Kiralık bir katilin yanlış hedefi vurduğu bir film kulağa oldukça klişe bir fikirmiş gibi geliyor. Yanlış bir yönetmenin ellerinde hikâyesi buradan filizlenen, birbirinin aynısı pek çok suikastçı filmi izledik. Fakat Cuma günü Netflix’te yayınlanan ve başrolünde oyunculuğa geri dönen Michael Fassbender’ı gördüğümüz The Killer, David Fincher’ın neden herhangi bir yönetmen olmadığını izleyiciye bir kez daha hatırlatıyor!
“Plana sadık kal. Empati gösterme. Doğaçlama yapma. Hiç kimseye güvenme.”
Bozulan Rutin
Film altı bölüme sahip: İlk bölüm planlandığı gibi gitmeyen bir işi anlatmaya ayrılıyor ve sonraki beş bölüm intikamın körüklediği çöküşü tasvir ediyor. Açılış sekansı, yavaş ve uzun süren bir karakter çalışması sunuyor. Katil, bir otelin karşısındaki inşaat halindeki bir binada günlerini geçirirken tanıtılır: Sabırlı ve titizdir, birkaç basit kurala göre yaşar. Sahip olduğu alaycı tavrından ve küçük imalarından dünyanın en iyi suikastçılarından biri olduğu açıkça anlaşılıyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri de hedefini asla ıskalamamasıdır, ta ki malum güne kadar. Filmin sonraki bölümlerinin her birinde Katil, yeni bir eyalette yeni bir hedefle uğraşırken karşımıza çıkıyor. Yani Fassbender, çoğunlukla ekranda tek başına yolculuk ediyor. Yine de bu tekrarlar asla sıkıcı değil. Her ne kadar Katil’in kasıtlı olarak bir ismi olmasa da Fassbender, rolünü oldukça keskin bir kararlılıkla canlandırıyor: Bir kere bir görevi kafasına koyduğunda, önünde hiçbir şey durmuyor. Hataları kabul etmeyen bir dünyada hata yapmanın sonuçlarıyla karşı karşıya kalan bu Katil, her zaman özel hayatını profesyonel hayatından ayrı tutarak hareket etmiş. Peki bu davranışının altında bir vicdan muhasebesi mi yoksa uyulması gereken tek yasa olan oyunun kuralları mı var?
Le Samouraï Etkisi
Hikayesinde gizli ajanlar ve burada olduğu gibi suikastçılar bulunduran filmlerin çoğu bu malzemeyi Fransız Yeni Dalga yönetmeni Jean Pierre-Melville’e borçlu. David Fincher, pek çok defa filmlerinde Melville’in etkisinin kolaylıkla görülebileceğini zaten söylemişti. Fakat bu defa 1967 yapımı Le Samouraï olmadan, The Killer filminin de olmayacağını söylemek mümkün. Le Samouraï, Fincher’ın filmografisi üzerinde sürekli bir etkiye sahip olsa da The Killer örneğinde benzerlikler sadece filmin görsel düzeyini ve kamera açılarını etkilemekle kalmıyor. Bu benzerlikler aynı zamanda anlatı düzlemine de uzanıyor. Letterboxd’a verdiği kırmızı halı röportajında Fincher, bir suikastçı filminin nasıl yapılacağına dair düşüncelerini açıkça etkileyen film olarak Le Samouraï’dan özellikle söz ediyor.
Le Samouraï filminin çoğu, casusluk eylemlerini gerçekleştirmek için gereken titiz sabrı artıran uzun, gözleme dayalı eylemler içerir: Uzun dakikalar, sürekli olarak Costello’nun kendisini daha robotik ve metodik yöntemlere adamasına ayrılmıştır. Bu, izleyiciye hem onları koltuklarına yapıştıran bir gerilim hem de ilahi bakış açısı sunan bir nesnellik hissi verir. Bir eylem gerçekleştiriliyorsa bunun nedeni, aynı sahne içinde dikkatimizi dağıtan hiçbir unsurun olmaması ve takip etmemiz gereken eylemin yalnızca bu olmasıdır. Yani Melville, sıkıcı şeyleri hikayesinden kesip atmıyor. Fincher da benzer bir şekilde sıkıcı şeyleri sürükleyici hale getiriyor.
“Ben neysem oyum. Bir istisna değilim. Sadece ayrıyım.”
Karakter Odaklı Film
Le Samouraï, Fransız Yeni Dalgası filmlerine uyan bir film olsa da akımın diğer filmlerine biraz daha aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Alain Delon’un canlandırdığı Jef Costello, gerekmedikçe konuşmayan bir karakter olmasına rağmen film tamamen karakter odaklıdır. Le Samouraï, uzun çekimleri ve karakter odaklı sinematografisiyle yıllar sonra bile izleyiciyi kendisine hayran bırakan bir film olma özelliğini koruyor. Fakat filmin merkezindeki karakterin iç dünyasına gösterdiği ilgi olmasaydı, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak görülemezdi. Fincher, en önemli benzerliği tam olarak bu noktada kuruyor. Bütün bir film, Katil’in iç dünyasından yansıtılıyor. Yani Delon’un ikonik şapkası, Fassbender’ın turistik şapkasıyla yenilense de ikisinin tek benzerliği elbette stilleri ile sınırlı değil. Her iki karakter de işine karşı inanılmaz bir titizliğe sahip.
Costello, film boyunca kendisini birçok defa sorgular. Delon’un oyunculuk yeteneği bu anların her birini özel kılar, Jef Costello her zaman görevine odaklanmıştır. Fincher’ın geveze suikastçısı, hedefini Paris’teki bir binanın yüksek bir katında beklerken, onun iç monoloğu pürüzsüz ve duygusuz bir monotonlukla devam ediyor. Düşünceleri; mesleğindeki profesyonelliğinin, nihilist varoluşsal gözlemlerin ve kendine karşı samimi eleştirilerinin bir karışımını sunuyor. Fincher, suikastçı klişesine yaptığı yalnızlık eklemesiyle onu, hem oldukça sıradan hem de bundan bir o kadar uzak kılmaya çalışıyor.
Fincher’ın Katil’i onu izlediğimizi biliyormuş gibi davranıyor: Günlük rutinlerini tamamlıyor, yoga yaptığını bilmemizi istiyor, görev anına kadar stresli olduğundan dert yakınıyor ve birini öldürmek herhangi bir işmiş gibi yaşıyor. Katil, Fincher’ın dizisi olan Mindhunter‘ı izlemiş gibi davranıyor; bir katilin ve onu arayanların kafasının nasıl işlediğini tüm detaylarıyla biliyor. Sürekli The Smiths dinliyor ve yalnızlığını romantize etmeye çalışıyor. Bu açılış anlarında bile suikastçının bir David Fincher karakteri olduğunu anlayabiliyoruz. Fassbender, Fincher’ın kendisine aşılamaya çalıştığı mizah anlayışını tam olarak yakalayamasa da, The Killer’ın neredeyse vampirvari olan karakterini yansıtmada başarılı bir iş çıkarıyor. Profesyonelliğini hiçbir duygunun ele geçirmesine izin vermeyen bir karakter oluşturmayı hedefleyen Michael Fassbender, film boyunca hiç ama hiç gözünü kırpmıyor.
Şans Verilmeyi Hak Ediyor Mu?
The Killer, her ne kadar heyecanla beklenmiş bir film olsa da kusursuz değil. Fincher’ın, sunduğu tematik alt metin hakkında söyleyecek çok az şeyi var. Film, yapısı itibariyle eleştiri oklarından sıyrılmayı başarıyor ancak sanatsal hedefleri açısından zayıf. Ne yazık ki Fassbender’ın karakteri de mizahi yönünü kavrayamayışından ötürü durağan bir adam olarak kalıyor. Etik anlamda oldukça katı olan Katil, hikâye boyunca şiddet döngülerinde yuvarlanıyor. Belirli sahnelerde yerine getirmesi gereken görevleri dışında bakış açısı dar bir karakter görüyoruz. Film boyunca Fassbender’ın karşılaştığı çok az zorluk bulunuyor. Fakat yapılabilecek en üzücü eleştiri ise, film iddia ettiği kara komediye ulaşamıyor.
Tüm bu günahları bir yana, John Wick gibi her saniye adam öldüren bir suikastçıdan sonra, yalnızca kendi yolunu bulmaya çalışan sıradan bir katili izlemek rahatlatıcı bir deneyim sunuyor. Auteur Yönetmen Teorisi’ni reddediyor olsa bile Fincher, bir sinema virtüözü olduğunu tekrar hatırlatıyor. The Killer, herkesin beklentisini karşılayamayacak olsa bile 2023’ün en iyi filmlerinden biri oluyor.
Kaynaklar
Letterboxd David Fincher Talks Assassin Films And Film School. web. Youtube. 06.10.2023
Orestes, A. David Fincher’s The Killer Wouldn’t Exist Without This French Crime Movie. Web. Collider. 31.10.23