre dair önemli fikirler edinir. Belçika’nın sanat ve tarih dolu dokusu onu çok etkiler. Hümanizm, hak ve hukuk arayışı, yurttaşlık bilinci yine işlenmiş kültürel dokuda onu etkileyen kavramlar olur.

Sanatın her dalıyla ilgili olmaya devam ederken Yunancayı ilk öğrendiğinde okuduğu Xenophon‘un Anadolu’daki bir askersel serüveni anlatan ‘‘Anabasis’’ (On binlerin Yürüyüş)’den bahsederken o zamanlar Anadolu kavramını tam olarak benimsemediğini hikayelerin kendi ülkesinde Türkiye’de geçtiğini fark etmediğini söyleyecektir. Brüksel’deki lise eğitimi babasının ölümü ile kesintiye uğrar, aile İstanbul’a geri döner ama Azra Erhat eğitimine devam etmek ve liseden mezun olmak ister. Bu yüzden Belçikalı iki ailenin himayesinde eğitimini tamamlar. Bu iki eğitimci ailenin demokratik eğitim anlayışlarından gelen adanmışlık özellikle Erhat’ı çok etkiler.

Üniversite Eğitimi ve Dönüm Noktaları

azra erhat arkadaşları ile oturmaktadır
Azra Erhat sağda altta ve dostları Magdi Rufer
Ada Teoman Aktürel Inge Bütün ve Ali Bütün

1930’larda İstanbul’a döndüğü gibi üniversiteye yazılır. Edebiyat fakültesine adımını atar ama bozuk Türkçesiyle memurun sorularına cevap vermekte zorlanır. O sırada ileride duran kendi yaşlarında genç bir oğlan kayıt işlemleri için zorlandığını görüp yardıma gelir. O gencin Orhan Veli olduğunu ise sonra öğrenecektir. Hatta bu tanışmada Orhan Veli kendisine L’Azros lakabını takacak ve kendisinden bir anı olarak uzun süre kalacaktır Erhat ile.

Üniversitenin ona katacağı bir diğer isim de Prof. Leo Spitzer olacaktır. Geldiği Marburg Üniversitesinden tüm ekibini getirmiş profesörün kürsü başkanlığını yaptığı Roman Filolojisine yazılır. Sabahattin Eyüboğlu ile de burada tanışacaktır. Çok iyi Latince ve Yunanca bilmesiyle diğer bölüm profesörleri her ne kadar Azra Erhat’ı çalmaya çalışsa da ne Prof. Spitzer Azra Erhat’ı ne Azra Erhat Prof. Spitzer’i bırakmaz. Kendisi için bir dönüm noktası olarak gördüğü hocasını “Hem geleceğime yön veren hem de öğretisi ve yöntemiyle o gün bugün çalışmalarıma damgasını basan bilgindir. Leo Spitzer olmasaydı bugün ben olmazdım, dünya görüşüm bu olmaz, anılarımı daha açık seçik bir dille iletemezdim.” diye anacaktır.

1936 yılı Azra Erhat’ın yaşamında dönüm noktalarındandır: Hocası Prof. Spitzer bir gün onu Prof. Georg Rohde ile tanıştırır. Spitzer onu “İşte benim Latince-Yunanca bilen tek öğrencim.” diye tanıtmıştır. Rohde, Ankara’daki çalışmalarından söz eder, orada tek başına olduğunu; kendisine bir asistan ya da bir yardımcı bulunamadığını, Türkçe bilmediği için derslerini Türkçeye çevirecek birini aradığını, ama altı aydan beri bu sorun çözümlemediğinden büyük bir umutsuzluğa düştüğünü yana yakıla anlatır. Kendisine birkaç çevirmen verdiklerini, ama onların da Latince ve Yunanca bilmemelerinden dolayı kendisinin Almanca söylediklerini tam ve doğru çeviremediklerini üzülerek dillendirir. Hem Almanca bilen hem de Latince-Yunanca okumuş bir asistan aradığını söyler. Spitzer, coşkun ve içten bir şekilde “Azra’yı alın. Aradığınız asistan odur. Alın götürün Ankara’ya!” der.

Ankara ve Çevirmenlik Yolculuğu

Azra Erhat ve Halikarnas Balıkçısı bir masada beraber güşüyorlar
Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat

1 Eylül 1936’da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji bölümüne mütercim olarak atanmıştır. Ankara’ya geliş yeni bir başlangıçtır onun için. Tam 11 yıl Ankara’da kalacaktır sonrasında. Üniversitede işleri yoğundur. Her şeye koşması gerekir ama geçesini gündüzüne katmasının karşılığında bağımsız, çalışkan ve modern bir Cumhuriyet’in kadını olduğunu bilmektedir. İlgisini en fazla çeken yine hümanizm ve edebiyat olmaktadır. Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Erol Güney ve Orhan Veli’yle kurduğu yakın dostluklarla, onların çevrelerini de tanır. Edebiyat, sanat, kültür ve hümanizma odaklı tartışma ve düşünceleriyle genişleyen bir arkadaş grubu oluştururlar. Böylece, bilimin derinliğinde, sanat ve edebiyatın yüceliğinde yol almaya devam eder Azra Erhat.

1940’lı yıllarda dünya klasiklerinin dilimize çevrilmesi bir kültür politikası olarak benimsenir. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Hasan Âli Yücel’in kurduğu Tercüme Bürosu’nda Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Orhan Burian ve Saffet Korkut’la birlikte çalışır. Bu dönemde “Dünya Edebiyatı’ndan Tercümeler”in Yunan Klasikleri serisinde, Aristophanes’ten Barış, Sophokles’ten Elektra, Platon’dan Devlet’i çevirir. Orhan Veli ile 1955’te sadece Orhan Veli’nin adıyla yayımlanan Jean Anouilh’dan Antigone’u çevirir. Kariyerinde ilerleyerek, bulunduğu üniversitede doçent olur. Ama iki yıl sonra her şey birdenbire kesilerek, üniversiteden bir grup arkadaşıyla birlikte uzaklaştırılır. 1947’de evlenip 1948’de boşandığı eşinin Macar olması, bu olaya gerekçe olarak gösterilir.

Bu olay üzerine İstanbul’a dönüp üretkenliğine İstanbul ve Vatan gazetelerinde sanat eleştirmenliği ve yazılarıyla devam eder. Uzun yıllar Uluslararası Çalışma Bürosu Kütüphanesi’nde çalışır. Bu süreçte yine çevirilerine devam eder. 60’lı yılların sonu 70’li yılların başlangıcı yine Azra Erhat için bir dönüm noktası olacaktır. Homeros’un İlyada ve Odysseia ile Herodot’u çevirmeyi bir borç ve sorumluluk olarak görür. Bu başyapıtları ne yapıp edip Türkçe’ ye kazandırmak gerekiyordur. Sabahattin Eyüboğlu’na ne yapabileceğiyle ilgili konuşmaya gittiğinde ona bir şair bulmasını önerir. Bunun üzerine A. Kadir ile tanışarak bu önerisini iletir. 15 yıla yakın sürecek çeviri süreçleri de böylece başlar. A. Kadir o günleri şöyle anlatır:

“Beni Homeros’un o güzelim havasına Azra soktu. Onun sayesinde İlyada çevirisine aşk ile, şevk ile sarıldım. Azra’nın derin bilgisi ve sınırsız enerjisi bana hep güven ve güç verdi. Yoksa ben o on beş yıla yakın çalışmayı göze alamazdım kolay kolay… Çok uzun süren çalışmamızın sonunda ben Azra’da şu üstünlükleri gördüm: Engin bir hümanist kültür, hep soran araştırıcı bir kafa yapısı ve imrenilecek bir alçak gönüllülük.”

İlyada’nın birinci cildiyle 1959 yılı Habib Edip Törehan Ödülü’nü, ikinci cildiyle 1961 yılı TDK Çeviri Ödülü’nü kazanır. Odysseia çevirisi 1970 yılında yayımlanır. Ona göre, Akdeniz çevresi ve efsaneler topluluğu vardı. Bu efsanelerin Yunanistan ve Roma’ya mal edilmesinin nedeni, Yunanistan ve Roma uyruklu yazarların kalemiyle, Yunanca ve Latince olarak yazılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa bu efsanelerin çıkış yeri ne Yunanistan’dır ne de İtalya’dır. Anadolu’dur, Girit’tir, Mezopotamya’dır ya da bütün bu yerlerdeki sözlü geleneklerin karışımından meydana gelmiş bir bütündür.

Bu düşünceden hareketle Mitoloji Sözlüğü‘nü hazırlar. “Batı kaynaklı bir tek mitoloji kitabını çevirmektense, kendi olanaklarımızla, kendi yazılı kaynaklarımızdan faydalanarak özgün bir deneme yapmayı yeğ gördük” der bu kitap için ve şöyle ekler: “Esin kaynağım sevgili ustam ve dostum Halikarnas Balıkçısı’dır.”

Yoluna ustaları Halikarnas Balıkçısı ve Sabahattin Eyüboğlu birlikte, hümanizm idealini yaymayı ve Anadolu kültür varlıklarını değerlendirmeyi bir görev olarak benimseyip devam eder. 1960 yılında yayımlanan Mavi Anadolu ve 1962 yılında yayımlanan Mavi Yolculuk adlı kitaplarında; ülkemizin en güzel yörelerini, doğal, tarihî, arkeolojik, turistik yerlerini, dünü ve bugünüyle; fotoğraflar, krokiler ve haritalarla anlatır. Anadolu’da gelmiş geçmiş çeşitli uygarlıkların izlerini yalın ve akıcı bir dille anlatır. Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu ve Halikarnas Balıkçısı: Bu üç isim bir arada “Mavi Yolculuk” terimini Türk ve dünya literatürüne kazandırırlar.

12 Mart Sonrası İşleri ve Vasiyeti

azra erhat yaşlandığı yıllarda elinde sigarası ile koltukta oturmaktadır
Azra Erhat

12 Mart döneminde, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Magdi Rufer, Yaşar Kemal’in eşi Tilda ile tutuklanıp, 4 ay süreyle içeriye alınmalarını şöyle değerlendirir:

“Suç işlemek şöyle dursun 56 yıllık ömrümü, insanlık ve özellikle Türkiye diye, yalnız içinde doğdum için değil, bütün bilincim ve sevgimle, kendime yurt, biricik vatan olarak seçtiğim bir ülkenin kültür hizmetine vermiştim. Bunca çabanın tutuklulukla sonuçlanması ben yaşta bir kadını kırabilir, yıkabilirdi.”

İçeri alınmasının tek sebebi ise yaklaşık bir yıl evli kalıp boşandığı eşinin Macar olması ve 1965 yılında yaptığı bir telefon konuşmasının bant kayıtlarında yer alan “Biz Sabahattin ve Vedat’lı bir trio’yuz,” ifadesine dayanır. Tutuklu kaldığı ama tutuklu olduğuna bir gün bile inanmadığı günlerde yeğenine ithafen Gülleyla’ya Anıları yazar. Kitabın alt başlığının “En Hakiki Mürşit” oluşu dikkate değer bir yaklaşımdır. Atatürk’ün bilime ve aydınlanmaya verdiği önem doğrultusunda, gençlerin en gerçek yol gösterici olarak bilimi esas almalarını vurgular Azra Erhat. Güçlü bir aydın kadın olarak o zor günlerinde yazarak ayakta kalmaya, yıkılmamaya gayret eder.

Vasiyetinde ”hep üç isim beraber gitsin” der. “Sakın beni Balıkçı’dan ve Sabahattin’den ayırmayın. Sabahattin Eyüboğlu benim için hem bir baba hem bir kardeş hem bir dosttu. Balıkçı da öyle. Balıkçı beni yetiştirdi. Ben balıkçının çocuğuyum.” Yine vasiyetinde “Asıl büyük çalışmam ‘Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına‘ adlı kitaptır” der. Fakat kitap henüz kaleme alınmamıştır. Ama yıllardır kafasında yazdığından bahseder. Üç bölümde düşündüğü kitabı için notlar tutmuş, dosyalamıştır. Vasiyetinde bu kitabı için şöyle der:

“Kitabın kaynağında Atatürk‘e olan sevgim yatar. Atatürk ile aramda ta çocukluğumdan başlayıp hapishane aylarında ve sorgularım sırasında, başka türlü bir ilişki kurulmuştur. Bu sevgiye Sabahattin Eyüboğlu da eklenmiştir. Bu iki insan adeta bir bütün olarak benim içimde yaşar. Bu çalışmayı Türk aydınını anlamak için yapmaya çalıştım. Asıl amacım Sabahattin Eyüboğlu’na varmak olduğunu ve kanımca Cumhuriyetin sol aydınını, günahı sevabı ile en iyi simgeleyen kişi olduğuna inandığım için onu bu incelemenin sonunda anlamak, incelemek ve elden geldiğince insan ve sanatçı olarak eleştirmektir.’’

Vasiyetinde adını verdiği arkadaşları tarafından bu kitabın, imece yoluyla tamamlanmasını ister.

6 Eylül 1982 yılında kanser sebebiyle İstanbul’da hayata gözlerini yumar. Arkasında ise Türkiye Cumhuriyeti için eşi benzeri bulunmaz bir aydın olarak pek çok değerli eser bırakır. Kültürün sanattan, edebiyattan en önemlisi insanlıktan geldiğini bizlere anlatan Cumhuriyetimizin özgür ve aydın kadındır Azra Erhat.


Kaynakça

  • Bir Mavi Kadın: Azra Erhat. Oggito. Web. (Erişim Tarihi: 26.04.2025)
  • Azra Erhat’ın Vasiyetnamesi. 10Haber. Web. (Erişim Tarihi: 27.04.2025)
  • Azra Erhat. Core. Web. (Erişim Tarihi: 26.04.2025)
  • ”Azra Erhat İçin Mavi Yolculuk Hümanizmanın Kutsandığı Bir Ayindi’’. Gazete Oksijen. Web. (Erişim Tarihi: 02.05.2025)

Ayse Esmer
Ayse Esmer
emekli geek ve çok yakında resmi sanat tarihçi

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Roller, Güç ve Travmalar: Aile İçi Psikodinamik Yapılar

Bu yazı, aile içi psikodinamik yapılar bağlamında güç dengeleri ve rollerin bireylerin travmalarını nasıl şekillendirdiğini ele almaktadır.

Amerikan Edebiyatında Ünlü Hikâye Yazarları

Amerikan kısa hikâyeciliği, bireysel ve toplumsal gerçekleri derinlemesine işleyerek edebiyatta kalıcı izler bırakmıştır.

Toni Morrison Eserlerinde Kadınlara Yönelik Baskının İşlenişi

Toni Morrison'un eserlerinde kadınlara yönelik ırk ve cinsiyet temelli baskıları ve mücadeleleri inceliyoruz!

The Silence of the Lambs: 90’ların Unutulmaz Korku Filmi

90'lara ve sonrasına damga vuran The Silence of the Lambs filmini ve etkileyici karakterlere hayat veren başrol oyuncularını kısaca tanıyalım.

Tomorrowland Masalı: Belçika’nın Ritimleri

Tomorrowland, bir hayalin mekâna dönüşmüş hali, müziğin ülkeleri aştığı bir geçit töreni, Belçika’nın yeşil kalbinde atmaya devam eden dev bir masal.

Dope Thief Dizi İncelemesi : Sahte Rozet, Gerçek Aksiyon

Sahte DEA rozetleriyle karanlığa dalan Ray ve Manny'nin nefes kesen hikayesi Dope Thief'i mercek altına aldık!

Zülfü Livaneli – Güneş Yine Doğacak | Şiir Tahlili

Zülfü Livaneli’nin 2013 yılında yayımladığı “Güneş Yine Doğacak” adlı şiiri; barış, eşitlik ve kardeşlik temaları edebi ve simgesel açıdan ele alır.

Hal Hal: Barış Manço’nun Neşeli Bir Mirası

Bu yazıda, "Hal Hal" albümünün müzikal yapısını ve yıllar boyu bizlerde bıraktığı etkiyi inceliyoruz.

Pop Rock Türüne Ait En İyi 12 Yabancı Şarkı

Pop rock türüne damga vurmuş 12 muhteşem parça sizlerle.

Stil İkonu Prenses Diana: Moda Tarihine Geçen Görünümler

Kalplerde taht kuran Prenses Diana’nın özgün seçimleri ve zamansız zarafeti…

Editor Picks