“I must not fear. Fear is the mind-killer. Fear is the little-death that brings total obliteration. I will face my fear. I will permit it to pass over me and through me. And when it has gone past I will turn the inner eye to see its path. Where the fear has gone there will be nothing. Only I will remain.”
(Korkmamalıyım. Korku aklın katilidir. Korku, mutlak yıkım getiren küçük ölümdür. Korkumla yüzleşeceğim. Onun etrafımdan ve içimden geçip gitmesine izin vereceğim. Ve geçip gittiğinde, onun izlediği yolu görmek için iç gözümü kullanacağım. Korkunun geçtiği yerde hiçbir şey olmayacak. Yalnızca ben kalacağım.)
HBO‘nun 2. sezon onayı verdiği; 6 bölümlük sezonuyla seyir zevkini üst düzeye çıkaran, Frank Herbert‘ın kaleme aldığı Dune evrenine dayanan Dune: Prophecy adlı dizi, ilk sezonuyla çoğu izleyiciden geçer not aldı.
Hem kitaplardan hem de filmlerden yararlanarak bu sezonu beraber değerlendirelim.
Eğer diziyi henüz izlemediyseniz yazımda spoilerlarla karşılaşacağınızı bilmenizi isterim.
Bene Gesseritler

Dizinin Bene Gesseritler‘in sırlar dolusu dünyasına ışık tutacağını biliyorduk. Yalnızca filmleri izleyen okurlarımız için hikâyenin Paul Atreides‘ın doğumundan 10.000 yıl öncesini anlattığını yeniden hatırlatalım. Makinelerle yapılan savaşın ardından evrende düşünen makineler yasaklanıyor, böylece Bene Gesserit oluşumu ortaya çıkıyor. Çünkü Bene Gesseritler‘in asıl amacı aslında insan beynini geliştirebilmek. Makinelerin ardından bırakılan boşluğu bu şekilde doldurabileceklerine inanıyorlar ve böylece de çok zorlu bir eğitimden geçiyorlar. Kız kardeşliğin ilk zamanları yansıtıldığından aslında bu oluşumdaki bazı şeylerin henüz oturtulmamış olduğunu görüyoruz. Kardeşlikte fikir ayrımlarını görüyoruz ve eğitimlerin aslında daha hafif olduğuna şahit oluyoruz. İlerleyen zamanlarda bu oluşumda kız kardeşliğin gerçekten her şeyin ötesinde olduğunu göreceğiz, yalnızca kendileri için var olduklarını ve sevgi, merhamet gibi kavramların onlara göre olmadığını anlayacağız.
Dizinin yansıttığı zamanı göz önüne aldığımızda böyle ufak detaylara yer vermeleri beni mutlu etti. Bence kitaplarda verilen alt metinler iyi kavranmış ve bunlar genel olarak diziye güzel yedirilmiş. Bene Gesseritler‘in henüz yolun başında olduğu ve zamanla aslında daha da tehlikeli olacaklarının sinyalini veren dizi, kitaplarla aynı yolda diyebilirim.
Gen Havuzu

Bene Gesseritler’in bu sezon en büyük amacının mükemmel insanı yaratmak olduğunu görüyoruz. Bu da Başrahibe’nin sonraki Başrahibe’ye aktardığı bir sır aslında. Filmlere döndüğümüzde bunun bir sır olmaktan çıktığını görebiliyoruz. Örgütün bunu yaratırken yasalara karşı geldiğini ve düşünen bir makine kullandıklarını görüyoruz. Mükemmel insanı yaratmaktan kastımız evrendeki her haneden DNA örnekleri alarak evlilikler sonucunda nasıl çocuklar doğacağını ön görmek, bunun üzerine manipülasyon ve yönlendirme ile bu evlilikleri gerçekleştirip istedikleri tarzda insan yaratmak aslında. Filmlerde bu isim karşımıza Kuisatz Haderah olarak çıkıyor. Prenses Ynez de bu çalışmanın bir ürünü. Kendisi, onlar gibi eğitim alarak tam anlamıyla kız kardeşliğin istediği bir lidere dönüşüyor. Ancak onu yaratanlar aslında kız kardeşlik.
Bu noktada Prenses’i oynayan bir oyuncuya parantez açmam gerekecek. Böylesine önemli bir role karşı verilen bir çaba göremedim ne yazık ki. Dizide eleştireceğim en büyük nokta burası olacak. Çünkü oyunculuk kaynaklı çoğu sahnesinin beni rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Bunun dışındaki oyunculuklar ise gayet güzeldi. Özellikle karakterlerin gençlikleri ve sonraki hâllerini o kadar benzetmişler ki evrenin gerçekten içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.
Izdırap

Sezon boyunca en güzel kurgulanan sahnelerden biri kesinlikle bence Lila‘nın ızdırap sahnesiydi. Korku ve gerilimle harmanlanan bu sahne, beklenmedik bir son ile de izleyiciyi şaşırttı. Lila, Başrahibe Raquella‘ya ulaşıp Tiran-Arafel yani kız kardeşliğinin sonunu getiren kehanetin gelmesiyle ondan yardım istemek için böyle bir fedakârlık yapıyor. Tiran-Arafel bizlere kitaplardan dolayı yabancı gelmeyen bir kavram. Kitapta yalnızca Arafel olarak geçiyor. Arafel ise İbranice’de “sis” anlamına geliyor. Yani aslında Dune evreninde bu bir kıyamet olarak anlaşılıyor. Dizide ise buna Tiran-Arafel diyerek bunun bir kişiden olacağının sinyalini veriyorlar. Başrahibe Raquella’nın “İki kere doğan biri. Birinde kanla, diğerinde baharatla.” diyerek akıllara Desmond’u getiriyor. Ancak Desmond’a böylesine büyük bir rol vermek ne kadar doğru bilemiyorum. Zaten bu tanıma uyan, ancak 10.000 yıl sonra doğan birini tanıyoruz.
Diğer yandan Raquella, Dorothea‘ya dönüşerek kız kardeşliğin beklemediği bir hamle yapıyor. Böylece sezonun ilerleyen bölümlerinde Lila, kız kardeşliği bambaşka bir yolun içine sokuyor.
Desmond Hart

Dizinin ilk sezonda işlediği en büyük gizem elbette Desmond Hart ve mistik güçleriydi. Dizi bu konuyu ilk sezonda öyle güzel işledi ki, sezon sonunda hiçbir soru havada kalmadı. Altyapısı son derece iyi kurgulanmış bir gizemdi benim için. Sezon finalinde bu soruların cevabını alamamaktan korkuyordum fakat dizinin son bölümü bütün sorularıma makul cevaplar verdi. Ayrıca bu cevaplar, kitapla ters düşmeyecek cevaplardı.
Valya ve Desmond‘un son bölümde karşı karşıya gelmeleriyle Desmond’un bu güçleri nasıl aldığını anlamış olduk. Çoğu izleyici bu güçleri baharata bağlıyordu ancak dizi bu güçleri yalnızca baharata bağlasaydı benim gözümde zayıf kalırdı. Baharat, evet, bu evren için oldukça önemli bir şey. Hatta beyni daha iyi çalıştırmaya yarıyor. Dune’un ilk filmini hatırlarsanız Thuffir Hawat bir mentattır ve baharat sayesinde çok hızlı hesaplamalar yapmıştır. Ancak baharatın böylesine mistik bir gücü insana aşılayabileceğini zannetmiyordum ki öyle bir yere de bağlanmadı bu durum. Düşünen makineler tarafından gözüne yerleştirilen bir virüs ile bu güce sahip olan Desmond, insanlardaki korkuları tetikleyerek insanları içeriden yakıyordu. Kasha‘yı bu şekilde yaktı aslında. Aynı ortamda değillerdi fakat Desmond, Salusa Secundus (İmparator’un yaşadığı gezegen)’a geldiğinde Kasha oradaydı ve virüse maruz kalmıştı diyebiliriz. Böylece Desmond, Kasha’nın korkularını çok rahat tetikleyebildi. Kasha da korkularının üzerine gidemedi. Böylece “Korku aklın katilidir.” alıntısı bu olayla daha da anlamlı hâle gelmeye başladı diyebilirim. Hatırlarsanız Dune evrenine ait filmlerde bir Bene Gesserit olan Jessica zor durumlarda bunu sık sık kendine anımsatıyordu. Yani Bene Gesseritler için korkuyu kontrol altına almak, ölümcül bir felaketi önlediğinden oldukça önemli.
Diğer yandan herkesin yalnızca iki mavi göz gördüğünü ve ilerisini göremediğine şahit oluyorduk. Bu da cevaplanması gereken bir soruydu. Ancak Valya’nın korkusuna hâkim olmasıyla ileriye gidip bu iki mavi gözün aslında düşünen makineye ait olduğunu görmüş olduk. Desmond’un nasıl yeniden doğduğunu ve virüsün ona nasıl enjekte edildiğine şahit olarak bu sorumuzun cevabını aldık. Ancak burada dizi bize yeni bir soru yarattı ve bunu diğer sezona bıraktı. Bu sezonda kız kardeşliğin en büyük tehdidi Desmond Hart’tı. Ancak son bölümle onun yalnızca bir silah olduğunu anlamış olduk. Onu yönlendiren ve evrende kontrolü eline almak isteyen çok daha güçlü bir varlığın olduğunu gördük. Bu da ikinci sezon için güzel bir sır perdesi olmuş oldu.
Dizide zaman zaman eleştirdiğim, anlayamadığım ve beğenmediğim noktalar olsa da genel olarak baktığımda beni mutlu etti diyebilirim. Sonraki sezonda neler olacağı ise merak konusu.