Türk edebiyatının değerli ismi Cahit Sıtkı Tarancı, yalnızca yazdıklarıyla değil, aynı zamanda içten duygularıyla da beni her zaman etkilemiştir. Şiirlerinde hayatın anlamını, aşkı, yalnızlığı ve varoluşu görürüz. Cahit Sıtkı demek ölümü ve yaşamı görmek demektir.
Cahit Sıtkı Tarancı‘nın önemli şiirleri arasında Ömrümde Sükût, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel ve ölümünden sonra yayımlanan Sonrası ile Bütün Şiirleri bulunmaktadır. Ayrıca, çeşitli hikâyeler de yazmış ve bu eserler, Tarancı’nın ölümünün 50. yılında Gün Eksilmesin Penceremden adıyla yayımlanmıştır. Fransız edebiyatından yaptığı şiir çevirileriyle tanınan şairin aile üyelerine, arkadaşlarına ve yakın dostlarına yazdığı mektupların büyük bir kısmı ise Ziya’ya Mektuplar ve Evime ve Nihal’e Mektuplar başlıklarıyla yayımlanmıştır.
Cahit Sıtkı Tarancı’nın 68. ölüm yıl dönümünde, onun eserlerini yeniden keşfetmek ve hatırlatmak için harika bir fırsat bulduğumu düşünüyorum. 13 Ekim 1956’da Viyana’da aramızdan ayrılan edebiyatımızın Otuz Beş Yaş şairini saygıyla anıyoruz. İşte, Türkçeyi nakış gibi işleyen Cahit Sıtkı’yı okumanız için altı neden.
1. Dünya Hayatına ve Ötesine Anlam Kazandırdığı İçin

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Cahit Sıtkı Tarancı, 4 Ekim 1910 tarihinde Diyarbakır’ın Camikebir Mahallesi’nde dünyaya geldi. İlkokul eğitimini Diyarbakır’da tamamlayan Tarancı, orta öğrenim için Kadıköy’deki Fransız Saint Joseph Lisesine geçiş yaptı. Lise yıllarında şiir yazmaya başlamıştı. Yeni başlamış olmasına rağmen şiirleri amatörce yazılmış şiirler değildi. 1931 yılında ise Galatasaray Lisesinden mezun olmuştu.
Tarancı’nın şiirlerinde bireysel duygular, yalnızlık ve yaşamın geçiciliği temalarının ön planda olduğunu görürüz. Tarancı, ölüm teması üzerinden yaşamın anlamını sorgular. Hayatın kısa ve geçici oluşu, ölümle yüzleşme gerekliliği gibi konular hep ilgi alanı olmuş ve şiirlerine yansımıştır.
“Ben Ölecek Adam Değilim” şiirinde, ölüme karşı direnme arzusunu dile getiren bir sanatçının çağrısı yankılanır:
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.
Alıştım bir kere gökyüzüne;
Bunca yıllık yoldaşımdır bulutlar.
Cahit Sıtkı, sürekli olarak ölümü ve yaşamı anlamlandırma çabası içinde bulunan bir yazar olarak görünse de, bununla kalmamıştır. Ancak bu hengamenin içinde kalıp şiirlerini de kendisiyle sürüklediği açıkça görülür. Bu sürükleniş bizi de her şiirini okuyuşumuzda aslında hayatı sorgulama, anlamlandırma, kaçış, sürükleniş gibi olguları kavrama ve araştırma arayışına götürür. Bu da bize geniş bir perspektiften bakma şansı sunacaktır.
2. “Sanat, Sanat İçindir” Anlayışına Hakim Olmamız Adına

Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Sanatın, o dönemde hangi tarafta olduğu tartışması yoğun bir şekilde süregeliyordu. “Sanat, toplum için” midir? yoksa “Sanat, sanat için” midir? tartışması nedeniyle yazarlar ve toplum ikiye ayrılıyordu. Herkesin düşüncesi farklı yöndeydi. Bu anlamda Tarancı ise sanatın, sanat için olduğunu vurgulamıştır.
Cahit Sıtkı Tarancı, “sanat için sanat” ilkesine sadık kalarak şiiri, kelimelerle estetik biçimler yaratma sanatı olarak görmektedir. Şiirlerinde genellikle yaşam sevinci, ölüm, kaybedilmiş aşklar ve yalnızlık gibi temalar ön plana çıkar. Tarancı, hem ölçülü hem de serbest formda yazılan şiirlerin güzel olabileceğine inanarak, vezin ve kafiyeden tamamen kopmamıştır.
Cahit Sıtkı, sanat eserinin ve şiirin öncelikle bir “anlatım” olduğunu ifade eder. Bu anlatımı, ilgi duyduğu ve çalışmaktan keyif aldığı bir nesne olarak değerlendirir. Tarancı, başarılı bulduğu güzel şiirlerin özelliklerini de bu çerçevede açıklar. Ona göre samimiyet, duyguların, düşüncelerin ve inançların içtenliği, bir eserin sanatsal değerini artıran önemli unsurlardandır.
“Sanat için sanat” ilkesi ise sanatın yalnızca estetik ve güzellik için yapıldığı, gerçek sanatın sadece bu biçimde var olabileceğini savunan bir anlayıştır. Bu görüşe göre sanat, herhangi bir sosyal, politik veya öğretici amaç gütmeden, sadece estetik değerler üzerinden var olmalıdır. Sanat, kendi iç dinamikleri ve estetik ölçütleriyle değerlendirilmeli, dışsal faktörlerden bağımsız bir şekilde güzellik ve duygusal deneyim sunmalıdır. Bu yaklaşım, sanatın özünü ve amacını derinlemesine sorgulayarak, sanat eserinin içsel estetiğine odaklanır.
3. Saf Şiirin Öncüsü Olduğu İçin

“Şiir, ulaşmak istediğim esas mefkuredir. Şekilsizlik içinde güzellik avına çıkanlar, kendi kendilerini avutmaktan başka bir şey yapmazlar. Şiirdeki esas rol, kelimelerin istifidir.”
Cahit Sıtkı Tarancı, Varlık, Kültür Haftası, Yücel, İnsan, Ülkü ve Pınar gibi dergilerde eserlerini yayımlayarak, şiirin kelimelerle estetik biçimler oluşturma sanatı olduğunu vurgulamıştır. Türk edebiyatında “saf şiir” anlayışının önde gelen temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Tarancı, sanatın özünü ve güzelliğini ön planda tutmuştur.
Saf şiir ise edebiyatta biçimsel unsurların ve estetik değerlerin ön planda tutulduğu bir şiir anlayışıdır. Bu yaklaşım, şiirin, duyguları veya düşünceleri ifade etmekten çok, kelimelerin estetik güzelliği ve ritmi üzerine odaklanmasını savunur. Saf şiir, genellikle anlamdan ziyade biçim, ses, ritim ve imgelerle ilgili unsurlara önem verir. Bu anlayış, özellikle 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan, saf şiirin öncüsü olarak anılan Cahit Sıtkı’nın fikridir.
4. Zamanın Acımasızlığını Sorguladığı İçin

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiiri, Türk edebiyatının kült eserleri arasında yer alır. Tarancı’nın bu şiiri, çok katmanlı bir anlam yapısına sahip olmasa da, sezgi ve duygu yoğunluğu barındıran bir eser niteliğindedir. Tarancı, otuz beş yaşını yaşam yolunun zirvesi olarak nitelendirir. Bu yaştan sonra canlılığın yavaşça azalmaya başladığını ve ölümün bir gölge gibi yaklaşmakta olduğunu dile getirir. Cahit Sıtkı, insanın en yüksek potansiyeline ulaştığı anın otuz beş yaş olduğunu savunur. Bu noktadan itibaren ise duraklama dönemine girdiğini ve yaşamın sona ermekte olduğunu derin bir hüzünle kabul eder.
Cahit Sıtkı Tarancı, 1946 yılında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin düzenlediği yarışmada bu şiirle birinci olmuştur. Geçmişten günümüze isminin duyulmasını sağlayan bu eseri, Tarancı’yı unutulmaz şairlerden biri yapmıştır. Sadece Otuz Beş Yaş şiiri değil, diğer şiirlerinin de yadsınamayacak kadar değerli olduğunu biliyoruz.
“Şiirlerinde, yaşamanın ve aşkın güzelliğini öven, ölümün üstünlüğünü vurgulayan, Türkçeyi bütün tatlılık ve anlatım gücüyle şiire geçiren Cahit Sıtkı Tarancı, döneminin en çok okunan şairlerinden biri olmuş, hiçbir akıma bağlanmadan kendine özgü bir şiir geliştirmiştir.”
(Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı hakkında)
5. Aşka Dair Beslediği Derin Duyguları Anlamamız İçin

Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden…
Cahit Sıtkı Tarancı’nın, ilk platonik aşkı Mihrimah Hanım, Vedat Günyol’un kız kardeşiydi. Ancak bu aşk, Mihrimah’ın haberi olmadan yaşandı. Cahit Sıtkı, yıllar sonra bu duygularını Paris’te Günyol’a açtığında, onun “Keşke söyleseydin, mutlaka evlenmesini isterdim” dediği kaydedilir. Ancak, Melih Cevdet Anday’a göre, Cahit Sıtkı’nın Abbas şiirinde bahsettiği sevgili, gerçek bir aşk değil, platonik bir hayaldi. Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektupta da böyle bir kadının hayatında olmadığını belirtmiştir.
Ekim 1940’ta yayımlanan Hayal Ettiğim Şey şiiri “Beşiktaşlım için” ithafını taşır. 1942’de Ziya Osman’a yazdığı mektupta ise Kıtadan Mektup şiirinin de “Beşiktaşlı sevgiliye” olduğunu söyler. Bu şiirlerde geçen Beşiktaş ve yaşanmış aşk, gerçek bir sevgili için yazılmıştır. Hayal Ettiğim Şey’deki hayal bile geçmişte yaşanmış bir aşkın izlerini taşır. Ayrıca, 30-31 Mayıs 1942 tarihli mektubunda, geçmişteki sevgililerinden sadece birinin hâlâ hayalinde yaşadığını belirtmesi, gerçek bir aşkın izlerini net bir şekilde ortaya koymuştur.
Ziya Osman durumu şöyle bildiriyor bize:
“Cahit, Beşiktaşlı’sının evinin bulunduğu yokuşu dört yıl, aşk heyecanları içinde inip çıktı. Dört yıl sonra Mülkiye’den, Beşiktaş’tan ve Beşiktaşlı’dan ayrılmak zorunda kalıyordu.”
Beşiktaşlı aşkından sonra, Tarancı’nın şiirlerinde aşk ve sevgi teması, eşi Cavidan Hanım’la tanıştıktan sonra derinleşir. Sevgili, insanî yanlarından sıyrılıp adeta bir “melek” halini alır. Tarancı, beklenmedik bir zamanda vefat ederek bu “melek” sevgiliyi insanlığın soylu vicdanına armağan etmiştir.
Cahit Sıtkı Tarancı, Çalışma Bakanlığındaki günlerinde Cavidan Tınaz’a âşık oldu ve ona bir evlilik teklifi mektubu yazdı. Cavidan Hanım, Tarancı’nın mektubu verdiği zamanki telaşını hatırlayarak, “Aceleyle elime bir mektup sıkıştırdı. Mektup, kendini tanıtıyor ve benimle evlenmek istediğini belirtiyordu… Çok iyi bir insandı.” diye anlatmıştır.
Ancak Cavidan Hanım, şairin alkol bağımlılığı nedeniyle teklifini reddetmiştir. Cahit Sıtkı, bu durumu anladığında, “Cavidan’ım, o güzel başın için yemin ediyorum, mezara gireceğim güne kadar alkol içmeyeceğim,” diyerek onu ikna etmeyi başarmıştır. Çift, 4 Temmuz 1951’de Ankara Halkevinde nikah masasına oturarak hayatlarını birleştirmiştir.
6. Ziya’ya Mektuplar Eserini Anlamak İçin

Ziya’ya Mektuplar, Cahit Sıtkı Tarancı‘nın Ziya Osman Saba‘ya yazdığı elli yedi mektubu içeren özel bir eserdir. Bu mektuplar, Tarancı’nın edebî düşüncelerini, kişisel yaşamını ve sanat anlayışını yansıtan önemli belgeler niteliğindedir. Nisan 1957’de Tarancı’nın vefatından sonra Varlık Yayınları tarafından yayımlanan kitap, hem edebiyat severler hem de araştırmacılar için büyük bir kaynak oluşturmaktadır.
Mektuplar, edebî mektup formunu taşıdığı için, Tarancı’nın içsel dünyasını ve Ziya Osman Saba ile olan dostluğunu derinlemesine keşfetme fırsatı sunar. Bu mektuplarda, döneminin sosyal ve kültürel atmosferine dair gözlemlerinin yanı sıra, şiir ve edebiyat konusundaki düşünceleri de yer alır. Tarancı’nın samimi üslubu ve içtenliği, okuyucuları etkileyen bir duygu yoğunluğu taşır. Böylece Ziya’ya Mektuplar yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda Türk edebiyatının önemli bir parçası olarak değerlendirilmektedir.
Cahit Sıtkı toprağa karıştığında, dostu Ziya Osman Saba bir gece derin bir “düş” görür:
Düşümde gördüm Cahit’i:
Banka gibi bir yer,
Aynı servise verilmişiz,
Yolumu gözler.
Baktım ki, toplamış memurlarını
Nutuk çekmede şefimiz.
El edip geçecektim yerime
Sessiz.
Cahit bu, dayanamadı, boynuma atıldı.
Gözyaşlarını duydum yüzümde bir ara.
O, düşümde ağladı,
Bense uyandıktan sonra.
Kaynakça


