Dostoyevski, şüphesiz dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Varoluşçu ve melankolik karakterlerle derin iz bırakan bu usta yazar, edebiyat dünyasında en çok okunan yazarlar arasında yer alır. Eserlerinde işlediği temalar ve karakterler, insan doğasının karanlık ve karmaşık yönlerini açığa çıkararak edebiyat severler üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır.
Bu büyüklükte bir yazarın günümüzde yaşadığını hayal etmek, doğal olarak şu soruları akla getirir: Eğer bugün yaşasaydı, hangi filmleri izlerdi? Hangi yapımlardan etkilenir ve bize hangilerini önerirdi? Hayranlık duyulan tarihi figürlerin günümüzde nasıl bir etkileşim kuracaklarını merak eden edebiyat ve sinema tutkunları için, önce Dostoyevski’yi tanıyacağımız ardından da bugün yaşıyor olsaydı bize hangi filmleri önereceğini irdeleyeceğimiz bu yazıyı hazırladık. Hazırsanız başlayalım!
Dostoyevski Kimdir?

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821 yılında Rusya’nın Moskova şehrinde doğmuş roman, kısa öykü ve deneme yazarıdır. Aslında mühendis olarak eğitilen Dostoyevski, erken bir yaşta mesleği bırakıp yazarlığa yönelmiştir. İyi ki de bunu yapmıştır çünkü eğer mühendis olarak devam edip eline hiç kalem almasaydı, kanımca dünyanın en büyük yazarlarından birini hiç tanıyamayacaktık.
Zamanının radikal bir tartışma grubuna üye olduğu sebebiyle tutuklanarak idama mahkum edilen yazarımız son anda affedilerek Sibirya’da dört yıl boyunca ağır işçilik yapmaya mahkum edilir. Bu süreçten sonra bir dergide yazı yazmaya başlayan Dostoyevski, en önemli romanlarını bu dönemde üretmeye başlar. İnsancıklar (1846), Kumarbaz (1866), Yeraltından Notlar (1864), Suç ve Ceza (1866), Budala (1869) ve Karamazov Kardeşler (1880) gibi büyük eserler vermiştir. Çoğu kişi tarafından en bilinen eserleri arasında yer almasa da en sevdiğim eserlerinden biri olan Beyaz Geceler (1848) adlı kısa öyküsünü eğer okumadıysanız tavsiye ederim. Bir çırpıda okuyabileceğiniz bu sürükleyici hikâyeyi bitirdikten sonra aşk ve sevgi konseptleri üzerine düşünürken beyaz gecelerde St. Petersburg sokaklarında dolaşmak isteyeceksiniz.
Dostoyevski, eserlerinde inanç, acı, yaşamın anlamı, vicdan, ahlak, toplumsal sorunlar ve insan psikolojisi gibi derin temaları irdeler. Yarattığı karakterler psikolojik derinlikleri sayesinde edebiyat dünyasında büyük yer eder. Yarattığı karakterler üzerinden varoluşsal meseleleri ele almış, hayatın anlamsızlığı, yabancılaşma ve kişinin özgürlüğü gibi konulara dalar. Felsefe ve politika konularında hem güncel hem zamansız meseleleri ele alır.
Şimdi gelin Dostoyevski eğer bugün yaşasaydı bizlere hangi filmleri önerirdi bir bakalım.
The Seventh Seal (Yedinci Mühür) – Ingmar Bergman

“- Ben bilgi istiyorum! İnanç ya da varsayım değil, bilgi. Tanrı’nın kendini göstermesini, benimle konuşmasını istiyorum. Ama o suskun. Karanlıkta O’na sesleniyorum. Ama sanki hiç kimse yok.
– Belki de kimse yoktur.
– O halde yaşam korkunç bir şey. Her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz.”
Bu 1957 İsveç yapımı siyah beyaz filmde Max von Sydow, Bengt Ekerot ve Bibi Andersson yer alıyor. Film, Orta Çağ zamanlarında savaştan bıkmış Haçlı Seferleri’nden dönen bir şövalyeyi konu alır. Şövalye evine döndüğünde veba hastalığının yol açtığı yıkımı görür ve insanların çektiği bu acıya izin veren Tanrı’yı sorgulamaya başlar. Ardından ölüm onu ziyarete gelir ve şövalye, ölüme satranç oyunu teklif ederek meydan okur. Oyunu kazanırsa yaşamaya devam edecek, kaybederse ölüme razı olacaktır.
Yavaş tempo ve diyaloglara sahip olsa da derin katmanları sayesinde fazlasıyla etkilendiğim Yedinci Mühür, insanın çektiği acılar ve Tanrı’nın varoluşu hakkında derin sorgulamalar gördüğümüz bir film. İnsanın çaresiz Tanrı arayışı resmedilirken bu arayış karşısında karşılaşılan mutlak gerçeklik olarak ölüm sembolize ediliyor. Dostoyevski’nin romanlarındaki melankolik karakterlerin ölüm ve hayat üzerine düşüncelerine sıkça şahit olduğumuzdan, bu varoluşçu sorgulamalarla bezenmiş alegorik filmin Dostoyevski’nin onayını alacağı kanaatindeyim.
Stalker – Andrei Tarkovsky

“Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi aslında istemediğimi nasıl bilebilirim? Ya da istemediğim şeyi istemediğimi?”
Başrollerinde Aleksandr Kajdanovsky, Anatoliy Solonitsyn ve Nikolay Grinko’yu gördüğümüz 1979 yapımı film, tahliye edilmiş ve askerler tarafından sıkı şekilde korunan, gizemli The Zone (Bölge) isimli yere gitmek isteyenlere yardım eden bir rehberi konu alır. Bu yasadışı rehber, bir yazar ve bir bilim insanını Bölge’ye doğru götürmek için yola çıkar. Yolcuların amaçları, bu Bölge’de bulunan odaya girmektir. Söylenenlere göre bu Oda, insanların en derin arzularının gerçek olduğu bir yerdir.
Film, bize istediğimiz her şeye sahip olma fırsatı verilse, bunu kullanıp kullanmayacağımız konusunda izleyiciyi derin bir ahlaki ikilemle baş başa bırakıyor. Lütuf gibi görünen bazı mucizelerin ne tür yıkımlara yol açabileceğini gösteren bu derin felsefi ve psikolojik yapım, insan ahlakı, vicdanı ve ikilemleri gibi temaları işleyen Dostoyevski’nin kesinlikle hayranlıkla bahsedeceği bir film olurdu.
Taxi Driver – Martin Scorsese

“Yalnızlık tüm hayatım boyunca beni takip etti. Her yerde. Barlarda, arabalarda, kaldırımda, mağazalarda, her yerde. Kaçış yok. Ben Tanrı’nın yalnız adamıyım…”
Efsanevi aktör Robert De Niro’nun başrolünde olduğu 1976 yapımı dram filmi Taxi Driver, Vietnam Savaşı’nda görev yapmış eski bir asker olan Travis Bickle’ı konu alır. Travis, geceleri uyuyamadığından taksicilik yaparken New York’un yozlaşmış ve karanlık tarafına şahit olur. Bu farkındalık, zaten toplum içinde bir yer bulamayan yabancılaşmış Travis’i öfkelendirerek hiddet dolu bir insan haline getirir. Şehri bulunduğu pislikten temizlemeyi kendine görev edinip kurduğu planları gerçekleştirmek için hazırlıklara başlar.
Travis, birçok açıdan Dostoyevski tarafından yaratılmış Raskolnikov karakterine benzer. İki karakter de toplumdan uzaklaşmış birer yabancıdır. Aynı zamanda içsel huzursuzlukla mücadele eden karakterler, yozlaşan toplumu değiştirme ve temizleme arzusu duyar. Travis bu yolda şiddeti benimserken, Raskolnikov suçluluk ve vicdanın ağırlığı altında ezilir. Dostoyevski, yarattığı Raskolnikov karakteri ile paralellikler taşıyan ancak farklı bir motivasyonla hareket eden Travis’in, aynı zamanda modern toplum yapısının eleştirisini yansıtan trajik hikâyesini mutlaka izlememizi tavsiye ederdi.
Ikiru – Akira Kurosawa

“İnsanın, hayatın ne kadar güzel olduğunu ancak ölümle yüz yüze geldiğinde fark etmesi ne kadar trajik.”
Ikiru, 1952 yılında auteur yönetmen Akira Kurosawa tarafından yönetilmiş Japon yapımı bir dram filmidir. Film, Tokyolu bir bürokrat olan Kanji Watanabe’yi konu alır. Kanji, kanser hastası olduğunu ve sadece bir yılı kaldığını öğrenir. Takashi Shimura tarafından hayat verilen bu karakter, film boyunca hayatın anlamını arar. Kanji, en sonunda -filmin en dramatik sahnelerinden olan- ona ilham olan eski iş arkadaşı sayesinde onun gibi anlamlı bir şeyler yapmak için hâlâ geç olmadığını fark eder ve aksiyon alır.
Film, Dostoyevski’nin de romanlarında sıkça işlediği hayatın anlamını arama ve çöken toplum ögeleri etrafında döner. Filmde Kanji, oğlu onunla pek konuşmadığı ve dikkatini vermediği için durumunu oğluna açıklamaz. Bu da dönemin gittikçe uzaklaşan ve çürüyen aile dinamiklerine bir eleştiri niteliğindedir. Takashi Shimura, çaresizlik içindeki bu karaktere gerçekten mükemmel bir şekilde hayat vermiş. İnsan doğasını ve anlam arayışını bu kadar dramatik bir şekilde gözler önüne seren bu film, Dostoyevski’den kesinlikle tam puan alırdı.
Bir Zamanlar Anadolu’da – Nuri Bilge Ceylan

“İğdebeline yağmur yağıyor, yağsın. Yüzyıllardır yağıyor ne farkeder? Fakat bundan sadece yüz yıl sonra bile Arap, ne sen ne ben ne savcı ne komiser; aynı şairin dediği gibi: Yine yıllar geçecek ve geride benden bir iz kalmayacak. Yorgun ruhumu, karanlık ve soğuk kuşatacak.”
Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden Nuri Bilge Ceylan’ın 2011 yapımı bu filmi, Anadolu’nun ücra bir köşesinde geçen bir cinayet soruşturmasını konu alıyor. Ancak film sadece bu cinayetle sınırlı kalmıyor; her bir karakterin yan hikâyeleriyle birlikte çok katmanlı bir yapıya bürünüyor. Savcı Nusret (Taner Birsel), Doktor Cemal (Muhammet Uzuner), Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan) ve zanlı Kenan (Fırat Tanış) gibi karakterlerin iç dünyalarına yaptıkları yolculuk, filmin büyük bir bölümünü oluşturuyor. Bu içsel sorgulamalar ve çatışmalar derinleştikçe, cinayet dosyası da yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor.
Nuri Bilge Ceylan, etkileyici senaryosuyla ve güçlü imge kullanımlarıyla sadece Anadolu’da geçen bir cinayet soruşturmasını değil, aynı zamanda karakterlerin iç dünyalarını monologlar ve diyaloglar aracılığıyla gözler önüne sererek bizlere felsefi ve psikolojik bir yolculuk sunuyor. Bu yorumu Dostoyevski’nin romanları için de söylemek pek de yanlış olmaz diye düşünüyorum. Bu sebeple Türk sinemamızın en değerli yönetmenlerinden biri olan Ceylan’ın elinden çıkan Bir Zamanlar Anadolu’da filmini Dostoyevski’nin severek izleyebileceğini hayal ediyorum.
Kaynakça
Morson, Gary Saul. “Fyodor Dostoyevsky | Biography, Books, Philosophy, and Facts.” Encyclopedia Britannica, 24.09.2024 Web.