Yorgos Lanthimos ile birlikte size izlediğiniz en tuhaf filmleri çeken bir diğer yönetmen olan Ari Aster, üçüncü uzun metrajıyla kendi çıtasını zorluyor. Beau Is Afraid, söylenildiği gibi bir korku filmi değil; yalnızca çok fazla garip sahne içeren, psikolojik olarak sizi rahatsız eden bir diğer Ari Aster filmi.. Hangi olayın gerçek hangisinin bir sanrı olduğunu idrak etme noktasında izleyiciyi zorlayan, sembol dilini fazlasıyla kullanan Beau Is Afraid’i ilk izleyişte anlamak pek mümkün olmayabilir. 2023’ün en iddialı filmlerinden birini, bu anlam kargaşasına son vermek adına inceledik!
Anlam Arayışı ve Sürrealizm
Beau Is Afraid, anlaması güç bir film. İnternette filme dair bir açıklama bulmaya çalıştığınızda pek çok teoriyle karşılaşabilirsiniz. Fakat bunların kaçı sinemaya dair bir şeyler söylemek isteyen bir film için yeterli ya da akla yatkın? Çok azı. Bu teorilerden en popüler olanı Beau’nun sanrısı ile gerçek olan arasındaki anlam kaygısı. Goodnight Mommy ve Jacobs Ladder gibi popüler filmler “Unreliable Narrator” olarak geçen film anlatısının, kafa karıştıran herhangi bir film için yeterli açıklamayı sağlayabileceği algısını yarattı. Ancak Beau Is Afraid’e döndüğümüzde birkaç problemle karşılaşıyoruz. Beau, filmin hiçbir anında güvenilir değil, evet. Fakat film, bu şekilde bir anlam çıkarmamız için gerçek olan ve olmayanı parmakla işaret etmiyor. Her şey, kesintisiz eylem akışında gidiyor. Bir diğer anlam kaygısı ise filme direkt olarak anksiyete, anneyle olan sağlıksız ilişki, delilik gibi kavramlar yapıştırmaya kaçmaktan geliyor. İçeriğinde bu saydıklarımızın tümünü barındırıyor olsa dahi, bu daha fazla şey söylemek isteyen bir film. Yani anlam arayışını küçük detaylar ve sembolizm üzerinden yapmamız gerekiyor.
Aster’in filminde, Franz Kafka’yı çağrıştıran bir anlatıyla karşılaşırız. Kafka, sürrealist bir yazardır. Gerçek olmayan bir algı yaratarak, rüyavari hikayeler anlatır. Bunun ilk akla gelen örneği, elbette Dönüşüm kitabıdır. Bu kitabı nasıl yorumlayabiliriz? Olay yalnızca bir adamın, böceğe dönüşmesinden mi ibarettir? Tıpkı bu filmde olduğu gibi, Dönüşüm de sembolik bir yorumlama gerektirir. Dönüşüm, bir metafor barındırır. Kafka, modern toplumun bir eleştirisini yapmak istemiştir. Ari Aster’in de Kafkaesk bu düşünceden etkilendiğini anlayabiliyoruz.
Giriş
Film, Beau’nun annesi Mona’nın rahmiyle başlar. Burada önemli olan şey onun doğumu değildir, annesinin söyledikleridir. Bu durum, Beau’nun hayatının kalanına da sirayet edecektir. Beau’nun var olması hiçbir zaman önem arz etmeyecek, yalnızca annesinin söyledikleriyle hayatını devam ettirecektir. Annesinin nasıl biri olduğuna ve Beau’nun bu duruma nasıl geldiğine dair ilk tohumların daha doğduğu andan atılmaya başlandığını görüyoruz. Annesi son derece kontrolcü ve manipülatif bir kadındır. İlerleyen yaşamında da oğluna dünyadan korkmayı öğretir.
Jung’a Göre Su
Filmin her anında gördüğümüz bir önemli detay ise sudur. Beau’nun soyadı bile Wasserman’dır. Film boyunca önemli anların pek çoğunda su ile bir ilişki görürüz: Su ile alınmadığı takdirde sizi öldürecek haplar, girmekten kaçınılan su dolu bir küvet, gemi yolculuğu, yaşadığı kasabanın sular altında kaldığı bir sekans gibi. Su, psikolojik olarak 2 temel anlama sahiptir. Bunlardan ilki bilinçsizliktir. Su, her zaman bilinçdışı zihnimizin derinliğini ve enginliğini tasvir etmiştir. Suya ait diğer bir anlam ise, feminen enerjidir. Su, hayat veren, yaşamın kaynağı ve bizi besleyen bir maddedir. Susuz kalmak insanda kalıcı hasarlara yol açar, hatta ölüme bile sebebiyet verir. Fakat bu spektrumun diğer ucunda ise suyun, insanı boğabildiği gerçeği bulunur. Annesi, Beau’yu boğar. Narsist bir anne, çocuğunun kendinden ayrılmasına izin vermez. Onun bireysellik duygusunu boğarak, bir bireyi yok eder.
Narsist Bir Anne
Mona hakkında söyleyebileceğimiz en net şey, kendisini gördüğümüz ilk andan beri ne kadar kötü biri olduğudur. Bu noktada Mona’nın hayatına dair küçük detaylarla ilgilenmemiz gerekiyor. Örneğin, Beau’nun annesinin inanılmaz zengin olması ve çok güzel bir evde oturması, fakat kendisinin güvenli olmayan ghetto bir mahallede oturması gibi. Oğluna her şeyden korkmayı öğreten bir anne, onun böyle bir hayat sürmesine nasıl müsaade edebilir? Mona’nın parasının kaynağını filmin yarısından sonra duvardaki resimlerden öğreniyoruz. Kendisi çeşitli alanlarda güvenlik sağlayan bir şirketin sahibidir. Böyle bir annenin oğluna dünyadan korkmayı öğretmesi ise elbette bir ironidir. Daha ilginç olan kısmı ise, Mona’nın güvenlik sağladığı ürünlerin Beau’nun hayatına nasıl tezahür ettiğidir. Beau, hala kahvaltıda mikrodalgada pişen hazır gıdalar tüketir. Burada Aster’in yukarıda bahsettiğimiz gibi Kafka’ya benzer bir anlatı sunmak istediğini söyleyebiliriz: İnsan hayatının bir sorun olarak tanımlanmaya başlayan normal gerçekleri, insan kimyasını değiştirmek için güç sahibi kimselere imkân verir. Fakat durumun ilginçliği burada son bulmaz. Her ürünün reklamında, kendi oğlunu kullandığını görürüz. Yani Mona, muhtemelen başından beri Beau’ya bir denek gibi davranıyordu. Onun haberi olmasa da Mona’nın oğlu için ayarladığı terapistin yazdığı ilaç da muhtemelen bu deneyin bir uzantısıdır. Beau, apartmanından çıktığında Beau’nun yaşadığı apartmanın bile annesinin ürünlerinden kaynaklı problem yaşayan kişilere verilen rehabilitasyon apartmanlarından sadece biri olduğunu görüyoruz. Yani Beau, farkında olmadan hayatının her anında Mona’nın deneylerine maruz kalmaktadır.
Bir başka durum ise annesinin, oğlu onu başka bir kadın için bırakmasın diye onu cinselliğe karşı da korkutmasıdır. Bu yüzden Beau’nun hiç ilişkisi olmaz. İlişkiye dair yaşadığı en yakın şey, küçükken gittiği bir tatilde bir kızı öpmesidir. Kız ona beni bekle der ve o da bekler, yıllar boyunca. Film finale yaklaştığında ve Beau sonunda annesinin evine geldiğinde kızı orda görür. Mona, Elaine adlı bu kızı oğlundan uzak tutabilmek için yanında işe almıştır. Beau’nun deliliği, annesinin davranışlarıyla birebir ilişkilidir çünkü annesi olduğunu söyleyerek onu her anlamda manipüle eder ve bunu sevgi kisvesi altında yapar.
Rüyalarda Bile Korkmak
Beau’nun maskülenlik denince kolektif bilince kazınmış kalıpları çağrıştırmadığını fark etmek oldukça kolay olsa gerek. Bu durum, onun devamlı olarak tiz bir sesle yalvararak konuşmasından ya da sürekli annesine seslenmesinden kaynaklanmaz. Beau, maskülenlikten o kadar uzaktır ki öleceğini düşündüğü için orgazm yaşamaktan bile kaçınır. Fakat bu maçoluğa büyük bir hasret duyuyordur. Rüya sekansında aslında kendi hayalini yaşadığını görürüz: Bir erkeğin kendini kahraman olarak konumlandırdığı, klasik bir erkeksi yaşam biçimi. Evli olduğunu, filmin altını çizerek izleyiciye söylediği gibi eşiyle seks yaptığını ve üç oğlu olduğunu hayal ediyor. Yine de görüyoruz ki hayallerinde bile Beau, bu hayata çok uzak. Çünkü rüya sekansının sonuna geldiğimizde oğullarına asla bir kadınla birlikte olmadığını söylüyor.
Mona, daha küçük yaşlardan itibaren Beau’nun kafasına, babasının kalbinde üfürümünün olduğunu ve bunun genetik olarak kendisine de aktarıldığını kazır. Baba figürü, Beau için hep bir soru işaretidir. Kendi evinde babasına selam verdiği sahnede bile babasının fotoğrafı diye bize gösterilen tek şey yüzü bulanık bir adam fotoğrafıdır. Beau, filmdeki rüyalarından birinde banyoda kendini dışardan izler. Annesi onu giydirmeye çalışır fakat çocuk ısrarla babasına ne olduğunu sorar. Annesi ise kendisini üzdüğünü söyleyerek kurbanı oynamaya başlar ve Beau’yu manipüle eder. Daha sonra Mona’nın oğlunu tavan arasına götürdüğünü görürüz. Gerçek olduğunu düşündüğümüz sekansa döndüğümüzde ise yetişkin Beau, tavan arasına çıkabilme cesaretini gösterir. Mona, bu olayın bir rüya değil, anı olduğunu söyler. Beau, tavan arasında babasıyla tanışır: Oğlunu gördüğü için sevinç çığlıkları atan dev bir penis. Bu noktayı muhtemelen sembolik bir yorumda bulunmazsak anlamlandıramayız. Bodrum katı, tavan arası, bahçe gibi evin belli bölümlerinin bir karşılığı vardır. Tavan arasındaki deli kadın söylemi ile bu noktayı eşleştirebiliriz. Babasının dev bir penis olması ise istemeden de olsa annesinin öldürdüğü baba figürünün, Beau’nun hayatının henüz en başında bile erillikten ne kadar ayrı düştüğünü göstermesi şeklinde yorumlanabilir. Carl Jung’a göre bilinçaltımız, bilinçli halimizin istediği şeyleri yansıtmanın yanı sıra güçlü birtakım gerçekleri de yansıtır. Beau, kendi maskülinitesinin tutsağı olmuştur. Mona, Beau’yu doğurduğu için ona sahip olduğunu söyler ancak kendisi de aslında oğlundan nefret ettiğini bu noktada fark eder. Beau’nun farkına vardığı güçlü gerçek ise annesinin aslında gerçekten kötü bir kadın olmasıdır. Bu farkındalıkla annesini öldürür ama birkaç saniye sonra tekrar ağlamaklı haline döner.
Yargı
Film, sürekli olarak Beau’nun kendisini suçlu hissetmesine dair birtakım şeyleri izleyicinin gözüne sokar. Evli çiftin evinde kalırken Grace ona “kendini suçlama” yazan bir not bile verir. Bir yerde anlatı bu noktada birleşmeye başlar. Beau, hiçbir şey için suçlu değildir. Annesi onu test eder. Yoluna her ne çıkarsa çıksın, annesinin cenazesine anında yetişmesi gerekiyordur. Fakat yoluna çıkan engelleri aşabilmesi için ihtiyacı olan tek şey, daha maskülen olmaktır. Yine bir oksimoronla karşılaştığımız yer de burasıdır. Bütün bunları isteyen annesi, Beau’nun harekete geçememesinin yegane sebebidir. Beau’nun suçu muhtemelen, filmin adının da söylediği gibi, kararlı davranmaya korkmasıdır. Yapmadığı veya yapmak zorunda bırakıldığı şeyler için suçlanır. Sahte bir gerçeklik, ona empoze edilir. Finale geldiğimizde ise onu bir mahkemede görürüz. Onu savunmaya çalışan bir adam öldürülür. Beau’nun ne yapıp yapmadığı önemli değildir. Çünkü ne söylerse söylesin, annesini ikna etmesi mümkün değildir. Sonunda tekne alabora olur. Muhtemelen Beau, en sona geldiğinde bile annesinin zulmünden kaçamamış olur.
Kaynaklar
Kirshenblatt,M. “A Horror of Errors: Ari Aster’s Beau Is Afraid”. thehorrordoctor. Web.
“water is the commonest symbol for the unconscious.” carljungdepthpsychology. Web
Brennan, Matt. “‘Beau Is Afraid’ explained: A disturbingly in-depth analysis of Ari Aster’s guilt trip to hell”. Latimes. Web.