Toplumda var olan çoğu sanatçı, yarattığı eserler ile sanatseverlerin kalplerinde derin izler bırakmışlardır. Derin izler yaratmalarının en büyük sebeplerinden biri de hayatlarını, hissettiklerini doğrudan eserlerinde yaşatmalarıdır. Bunu en doğru hissettiren şüphesiz 1990’lı yıllarda uluslararası ortamlarda sansasyonel çalışmalarıyla ün kazanmış sanatçı Tracey Emin‘dir.
Tracey Emin Kimdir?

1963 doğumlu sanatçı, Kıbrıslı bir Türk olan babanın ve İngiliz bir annenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya gelmiştir. Tracey Emin hayatından yola çıkarak sanatını üretir. Bunun yanında gördüğü eğitimler de kariyerinde önemli gelişmeler sağlamıştır. Sanatçı, ilk olarak Medway College of Design’da moda, Maidstone Art College’da resim daha sonra Royal College of Art’da özgün baskı ve Birkbeck’te de felsefe okuyarak eğitimini tamamlamıştır. Sanatçı, bir röportajında felsefe sayesinde ufkunun genişlediğini ve dogma düşüncelerden sıyrılmasını sağlayarak sanat anlayışına katkıda bulunduğunu söylemektedir.
Tracey Emin’in Sıra Dışı Sanat Yolculuğu

Sanatçı, eserlerinin çoğunda Enstalasyon adıyla tanınan yerleştirme sanatını kullanır. Bu sanat türü, geleneksel sanat eserlerinden farklı olarak çevre ile bağlantılı ve bir mekan için yaratılan, izleyicinin olması gereken bir sanat türüdür. Bunun yanında eserlerinde iğne işi, heykel, fotoğraf, çizim, resim ve video gibi çeşitli ifade biçimleri kullanmıştır. Bu sebeple sanatçının yaşadığı dönemin İngiltere’sinde “Genç Britanyalı Sanatçılar (YBA)” olarak bilinen sanatçılar arasında tanınır. Grup arasında Damien Hirst, Sarah Lucas ve Chris Ofili gibi önemli sanatçılar yer almaktadır. Bu sanat birliği de; Tracey Emin’e benzer şekilde kavramsal sanat ve enstalasyonla ilgilenmişlerdir. İzleyicinin alıştığı sanat çizgisinin dışında kullandıkları ürünlerle dikkat çekmişlerdir. Bu malzemelerde günlük hayattan eşyalar, çöp ve atık malzemeler hatta hayvan ölüleri bile bulunur. Sanatçı bu grubun sanat anlayışına benzer eserler ürettiği için İngiltere’de modern sanatın “çılgın kızı” lakabıyla tanınır.
“ En Güzel şey dürüstlüktür, bakması gerçekten acı verici olsa bile”

Tracey Emin otobiyografik bir sanatçıdır. Yaşadığı travmalarıyla sanat aracılığı ile yüzleşir. İlk kişisel sergisini tamamen yaşadıkları ve hissettikleriyle donatır. Bu sergisini 1994 yılında Londra’nın en önemli galerilerinden olan The White Cube Gallery’de açar. Bu sergide yalnız, depresif ve yaşadığı kayıpların acısının ağırlığı ile uykusuz geçirdiği gecelerde kendi çektiği 50 adet çok yakın portre resmini sergilemektedir.
Bu eserlerin yanında “My Major Retrospective” adlı eseriyle sanatçı kariyerin başında olmasına rağmen önemli şeylerin çoktan gerçekleşmiş olduğunu hissettiğini gösterir. Bu tabloları sayesinde 2007 yılında Royal Academy of Arts’ın akademisyenler kadrosuna katılır. Aynı yıl 53. Venedik Bienali’nde Britanya’yı temsil eder.
Kıbrıs Türkü olan babası ile olan derin bağı onu köklerine iter. Bu sayede Türkiye’deki ilk sergisini “ Tracey İstanbul’da” adı ile 2004 yılında Platform Garanti Güncel Sanat Merkezinde açar. Ayrıca uluslarası olarak tasarladığı eserler sayesinde Emin, 2011 yılında Londra Kraliyet Sanat Akademisi’nde Çizim Profesörü olarak atanmıştır. 2012 yılında görsel sanatlara yaptığı katkılardan dolayı Britanya İmparatorluğu’nun En mükemmel Nişanı’na layık görülmüştür.
Sansasyonel Etkiler Yaratan Popüler Eserleri

Sanatçının eserlerinin bu kadar ses getirmesinin en büyük nedeni yaşadığı travmatik olayları cesurca çalışmalarında yansıtmasıdır. Postmodern toplumda popüler olan tüketilme, intihar, cinsellik gibi konuları kadınlara yüklenen kurban rolüyle değil, kimseye aldırmadan utanmadan ifade eder. Sanatçı, yalnızlık ve parasızlığın yanında akraba tacizinden, tecavüze, intihar girişimlerine kadar travmatik cinsel deneyimler ve zorlu bir gençlik dönemi yaşamıştır.
Yaşadığı ağır travmaları yansıttığı eserlerinden olan “Everyone I have slept with 1963-1995” adlı çalışmasında, birlikte olduğu, tecavüze uğradığı, onu taciz eden akrabalarının, kürtajla aldırdığı 2 fetüsün ismini mavi bir çadır içinde koca puntolarla nakışla işleyerek deşifre etmiştir. Sanatçı, kendi sanatsal dilini yaratarak, aynı olayları yaşayıp içine atan kadınların sesi olmuştur. Toplumun bir tabu olarak gördüğü bu konuları işleyerek eserlerine sansasyonellik ve kışkırtıcılık kazandırmıştır. Erkek egemen toplumun getirdiği iktidar baskısından oluşan ve kadınlara ve erkeklere atfedilen kamusal ve özel alan ayrımının dışına çıktığı için ağır tepkiler almıştır. Tabulaşmış olayların gizli kalmasının normal kabul edildiği bir toplumda Emin, bu alanın bilgisini kamuya açar. Böylece gizli özel olan, kamusala çıkarak sorgulanmaya, konuşulmaya başlanır.

Tracey Emin, eserlerinin çoğunda kendini merkeze koyarak yaşadığı, hissettiği onu etkileyen her şeyi kamuya açarak kendi yaşamını sanatsal bir nesne haline dönüştürür. Onun çalışmalarını da özel kılan en önemli etkende budur.
Sanatçının hayatında önem arz eden bir diğer eser 1999 yılında Turner ödülüne aday gösterilen ve Tate Modern’de sergilenen “My Bed” adlı çalışmadır. Bu çalışmasında sanatçı bir galeri mekanında dağınık bir yatağı sergilemeye sunmuştur. Yatak; kirli çarşafları, kan lekeli çamaşırları, atılmış izmaritleri ve boş içki şişeleri ile birlikte sergilenir. Sanatçı ilişkileri nedeniyle yaşadığı ağır bir depresyon dönemindeki yatağını sergiye taşımıştır. Bu çalışması postmodern sanat anlayışının en bariz örneğidir. Bir ürünün değerini, atfettiğimiz anlamlar ve eylemler belirler. Sanatçı burada kullandığı yatağını bir sanat objesi haline getirerek farklı anlamlar atfetmiştir. Yerinden edilmiş yatak; yersiz yurtsuzlaştırılmıştır.

Tracey Emin’in bu çalışmalar dışında bugüne kadarki en büyük eseri “The Mother” adlı 9 metre uzunluğundaki heykelidir. Bu eserinde Emin, kadın figürünü savunmasız ama aynı zamanda koruyucu bir varlık olarak vurgular; karada ve suda uzaktan görülebilen, kadınlık ve anneliğin kahramanca bir anıtını tasarlamıştır. Sanatçı çalışmasını büyük bir hayranlık beslediği Oslo’da bulunan Edvard Munch Müzesinin dışındaki bir çiçek çayırında diz çökmüş bir pozisyonda sergilemiştir. Tracey Emin bu çalışması hakkında şöyle demiştir: “Anne bir Sfenks gibi oturuyor. Gelgiti bekler. Denize bakıyor, Munch’un evini koruyor. Bacakları Fiyort’a doğru açılıyor. Tüm doğayı kucaklıyor. O, Munch’un Hayaleti’nin yoldaşıdır.”

Tracey Emin kendi özel yaşamını sanat eserlerine taşıyarak kamusal alanda bir fark yaratmıştır. Sanatın geleneksel kalıplarının dışına çıkarak toplumun tabularını yıkmaya çalışmıştır. Sanatçı kendi yaşamından hareket etmiş, erkek egemen toplumun kadınların üzerinde yarattığı iktidar baskısını sorgulayan çalışmalarıyla kadınların sesi olmuştur. Bundan dolayı gerek yaşadığı olayları eserlerinde yaşatarak gerek diğer kadın sanatçılara yol göstermesiyle değerinin bilinmesi gereken bir sanatçıdır.
Kaynakça
”Tracey Emin “. Xavier Hufkens. Web. 20.03.24
”Tracey Emin’in Günümüz Sanatındaki Yeri ve İşlerinin Değerlendirilmesi”. Dergipark. Web. 20.03.24
”Tracey Emin’s Sculpture ‘ The Mother’ arrives in Oslo”. Whitecube. Web. 21.03.24
”Tracey Emin, White Cube Galeri’de”. Arttv. Web. 22.03.24
”Jerry Saltz Söyleşisi: Tracey Emin Gayet Ciddi”. Sanatokur. Web. 22.03.24