Destan, fabl ve masallarla başlayıp gerek kişinin iç dünyasına yolculuk ettiği gerekse toplumsal gerçeklerle yüzleştiği Türk edebiyatı, oldukça geniş ve genişlemeye de devam eden değerli ve korunması gereken bir kültür hazinesidir. Günümüz teknoloji dünyasında kelimelerin içi eskisi kadar dolu olmasa da hâlen nitelikli eserler yayımlanarak kültür aktarımının devamı sağlanmaktadır. Aslında saymakla bitiremeyeceğimiz “Neden Türk edebiyatı okumalıyız?” sorusunu beş maddede açıklamaya çalıştık.
1. Usta Kara Mizah Esintileri

Türk edebiyatında söz konusu kara mizah ise akla gelen ilk isimlerden birisidir Aziz Nesin. Eserleri birçok farklı yabancı dile çevrilen dört Türk yazarımızdan birisi olan Aziz Nesin, edebiyatımızı tüm dünyaya başarıyla tanıtan değerli yazarlarımızdan. Edebiyatımızın okunması için sebepleri saymakla bitiremeyecek olsak da bunların başında, ustaca yazılan mizahi unsurlar gelebilir. Zengin bir dile sahip olmamızın avantajı, kelimeleri kullanarak zekice oyunların oynanabilmesidir. Bunu da edebiyatımızın birçok alanında görebiliriz: tiyatro oyunları, atışmalar, öyküler, şiirler ve daha nicesi…
2. Geçmişten Günümüze Başarılı Kültürel Aktarımlar

Bir toplumun güçlü bir şekilde ayakta kalıp yüzyıllar boyu yaşayabilmesini sağlayan en önemli unsurlardan birisi de edebiyattır. Zengin dilimize ek olarak köklü ve güçlü bir geçmişe de sahibiz. Tarih boyunca farklı topluluk, devlet ve ülkelerle etkileşim hâlinde olmamız, kültürel açıdan etkilememiz ve de etkilenmemiz anlamına gelir. O toplumun, sahip olduğu kültürel birikimi gelecek nesillere aktarması da aslında farklı nesillerin soyut olarak birbirine bağlanmasını sağlar. Türk edebiyatı, sözcüklerin gücünü kullanarak kültürünü aktarmayı başaran yegâne edebiyat türlerinden birisidir. Kemal Tahir, Ataol Behramoğlu, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Ahmet Hamdi Tanpınar ve daha burada yer vermediğimiz -çünkü saymakla bitmeyecek kadar değerli yazarlarımız, şairlerimiz var- birçok yazar ve şairimiz sayesinde bugün, geçmiş kültürümüze dair birçok şeyi tüm çıplaklığıyla biliyoruz.
Halide Edib Adıvar’ın Türk’ün Ateşle İmtihanı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir‘i, Fakir Baykurt’un Onuncu Köy’ü, Yaşar Kemal‘in Üç Anadolu Efsanesi ve daha nicesi, kültürümüzü ve dolayısıyla da bizleri anlatmaktadır.
3. Hem Toplumun İçinde Hem de Toplumdan Uzak

Türk edebiyatı o kadar geniş, çeşitli ve ucu bucağı olmayan bir edebiyattır ki zaman içerisinde birçok farklı akımlar çıkmış; yazarları, şairleri ya birbirine düşürmüş ya da sırt sırta verdirmiştir. Kimi yazarlarımız, şairlerimiz ait olduğu topluma seslenmek istemişken kimisi de içinden geldiği toplumun kendisini anlamayacağını düşünerek kendisini onlardan soyutlamış, sözcüklerin dünyasında yaşamayı tercih etmiştir.
Toplumcu gerçekçi hareketi kapsamında şiirlerini kaleme alan Ataol Behramoğlu‘nun Eski Nisan kitabının arka kapağında, şairimizin şu sözü yer almaktadır:
“Biçimde devrimcilikle gerçek devrimciliği birbirinden ayıran, bunları eş değerde şeylermiş gibi göstermek çabasında olan tutuma karşı durmak da kaçınılmaz bir zorunluluk olmaktadır. Biz devrimci bir şiirden söz ediyorsak, hayata geçirilebilecek devrimci bir yorumu, özde bir devrimciliği amaçlıyoruz elbette. Ve bunu yaparken, biçimdeki devrimciliğin özdeki devrimcilikle ayrılmaz bir bütünü oluşturduğunu bilmekteyiz.”
Alıntılamış olduğumuz bu sözler, edebiyatın toplumdan bağımsız düşünülemeyeceğinin kanıtı niteliğindedir.
4. Derin ve Dalgalı Bir Okyanusta Yüzüyor Hissi

Önceki maddelerde de kısaca bahsettiğimiz “okyanus” metaforunu burada derinleştirmek istiyoruz. Türk edebiyatı, gerek türleri gerekse edebi akımlarıyla beraber uçsuz bucaksız bir okyanusu andırıyor. Öykü, deneme, roman, fabl, şiir derken saymakla bitiremeyiz. Edebi türlerin fazlalığı, edebi akımlarla birlikte kendi içlerinde dahi çeşitlenebiliyor. Bu da aslında yine zengin bir dile ve kültüre sahip olmanın sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Yazar ve şairlerimizin elinde o kadar fazla malzeme ve imkan var ki bu malzemeleri diledikleri şekilde ele alabiliyorlar. Kimisi serbest şiir şeklinde, kimisi kısa öykü şeklinde, kimisi de upuzun betimlemelerle.
Toplumla bir arada yaşayan yazar ve şairlerimiz malzemesini bizzat toplum ve toplumsal gerçeklerden alır, toplumdan uzakta yaşayanlarsa dipsiz kuyuyu andıran hayal dünyasından veya bizzat kendisinden. Bazı yazarlarımız için kendisinden iyi malzeme yoktur yazacak. Tek başına düşüncelerinde bile okyanusta kaybolanlar, boğulmamak için yazar dururlar. Elbette okuyucu da bu dalgaya kapılır, akıntıdan kurtulmak için hem kendisine hem de yazara yardım eder kitabı okuyarak. Çünkü ne türde yazılmış olursa olsun her zaman sözcüklerin arasında bir yardım çığlığı veya yüzleştirilmek istenen bir gerçek vardır.
5. Yediden Yetmişe Herkesle Beraber

Zengin bir dil ve kültüre sahip olmanın en büyük avantajlarından birisi de her yaştan bir kitleye hitap edebilmektir. Destan, hikâye ve masallarla çocuklara; deneme, öykü ve romanlarla hem genç hem de yetişkinlere hitap edebilmek Türk edebiyatının zenginliğinin somut göstergelerinden birisidir. Çocuklar, Nasreddin Hoca ile hem gülüp hem düşünür; gençler ise Sabahattin Ali ve daha nicesi ile Türk edebiyatına olan bakış açısını değiştirirler. Hangi yaşta olursanız olun Türk edebiyatında mutlaka size hitap eden bir yazar veya şair bulabilirsiniz.
Kaynakça:
Behramoğlu, Ataol. Eski Nisan. İstanbul: Adam, 1988.


